Bugün asansörde hayatını kaybeden öğrenciyi konuşuyoruz ancak denetimin piyasaya devredilmesiyle 2020 yılından beri sayısız asansör kazasının yaşandığını ufak bir arşiv taraması yaparak görebilirsiniz. Bu durumda kamusal hizmetlerin içinin boşaltılarak piyasalaştırılmasının yurtlara yansıması, temel asgari koşulların dahi sağlanamamasına rağmen işletilmesinde yatıyor.

“Ölmeye değil, okumaya geldik”1: Yaşamla sınanan barınma krizi

Cansu TEKİN - Dr., Akdeniz Üniversitesi. 

Aydın’da Kredi Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı öğrenci yurdunda yaşanan asansör kazasında bir öğrenci hayatını kaybetti. Sonrasındaki protestolarda akıllara, iktidarın türlü yansımalarının örneği olan anonslar olarak “kız kardeşiniz mi ki isyan çıkarıyorsunuz?” ve “koğuşlarınıza geri dönün” sesleri kazındı. Birçok öğrenci, “kardeşi” için “koğuş”una geri dönmedi. Bizlere de neoliberalizmin kent mekânına saldırısı ile başlayan barınma krizinin ve yoksulu sıkıştırdığı mekânda öldürmesinin ekonomi-politik eleştirisini yapma görevi kaldı. 

Neoliberalizmin sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi belli başlı kamusal hizmetlere saldırısı uzun zamandır söz konusu. Dahası tartışmanın ekseni öyle büyük ölçüde kaydırılmış durumda ki, barınma hakkına odaklanmak mümkün olamıyor. En baştan, konunun makro ölçekteki iki odak noktasını öne çıkarmak gerekiyor. Kamusal hizmetlerin piyasalaşması ve piyasalaşmanın sonucunda hizmetlerdeki nitelik düşüşüyle yaşanan can kayıpları. Bu da esasen sosyal politikaya on yıllardır yapılan saldırının ve sosyal politikanın kıstırıldığı alanın bir yansıması. Bu genel analizi, kamusal fayda üretmesi gerekirken piyasalaşan her hizmet için kolaylıkla yapabiliriz. 

Sosyal politikanın daraltıldığı alandan çıkma yolu barınma hakkı mücadelesinde olsa da artan piyasalaşma nedeniyle konu, barınmanın insani kamusal bir hak olarak sunulması tartışmasına bir türlü gelemiyor. Üstelik, kamusal olarak sunulması gereken hizmetlerin daha da artan bir şekilde piyasalara terk edildiğini görüyoruz. Her terk ediş, yeni bir felaketi de beraberinde getiriyor. Yeni yapılmış TOKİ evlerinde sel felaketinde hayatını kaybedenler, depremde yıkılan binaların altında kalanlar, denetlenmeyen asansörlerde giden hayatlar… Artık neoliberalizm için kent mekânı değil, yoksulun kendisi dahi metalaştırılabilir nesnelere dönüşmüş durumda. Neoliberalizmin arzuladığı devlet ise sokak hareketlerinde, zor tekelinin yansıması olan polis gücü ile kendini göstermekte. 

Kamusal hizmet sunumunun kalitesizleştirilmesi, piyasada hizmetin daha iyi sunulduğuna dair algıyı uzun zamandır yapılan propagandalarla besledi. Algı ise kamuya aktarılan bütçenin bilerek daraltılması yoluyla yaratıldı. Böylece kamusal hizmetlerdeki kalitenin kasıtlı düşürülmesi, sermayeye alan açmanın meşrulaştırılması yöntemlerinden biri olarak kullanıldı, halen kullanılıyor. 

Yaşanan son olay ise öğrencilerin barınma kriziyle birleşen piyasalaşmanın bir göstergesi haline geldi. Koğuş tipi 8-10 kişiye ulaşan dar odalarıyla, kimi durumda insan sağlığı gözetilmeden hazırlanmış, içerisinden böcek çıkan yemekleriyle, klimasız odalarıyla, temizliğin iki haftada bir yapılmasıyla, tarikatlara kucak açan biçimiyle yurtlar, uzun zamandır Türkiye’nin zaten gündemiydi. Halbuki barınma krizinin ortasında kalan öğrenciler için yurt çıkması ekonomik anlamda biraz olsun rahatlamanın sağlanması anlamına geliyordu. Öyle olmadı. Pek çok öğrenci için yurtlar sadece uyumaya gidebileceği, yemeklerinin zaten yenilemez olduğu, giriş-çıkış denetimlerinin katı şekilde özellikle kadın öğrencilere uygulandığı mekânlar haline geldi. 

Sayıştay’ın Gençlik ve Spor Bakanlığı’na 2020 yılında yapmış olduğu denetim raporlarında da bahsedilen yetersizlikler açıkça vurgulanmış durumda. Yurt olmaya elverişli olmayan binaların yurt haline getirilmesi, mevzuatın gerektirdiği yangın söndürme ve algılama sistemleri, havalandırma sistemleri, asansör nitelikleri, altyapı sistemleri, yemekhane kapasiteleri, engelli kullanım alanları, ortak kullanım alanlarının kapasitesi ve niteliğinde asgari şartların sağlanmadığının altı çizilmiş. Yani aslında bugün asansörde yaşanan can kaybı, yarın yurtlarda başka bir nedenle gerçekleşmeye gebe. Barınma kriziyle birleşen günümüzde ise artık yurtların bu teknik şartları sağlamasından öte öğrenciler için sadece yatacak bir yatak olmaktan ileriye gidemediği aşikâr. Bir bakıma, barınma krizinin öğrencileri getirdiği nokta yaşamlarıyla sınanmaları oldu. 

Bugün asansörde hayatını kaybeden öğrenciyi konuşuyoruz ancak denetimin piyasaya devredilmesiyle 2020 yılından beri sayısız asansör kazasının yaşandığını ufak bir arşiv taraması yaparak görebilirsiniz. Bu durumda kamusal hizmetlerin içinin boşaltılarak piyasalaştırılmasının yurtlara yansıması, temel asgari koşulların dahi sağlanamamasına rağmen işletilmesinde yatıyor. Denetimin kamusal olarak yapılması gereken pek çok alanda olduğu gibi, insani barınma koşullarının yan bileşenlerinin piyasalaştırılarak insanların ölümlerine zemin hazırladığı bir noktadayız. Yapılması gereken ise neoliberalizmin fıtratına uygun şekilde devlet eliyle kendine yarattığı bu alanları, kamunun tekrar ele geçirmesi gerekliliğidir. Oysaki şunu görmek gerekiyor; neoliberalizmin bizleri sıkıştırdığı her alanda ölüm var. 

1 Asansör kazası sonrasındaki protestolarda Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin attığı slogan.