Örgüt ‘Lenin’

Levent HEKİM*

Neden Olmadı?

Toplumun genişçe bir kısmında değişime yönelik güçlü bir arzu olmasına rağmen neden olmadı sorusu tartışılmaya devam ediyor. Ana akım tartışmalar daha çok ana akım siyaset üzerine yoğunlaşıyor. Tek adam rejiminin yenilememesinin nedenlerini muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bireysel başarısı ve başarısızlığı üzerinden değerlendirirken, değişim talebi de buna paralel kişilerin değişimiyle başarılabileceği sığlıkta ele alınıyor. Meselenin bu şekilde ele alınması ana akım siyasal akıl açısından normal. Ama diğer taraftan da derin bir paradoksu içinde barındırıyor. Tek adam rejimine karşı güçlendirilmiş parlamenter sistemi alternatif olarak sunan bir siyasallığın son kertede tek adamlığa sıkışması bu paradoksun kendisi. Taktik ve teknik tüm nedenler bir tarafa bırakıldığında kaybedilmenin ana halkasını aslında bu siyasal aklın oluşturduğu söylenebilir.

Rejimin oylandığı referandum niteliğindeki bu seçimlerde kazanabilmenin yolu değişimden yana olan toplumsal kesimlerin siyasette aktif olarak seferber edilmesinden geçiyordu. Bunun yerine uzunca bir süredir rejime karşı toplumsal kesimlerde açığa çıkan tepki bekleme odasına alınarak sandığa, seçimlere hapsedildi. Bunun yanında tek adam rejimine muhalif tüm kesimlerin birlikte mücadelesiyle rejimin yenilebileceğini ifade eden ve iktidarın hile ve oyunlarına karşı barikatı güçlendirebilecek ilerici, yurtsever, sosyalist kesimleri dışlayan bir siyaset izlendi. Üstelik AKP-MHP iktidarının neoliberal muhafazakâr politikalarına karşı olan toplumsal kesimlerin talepleri yok sayılarak iktidar bloğuyla sağcılık yarışına girildi. Bugünden geriye bakıldığında yapılan hataların bu aklın ürünü olduğu daha net görülüyor.

Neden olmadığı noktasında kuşkusuz ana sorumluluk muhalefet bloğu içerisinde CHP’nin merkezinde olduğu Millet İttifakının yukarıda da ifade edildiği biçimiyle uyguladığı yanlış politikalarda. Peki sol, sosyalist kesimler meselesinin neresinde duruyor? Aslına bakıldığında solcular, sosyalistler tek adam rejimini yenmeyi önceleyen bir sorumlulukla hareket etti. Muhalefetin tek adayla seçime girebilmesinde etkin rol oynadılar ancak yeterli olmadı. Güç dengesi içerisinde bakıldığında sol, sosyalist kesimlerin sonucu tek başına değiştirecek bir güçte olmadığı da bir gerçeklik. Tek adam rejimin yenilmesinin olmazsa olmaz koşullarından biri rejimin karşısında barikat olabilecek güçlü bir toplumsal muhalefetin varlığıydı. Sosyalistlerin güçsüz olduğu bu koşullarda güçlü bir toplumsal muhalefetin örgütlenmesinin imkânlarından ne yazık ki bahsedilemez. Sosyalistlerin sorumluluğu tam da burada düğümleniyor. Bu çerçevede konjonktürel siyasal taktiklerin başarı ya da başarısızlığının ötesinde solun, sosyalistlerin projeksiyonu temel yapısal sorunlara çevirmesi gerekiyor.

PROJEKSIYONU SOLA TUTMAK

Sol, sosyalist siyasetin güçsüzlüğünün nedenlerini çok uzaklarda aramamak gerekiyor. Hatta güçsüzlüğe gönüllü olunmuştur. Neoliberalizmin ezilenlerin dayanışmasını, kolektif birlikteliklerini parçalamaya yönelik saldırıları sonucu açığa çıkan nesnel durumun değişmez bir gerçeklik olarak kabulü bunun göstergesidir. Bu kabul kolektif siyasallığın artık imkânsız olduğu savının sahiplenilmesine neden oldu. Herkesin çok farklı olduğu ve farklı tekiller ihtiva ettiği iddiasıyla artık kalıcı kolektiflerin kurulamayacağı kabul gören bir anlayış şeklini aldı. Olsa olsa anlık toplanmalar ve geçici koalisyonlar kurulabilir fikri geçer bir model haline geldi.

