Sınır ötesinde savaşı besleyen, silah sağlayan, çağ dışı gerici terör örgütüne yandaş bir iktidarın, kendi sınırları içinde “benim gazetecim”, “benim muhtarım”, “benim mafyam” diyerek başını okşadığı kana susamışların akılları zorlayan tehditleri altında yaşamaya çalışıyoruz

Onlar gazeteci değil!

ZEYNEP ALTIOK AKATLI

Onlar bir nefret makinesinin hedefi,

Nefretten ve kötülükten beslenen yok edicinin ihbar ettiği,

Gücünü Hitler’den alan, henüz onun kadar şöhret ve kudret kazanamadığı için hiddetlenen diktatör özentisinin esir aldığı insanlar.

Onlar “önce insan sonra gazeteci.”

Onlar yuları diktanın elinde karbon kağıtla çoğaltılmış haberleri servis edenlerden değil. Onlar propagandaya, yalana itibar ederek (hâlâ kimsenin bulamadığı) “görüntüleri izledim, gerçekten çok vahim!” diyenlerden değil onlar “gerçekten çok vahim” görüntüleri ortaya çıkarıp izlettirenlerden oldukları için gazeteci değil. Onlar her gün kelimesi kelimesine aynı manşetleri atıp, şehvet ve aşkla güzellemeler düzenlerden, gazeteciliği Sur’da, dağda, makam uçağında hatıra fotoğrafı çektirmek zannedenlerden değil…

Onlar şeref, namus kavramlarının gerçek anlamını iyi bilen aydın insanlar. Bu nedenle yıllardır öldürüldüler, tutuklandılar, tecrit edildiler, sürüldüler, kovuldular. Can Dündar ve Erdem Gül ülkemizin kendini yineleyen ve şaşırtmayan devlet ve iktidar geleneğinin son kurbanları. 60 gündür tutuklular.

Ülkemiz tam ortadan yarılmış durumda. Bir yanda çılgın kindar ordusu. Bir yanda vicdanlı ve namuslu insanlar. Bir yanda zalim; bir yanda masum ve mazlum. Bir yanda para, rant ve mafya; bir yanda dayanışma ve paylaşım. Bir yanda ölüm; bir yanda direniş. Bir yanda baskı, sansür, cehalet ve yozluk; diğer yanda akıl, bilim, düşünce ve sanat. Bir yanda saltanat; bir yanda açlık ve savaş. Bir yanda din, mezhep, ırk; diğer yanda özgürlük ve barış…

Geçmişimiz kan içinde. Yurttaşlarımız kan ağlıyor. Geleceğimizin önünde kan çiçekleri…

Yarılmış ülkemizin bir yanında şehirler abluka altında. Sınırlar bile tutsak. Sınır ötesinde savaşı besleyen, silah sağlayan, çağ dışı gerici terör örgütüne yandaş bir iktidarın, kendi sınırları içinde “benim gazetecim”, “benim muhtarım”, “benim mafyam” diyerek başını okşadığı kana susamışların akılları zorlayan tehditleri altında yaşamaya çalışıyoruz. Katliamları yarıştıran, ölümleri yaftalayan “sözde başkan” her gün ağzını kara bir mağara gibi açarak içinden sıfatlar saçıyor, hakaretler yağdırıyor. “Piçlerin yetiştirilmek istendiği bir toplum” değil kendisine tapanların yaşadığı bir toplum için “Afedersiniz Ermeni”lerden, “İsrail dölleri”nden , “yezid”lerden, “iki ayyaş”tan, “Ali’siz aleviler”den, barış için imza veren “terörist” akademisyenlerden, Kürt’lerden, “kadın mıdır kız mıdır” bilemediklerinden, kısacası hepimizden kurtulmak istiyor. Başta “akıl sağlığnı ölçemediği” için kendi sıkletinde bulmadığı ana muhalefet partisi genel başkanı olmak üzere, barış ve demokrasi isteyenlerin tümünü terörist ilan ederek neredeyse ülkenin tamamını kendisine hakaret suçundan bizzat mahkemeye veren bu zat bugün “kanlarımızda duş almak” isteyenler için hiçbir hukuki işlem başlatmıyor.

Akıldan, aydınlanmadan, düşünceden korkan, kendisinden başka herkesten şüphe ederek tehdit altında hisseden saltanat meraklılarına bakın Metin Altıok nasıl seslenmiş:

“Sultan Aziz iyi güreş tutardı;

Yine de bileklerini keserek,

Kendini paranoyadan ancak kurtardı."* Bizler bu mekanizmanın gerçekliklerden korkarak, susturmak için sistematik olarak katlettiği, öldürdüğü insanlarımızın aydınlığındayız. 2016’nın Ocak ayında ülkemizin her yeri kan! Bu durum da yeni değil. Ocak ayı 1990’dan beri kanar. 8 Ocak, Metin Göktepe, 19 Ocak Hrant Dink, 24 Ocak Uğur Mumcu, 31 Ocak Muammer Aksoy demektir. 1 Şubat Abdi İpekçi’yi yitirdiğimiz gündür ve takip eden failleri bulunmamış, delil yok etmeler, adalete ket vurmalar, dosya kaybetmeler ve yayınlattırılmayan haberlerle, öğretilmeyen bilgilerle unutturulmak istenen gazetecilerimizin, aydınlarımızın anısıyla doludur. Ne öldürülmüşlerimizi unutacağız, ne esir aldıkları onurlu arkadaşlarımızı onlara bırakacağız. 29 Ocak günü arkadaşlarım Şafak Pavey, Dolunay Kışlalı ve Güvenç Dağüstün ile birlikte Can Dündar ve Erdem Gül için başlatılan umut nöbetinde olacağım.

Onlar gazeteci değil, onlar ışığımız, umudumuz.

Umut direniştir.

*Metin Altıok’un Gerçeğin Öte Yakası kitabında, Tarih Üzre bölümünden alınmıştır.