Ortadoğu 2024: Vekâlet savaşlarında aktörler arttıkça savaş riski yükseliyor

Yusuf Tuna Koç

BirGün 2024 forumuna bu hafta Ortadoğu’yu bekleyen bir yıl başlığı ile devam ediyoruz. 

■ Geçtiğimiz yılın son aylarında başlayan Filistin-İsrail krizi 100. gününü geride bıraktı. Bu süreçte insan hakları örgütleri günde 100 Filistinli çocuğun hayatını kaybettiğini bildirirken, Güney Afrika İsrail’in işlediği savaş suçlarının “soykırım” olarak tanınması için Lahey’e gitti. Güney Afrika’ya destek veren ülkeler arasında Nambiya, Pakistan, İrlanda ve Brezilya var. 

■ Körfez ülkeleri İsrail ile yeni kurulan yakınlıktan ötürü Filistin konusunda sessiz kalırken, Erdoğan hükümeti içeride ayrımcılığa varacak söylemlerini tırmandırırken dışarıda İsrail’in en büyük tedarikçilerinden olmaya devam ediyor.  

■ İran, Suriye ve Irak’ta ABD’nin koruduğu bölgelere füze saldırıları yaparak gözdağı verdi. 

■ Özellikle uzun mesafeli hedefler seçmesi, bölgede kendi çıkarlarını koruma konusunda caydırıcılık mesajı verdiği şeklinde yorumlandı. 

■ Ancak Suriye ve Irak’ın ardından Pakistan’ı vurması ise iki komşu ülke arasında küçük çaplı bir krize sebep oldu. 

■ Her iki ülke de farklı terör gruplarını bahane ederek birbirinin topraklarına saldırdı. İran’ın başlattığı, Pakistan’ın misilleme yaptığı saldırıların ardında henüz nasıl bir motivasyon olduğu bilinmezken, Ortadoğu’daki gerilim Keşmir’e sıçradı. 

■ İsrail, Filistin’de sürdürdüğü soykırımcı saldırıları, İran-Lübnan-Suriye-Yemen hattına sıçrattı. Savaşın başından beri bu ülkelere dönük saldırıları ve açıklamalarıyla yaşanan insanlık krizini daha büyük bir çatışma ortamını yaratma imkânı olarak gören İsrail’in bu konuda en büyük destekçisi ABD.  

■ Savaşın başından beri BM’yi kitleyerek müdahaleyi engelleyen ABD, geçtiğimiz günlerde İsrail’in savaş ve lojistik gemilerinin geçişlerini engelleyen Yemenli Husi korsanlara, İngiltere ile ortak saldırı düzenledi, İsrail’in bölgede sürdürdüğü katliamların güvencesi olduğunu yeniden gösterdi.  

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye ve dünyayı bu sene bekleyen gelişmeleri konunun uzmanlarına sormuştuk. 

Bu hafta ise İbrahim Varlı, İlhan Uzgel, Hediye Levent ve Ramzy Baroud Ortadoğu’da süregiden ve beklenen yeni gelişmeleri, siyasal ve askerî krizleri değerlendirdi. 

*** 

İsrail çatışmayı genişletme amacında 

İran dahil Filistin yanlısı ülkelerin ve hareketlerin dikkatli olmasına sebep olan bir diğer faktör ise Arap dünyasının önde gelen ülkelerinin İsrail ile ilişkileri… 

İsrail-Filistin krizi üzerinden gelişen gerilim İran, Lübnan ve Yemen’i de etkisi altına aldı. Bu krizde Filistin’i destekleyen bölge ülkelerinin, uzun vadede daha keskin bir tavırla bölgesel krize dahil olmasını veyahut sürüklenmesini bekliyor musunuz? 

Hediye Levent: 7 Ekim’de HAMAS’ın İsrail yerleşim birimlerine yönelik saldırısı bölgesel gerilimler açısından yeni bir dönüm noktası oldu. Her ne kadar kriz HAMAS ve İsrail arasında patlamış olsa da Filistin meselesine destek veren İran ve Suriye ile bölgedeki İran destekli silahlı gruplar krizin bir parçası haline geldi. Ancak İran ve Suriye gibi ülkelerin ve İran destekli silahlı yapıların İsrail ile doğrudan bir savaştan kaçındığı söylenebilir.  

İran açısından mevcut duruma bakıldığında İran’ın neredeyse 1979 yılından beri sürekli mücadele halinde olduğu ancak birbirlerini doğrudan hedef almak yerine suikastlar ve kontrollü sayılabilecek sınırlı vekâlet savaşları yürüttüğü biliniyor. Keza İsrail de suikastlar, İran destekli gruplara yönelik saldırılar, uluslararası platformda İran karşıtı hamleler üzerinden İran’a karşı mücadelesini yürütüyor.  

Elbette 7 Ekim İran-İsrail çekişmesinin daha da sertleşmesine yol açtı ancak ne İran ne de İsrail doğrudan bir savaşa girmek niyetinde. Keza Filistin meselesinin destekçilerinden Suriye’nin bir savaşa girecek askerî, siyasi ve ekonomik gücü olmadığı biliniyor.  

Diğer taraftan İran destekli silahlı gruplar genel olarak İran’ın bölgeye yönelik politikalarına paralel hareket ediyor ancak bu silahlı grupların İran çok istese dahi İsrail ile bir savaşa dahil olmadan önce bulundukları ülkenin şartlarını göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Mesela Lübnan Hizbullah’ının savaşa girmesi halihazırda ekonomik ve siyasi açısından derin bir kriz halinde olan ve ordusu zayıf Lübnan’ın da savaşa sürüklenmesi demek. Böylesi bir kararın Hizbullah’a ağır bir faturası olabileceği Hizbullah tarafından göz önünde bulunduruluyor ve Güney Lübnan’da devam eden çatışmaların sınır bölgesi ile sınırlı kalması ve Lübnan içlerine sarkmaması için çaba gösteriliyor. 

