Ollanta Humala, benim için başlı başına bir mefhumdu hâlâ da öyle sayılır.

Ollanta Humala, benim için başlı başına bir mefhumdu hâlâ da öyle sayılır. Bu hafta aslında bu konuyu ele almamın başlıca nedeni. Humala Peru devlet başkanlığına seçildikten sonra Türkiye'de ki sol yayınların (BirGün de dahil) bu konuda fazla aceleci değerlendirmeler yaparak, “Peru'da sol dalgaya katıldı, yeni bir Chavez” vb sevinçli nidalar yükseltmesi oldu. Hata bazıları o kadar coşkuya kapılmış ki arada Şili devlet başkanını da solcu yapmışlar. Evet uzakta olmak ister istemez ayrıntıları ıskalamak için önemli bir mazeret olabilir. Fakat bununda ötesinde bir durum söz konusu sanırım. Genelde Türkiye'den yapılan Güney Amerika değerlendirmelerinde fazlasıyla iyimser bir tablo çizilmekte, bunun nedenleri üzerine biraz düşünmekte yarar var herhalde. Türkiye'deki solun halimi, yoksa “sihirli-gerçekçilik” mi bizi bu vaziyete sokan ne dersiniz?

Şimdi Ollanta Humala ile yapılmış biyografik bir röportaj kitabına (Ollanta Humala- Ramon Perez Almodovar- Ocean Sur-2009) yorumlarımla birlikte göz atalım, daha sonra bu Latinlere bakma işine tekrar dönelim. 1962’de Lima'da orta sınıftan bir ailenin ikinci çocuğu (toplamda yedi kardeş) olarak dünyaya gelir. Baba avukat, anne öğretmendir. Anne ve baba dönemin Sovyetik Peru Komünist Partisi'nin üyesidir. Humala röportajda anne ve babasının herhangi bir silahlı eyleme kesinlikle katılmadığı yalnızca sosyal politik çalışmalar yaptıklarının altını çizmekte. Güney Amerika'da yerlilere karşı ırk ayrımcılığının en üst düzeyde seyrettiği bir toplumda baba Isac Humala, bütün çocuklarına yerli adı vermeyi tercih eder. Yerlileri dünyanın en altındakiler olarak görür. Daha sonra Ollanta'nın düşüncelerine de yön veren “etnik-ulusalcılık” diye nitelenen ideolojik yaklaşımında temellerini atar.
Ollanta ilk ve orta öğrenimini bir Peru-Japon okulunda görür. Burada Japonca'da öğrenir. Sonrası ise üniversitede zooloji okumaya çalışır. Fakat o zaman (1979) üniversitelerde direniş ve boykotlar olduğu için buraya devam edemez, askeri okula başlar. Niçin askeri okul sorusunun yanıtı, kendi kendine Peru tarihi okuması ve etkilenmesi, milliyetçi fikirler edinmesi, biraz da bu üniversiteye “devam edememe” halidir. Askeri okulda milliyetçi içerikte bir eğitime tabi tutuluyor. Ekvador , Şili savaşları, ve İspanyol atalarla övünmeleri gerektiği öğretiliyor. Bu arada İngiltere-Arjantin Malvinas Adaları Savaşı esnasında ise bir grup arkadaşıyla birlikte İngiltere'ye karşı savaşmak için gönüllü bir birlik oluştururlar. 1983'te Abd'nin Panama'da ki darbeci, işkenceci yetiştirme okulu olan Escuela de las Americas'a (Soa) gider. Bu okul hakkındaki soruyu biraz gargaraya getirip geçiştiriyor.