Kolektivitenin hem istenmeyen hem de imkânsız olduğu varsayımları aslında daha sinsi bir iddiadan türüyor: politik olan kişiseldir iddiasından. Kişilerin biricikliğine ve farklılığına odaklanan siyaset kolektif kurumsallıkları da reddeden hatta örgütlü yapıları devletle özdeşleştiren bir noktaya geldi. Herkesin tekil bireyler olduğu yerde sınıftan bahse[1]dilemeyeceği gibi sınıf parti ve örgütlerine de ihtiyaç kalmadığı öne sürüldü. Daha da ileri gidilerek örgütlü yapıların totaliter yapılar olduğu ve devlete benzediğine dair argümanlar geliştirildi. Bu argümanlar daha sonrasında iktidarın reddi çerçevesinde siyasal olanın yerine sosyal mücadeleleri kutsayan bir konumlanışa yerleşti. Bu bakış açısına göre siyaset sınıf ve partinin varlığını aşar ve böylece stratejik olarak iktidar mücadelesinden uzaklaşıp tüm biricikliğiyle gündelik yaşama dönmeyi gerekli kılar.

Kolektif özne yerine bireyin öznelliğini koyan anlayış aynı zamanda sol, sosyalist siyasette popülizmin etkin olmasını sağladı. Yukarıda ele aldığımız sol siyasette hâkim olan anlayış bireyi öncelese de kitleleri siyaset açısından verili kabul eder. Kitle başka bir siyaset için imkândır. Kitlerin toplanması eşitlikçi bir yoğunlaşma yaratır. Birey odaklı popülist siyaset bu deşarj anına odaklanarak açığa çıkan ihtimallerin çeşitliliğini kutsar. Kitlelerin orada olduğu güzel an siyasetine odaklanır. Popülizm için kitle, tek olanı siyaset sahnesine çıkarmak adına çoklukların üretilmesi ve dolaşımı anlamına gelir. Ne yazık bugün sol siyasete musallat olan bu anlayış, birkaç kişinin parlamentoya girmesiyle siyasi değişimin mücadele etmeden başarılabileceğini sanan bir siyasette somutlanıyor.

SORUMLULUK

Kolektif örgüt anlayış olarak kitleler dağıldıktan sonra bu eşitlikçi deşarjı sürdürmeye ona sadık kalmaya çabalar. Kolektif örgütlü mücadele açısından, popülizmin aksine kitlelerin hikmeti, çoklukların siyaseti ihlali meselesidir. Bu devrimci anlayış siyasal olanın bir yarılmada gerçekleştiğinin farkındadır. Bu yarılma kitlenin hayalî birliği üzerindeki popülist vurguların aksine ana bir çelişki etrafında yükselir. Sınıf çatışması bu çelişkinin Marksist ismidir. Bölünme siyasal özneyi de açığa vurur Halk, Lenin’e göre ezilenlerin devrimci ittifakının jenerik adlandırmasıdır. Jodi Dean kitle halk ve kolektif bir örgütlenmenin ilişkisini yeniden hatırlatmak adına şunları söyler: “Kitle vakası, halkı bir kolektif olarak, partizan özne olarak oluşturan Gerçektir. Partiyse, özneleşen kitle olayını siyasileşmiş olan halkın öznel sürecindeki bir âna tercüme eden bedendir.”

Bugün sol, sosyalist siyaset açısından kaybedilen, öznenin (halk) kendisidir. Kolektif öznenin kaybı, bireyi özne olarak gören anlayış ve bu anlayışın sol düşünceye hâkim olmasıyla ortaya çıkan (yukarıda anlatılmaya çalışıldı) durum güçsüzlüğümüzün nedenlerini gösteriyor. Sol, sosyalistlerin güçlenmesi ve tek adam rejiminin karşısında yeni[1]den bir alternatif olarak ortaya çıkması kaybettiğimiz özneyi (halk) bulmaktan ve mücadele etmekten geçiyor. Seçim üzerine yapılan tahlillerde sürekli %48’lik bir kesimin bu rejime karşı olduğunu vurguluyoruz. Bugün asıl sorunsallaştırılması gereken mesele bu kesimin ne kadarıyla kolektif hareket edebileceğimiz. Açığa çıkan bu gerçeklik sosyalistlere kolaya kaçmadan, toplum içinde örgütlenme ve yeniden kolektif olanı düşünme, siyasi bir özneyi (halk) inşa etme sorumluluğu yüklüyor.

*SOL Parti PM Üyesi.