Geçenlerde, (geçenlerde dediysem belki bundan bir yıl önceydi) bir arkadaşımla uzun uzun tartışmıştık.

Geçenlerde, (geçenlerde dediysem belki bundan bir yıl önceydi) bir arkadaşımla uzun uzun tartışmıştık. Şimdilerde sık sık aklıma geliyor konuştuklarımız. Değişen bir şey olmadığı için konu maalesef güncelliğini koruyor. Şöyle ki; eğitim sistemini eleştirip durduk ve sonra üşenmedik, onu baştan kurduk. Liseden, yüksek lisansa kadar kabaca bir işleyiş şekli oluşturduk. Zorunlu, seçmeli dersler, o derslerin nasıl işlenmesi gerektiği, yazılıların, sözlülerin nasıl olması gerektiği, stajlar derken baştan sona bir sistem oturttuk. Dershanesiz. Özel derssiz. Parasız. Eşit. Ezbercilikten uzak. Daha aydın, açık görüşlü, kavga etmeden tartışabilen, bıçaklamadan kendini ifade edebilen, iyi bir aileden gelmeden, kültürlü bir çevresi olmadan da bilgi sahibi olabilen öğrenciler hayal ettik. Sonra biz bile bunları düşünebiliyorsak neden bu konuları meslek edinmiş insanların değişikliklere gitmediklerini sorguladık. Biz başkalarından daha akıllı ya da yaratıcı değildik. (Tamam belki o arkadaşım biraz daha yaratıcıydı). Ticarethaneler için getirisi olmayan bir sistemdi hayal ettiğimiz. Tek yararı eğitimdi. Bu yüzdendir herhâlde dedik.

Ataması yapılmayan öğretmenler, kopyalar, diplomalı işsizler derken umut dolu gençlere vaat edilen geleceklerin yalanlardan ibaret olduğunu üzülerek görüyoruz. Üniversite mezunu gençler istedikleri işlerde çalışabilmek için diplomalarının yeterli olmadığını, başkalarından ayırt edilebilmek ve daha iyi bir kariyer sahibi olabilmek için yüksek lisans yapmaları gerektiğini düşündüler önce. Yüksek lisanslarını da tamamladırlar bazıları.  Altı senelik bir eğitim sürecinin ardından da “seçilmek” değil “seçmek” istediler. Bu da olmadı. Ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmenler, sınavlara inançları kalmamış adaylar, diplomalı işsizler, geleceğe korkuyla bakan çocuklar, gençler… En çok para getiren meslekler listesinden kendilerine iş beğenenlerin ve diğerlerinin aileleri, çocuklarını «oku» diye yüreklendirirken içleri hep huzursuz. Aileler de çocukların geleceklerine endişeyle bakmaya başladılar.

İntihar oranındaki artışa rağmen Türkiye, Avrupa ülkelerine kıyasla genç nüfuslu bir yapıya sahip. Sadece bunun için bile olsa en çok dikkat edilmesi gereken alanlardan birinin eğitim olması gerekmez mi? Bu konuda özensiz bir tutum, genç nüfusuyla övünen bir ülkenin  geleceği için büyük bir risk teşkil etmez mi? Belki yaşlı nüfuslu Avrupa ülkelerinden bazıları, gelecek yıllarda «seçilmiş göçmen» yoluna başvurarak ekonomisini ayakta tutmaya çalışacak. Ve o zaman bu genç nüfusumuzun çoğu, belki de kendini «seçilmiş» diye nitelendirip bu ülkelere gitmeyi «seçecek». Bizim neslimiz okunmuş şekerlere güvenemeyeceğini anladı. Gelecek kuşaklar de artık işini şansa bırakmak istemeyecek. O zaman ne yapacaksınız peki? Göçen beyinlerin arkalarından su dökersiniz artık.

«Çalışan demir ışıldar» ve benzeri atasözleriyle büyütülen bir nesil, daha iş hayatına girmeden emekli olmanın, güneyde bir köyde, bahçeli evinde, hormonsuz portakal, domates ya da ıhlamur falan yetiştirme hayalleri kurmaya başladı. Ellerinize sağlık.