1991'de ise onu Tingo Maria bölgesinde özellikle Aydınlık yol'a karşı yürütülen kirli savaşta yüzbaşı olarak görüyoruz. Bu kirli savaşta toplamda 70.000 insan öldürülüyor. Bunların üçte ikisi Quechua. And yerlilerine karşı, tecavüz ve işkence ordunun bu dönemdeki en sıradan işlerinden. Bu dönemle ilgili daha sonra Humala'ya bazı kurban aileleri tarafından “işkenceci şefi” olma suçlaması yöneltilecektir. Ollanta böyle şeyleri yapmadığını söylüyor mu bilmiyorum ama bu savaşın vahim boyutları göz önünde bulundurulursa, o kadar koca bir yalan söyleyemeyeceği açıktır. Kendisine yöneltilen Peru, Arjantin ve Şili gibi ne zaman geçmişiyle hesaplaşacak sorusuna verdiği demagojik yanıtsa bu konuda pek de içinin rahat olmadığını gösteriyor. Özetle “bizim toplumlarımız farklı. “Kirli savaş” oralarda cunta zamanı oldu, bizde demokratik hükümet vardı o yüzden sorumluları bulamayız. Hem asıl suçlular Aydınlık Yol ve Mrta (Tupac Amaru Hareketi) militanlarıdır” diye buyuruyor.
Daha sonraki yıllarda orduda görev yapmaya devam eder. Bu yılların kendisine Peru toplumunu tanıma konusunda yardımcı olduğu, bu sayede yerli halkları yakından tanıdığını belirtir. Yarbay Humala, 2000 yılı Ekim ayında artık yolsuzlukları ayyuka çıkmış Fujimori hükümetine karşı ülkenin güneyinde elli askerle birlikte sembolik bir ayaklanma gerçekleştirir ve böylelikle muhalif halk hareketini desteklemiş olur. Fujimori'nin devrilmesinden sonra, Paris ve Seul'e askeri ateşe olarak gönderilir. Arada Ollanta, Lima'daki Katolik üniversitesinden siyaset bilimi alanında, Sorbonne'dan ise uluslar arası hukuk diploması alır. 2005’te yurda döner. Peru Milliyetçi Partisi’ni (Partido Nacionalista Peruano) kurar. Fikirlerinin başlangıçta Hugo Chavez'inkiyle benzer olduğunu söyleyecektir. Parti bir sürü çelişkili tutum almasına rağmen sistem karşıtı pozisyonu nedeniyle solda nitelenecektir. Ayrıca ortada bir yerli hareketi olmasa da Humala onların adına konuşmayı seçer. Parti içi ilişkilerde fazlasıyla otoriter olduğu göze çarpar. Ayrıca parti bileşenleri mafyayı da içine alacak kadar esnektir.
2006 seçimlerinde başlangıçta Chavez'in desteğinden memnundur. Fakat rakipleri milliyetçi-ırkçı bir dille konuşmaya başlayınca, o da aynı rotaya girer ve Chavez'e hakaret etmeye başlar. Bir yandan da ağabeyi Antauro ve babasının faşist söylemlerinin olumsuz etkisini üzerinden atmaya çalışır. İktidara gelirse Şili'ye savaş açacağı gibi laflarda sarf eder. Bunlara rağmen seçimi kazanamaz yüzde 47.3’te kalır.
2011 Seçimlerinde ise artık yeni bir vizyon sahibidir. Chavezci değil, Lulacıdır. Bu sayede önce bu seçimleri “bize kansere mi oy verirsiniz yoksa aidsse mi diye soruyorlar” diye niteleyen, son Nobel ödülünün sahibi ünlü yazar Mario Vargas Llosa'nın (kendisi başlı başına egzantrik bir vaka olan Llosa, daha sonraki mektuplarımızdan birinin konusu olmaya mazhar olacaktır) dahi desteğini alır. Son seçimlerde rakibi hapisteki diktatör Fujimori'nin kızı Keiko'dur. Babasının mirasına hiçbir eleştiri yöneltmeyen Keiko yeterince sağcıdır. Bana kalırsa asıl bu yüzden Ollanta solda diye nitelenmekte. Seçimi, Ollanta geniş bir koalisyonun temsilcisi olarak az bir farkla yüzde 51.4) da olsa kazanır.
Bundan sonra Ollanta en önemli sınavını daha önceki hükümet zamanında dahil olunan Pasifik İttifakı (Şili, Kolombiya, Peru ve Meksika'dan oluşuyor) sürdürüp sürdürmeme tercihinde verecek. Çünkü bu ittifak aynı zamanda ABD’nin bölgedeki şemsiyesi. Bu arada Ollanta'yla birlikte iyi bir işte oldu. 15 Haziranda 500 yıl sonra da olsa Quechua ve diğer yerli dilleri resmi olarak tanındı.
Latinlere bakma meselesine geri dönecek olursak, burada da orada olduğu gibi yek pare bir sol yok. Çoğu yönüyle de birbirinden uzak görünümler ve çelişkiler sergilemekteler. Chavez'in gayretlerine rağmen olumlu da olsa Bolivarcı bir Güney, gerçekleşmesi çok zor olan bir hayal. Böyle bir olasılık ancak ve ancak şimdilik, Uluslar arası kapitalizmin dinamiklerine koşut olarak Brezilya'nın önderliğinde bir imparatorluk, bölgesel güç olarak şekillenebilir. Bu bile çok zor bir olasılık.
Güney Amerika'daki sol iktidarlarla ilgili düşünürken çabuk kategorize etmek bizi hatalara düşürebilir. Aralarında nüans gibi gözüken farklar gerçekte ise çok derin. Mülkiyet ilişkilerine dokunmayan/dokunamayan bu iktidarları genel olarak sol da diye niteleyebiliriz ama bunu sınırı en fazla sosyal demokrasiye uzanır. Güney'de dünyayı değiştirmek isteyen bir çok toplumsal harekette söz konusu. Asıl dikkatimizi bunlara yöneltip, diğer olan bitenleri de sosyalizmin ortak mirasının bir parçası olarak görmekte yarar var. Bütün bunlar tabii size fazlasıyla karamsar geldiyse, sosyalizmin anayasanı yazarken, Farc militanlarını işkenceci katil sürüsüne teslim etmenin ne manaya geldiğini de tartışabilirsiniz.