İran dahil Filistin yanlısı ülkelerin ve hareketlerin dikkatli olmasına sebep olan bir diğer faktör ise Arap dünyasının önde gelen ülkelerinin İsrail ile ilişkileri… 

Başını Birleşik Arap Emirlikleri’nin çektiği normalleşme süreçleri ile birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin bir kısmı İsrail ile diplomatik, ticari ve askerî ilişkiler kurmaya başladı. Bu durum 2011 Arap Ayaklanması dönemine kadar bölge ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini şekillendiren Arap milliyetçiliği ilkesinin büyük ölçüde içinin boşalmasına, hatta silikleşmesine yol açtı. 

Günümüzde Suudi Arabistan dahil birçok bölge ülkesi bir taraftan İsrail’i bir bölge ülkesi olarak nitelendiriyor ve tanıma yolunda önemli adımlar atıyor. Diğer taraftan bu ülkeler 1948 yılından beri giderek karmaşıklaşan Filistin meselesini ve bölge ülkelerine dağılan milyonlarca Filistinliyi yük olarak görüyor. 

Keza Filistinli askerî ve siyasi yapılar arasındaki uzlaşmazlıklar, bütün Filistinlilere hitap edebilecek karizmatik bir liderin olmayışı, HAMAS’ın Müslüman Kardeşler ile yakınlığı gibi meseleler bölge ülkelerinin Filistin meselesine yaklaşımlarını olumsuz etkiliyor. 

Genel olarak meseleye bakıldığında Filistin yanlısı ülkelerin ve grupların İsrail ile bir savaşı başlatma olasılığı çok mümkün görünmüyor ancak İsrail’deki popülist ve yargı süreçleri ile başı belada olan Binyamin Netanyahu’nun bu ülkeleri ve tarafları bir bölgesel savaşa çekmeye çalışması mümkün. Her ne kadar ABD dahil birçok ülke bölgesel bir savaş ihtimalinden kaçınıyor olsa da İsrail’in suikastlar gibi eylemlerle tansiyonu daha da yükseltmesi beklenebilir. 

*** 

Kontrollü çatışma yayılıyor taraflar belirginleşiyor 

Çok aktörlü Suriye sahasında küresel/bölgesel aktörler şimdilik direkt karşı karşıya gelmek istemese de çatışmaların kontrolden çıkması her an mümkün. 

Suriye’nin kuzeyinde süren çatışma ortamı bu yıl içerisinde ne tür sorunlara gebe? Türkiye İsrail-Filistin, ABD-İran geriliminde nasıl bir siyaset izler? 

İbrahim Varlı: Çok parçalı, çok denklemli Suriye’de çatışmalar güç merkezlerinin kendi aralarındaki zımni uzlaşmaları sonucu bir süredir “dondurulmuş” gibi görünse de askerî, siyasi, lojistik tahkimat tüm gücüyle sürüyor. Aktörlerin bu yığınağı nedeniyle, krizin bir ateş topu misali patlaması küçük bir kıvılcıma bakıyor.  

Suriye halihazırda yeryüzündeki en parçalı ve kaotik ülke. Küresel, bölgesel, yerel aktörlerin kendi etkinlik/nüfuz alanları yarattığı Suriye, beş parçaya bölünmüş durumda. Kuzey batıda Hatay sınırındaki İdlib cihatçıların (HTŞ), Azez’den Cerablus’a uzanan kuzey hattı Türkiye ve ÖSO’nun, Fırat’ın doğusu ABD-SDG’nin, güneyde Ürdün sınırdaki El-Tanf bölgesi ise ABD’nin kontrolünde.  

Rusya, İran, Lübnan Hizbullahı gibi aktörlerin desteklediği Şam yönetimi ülkenin önemli bir bölümünde hâkim olsa da, bu farklı bölgelerdeki gelişmelerin her biri bir diğerini etkilerken, hassas dengeler üzerine kurulu denklem de oldukça kırılgan. 

DÜŞÜN YOĞUNLUKLU SAVAŞTA YENİ CEPHELER 

Hesapların, planların, çıkarların iç içe geçtiği ülkede ABD’sinden Rusya’sına ve Türkiye’sine aktörler kendi nüfuz alanlarını korumaya/genişletmeye çalışırken birbirlerinin çıkar alanlarını da sık sık yokluyorlar.  

Türkiye’nin Menbiç ve Tel Rıfat’a yönelik operasyonları, İsrail’in durmak bilmeyen saldırıları, ABD’nin Suriye ve Irak’taki İran bağlantılı yapıları bombalaması, Tahran’ın misilleme olarak üç ülkeyi vurması, Kürtlerle Arap aşiretlerin çatışması ve Ürdün’ün Güney Suriye’de Selefi/Vehhabi militanlara yönelik harekâtı Suriye’nin ne tür bir hesaplaşmaya sahne olduğunun göstergeleri. 

Çok aktörlü Suriye sahasında küresel/bölgesel aktörler şimdilik direkt karşı karşıya gelmek istemese de çatışmaların kontrolden çıkması her an mümkün. 

SİYASİ İSLAMCI REJİMİN HESAPLARI 

Gazze, Suriye, Kızıldeniz ve Irak hattında süren ve giderek yayılan kapışmanın bir ucunda da Türkiye var. Hamas’ın hamiliğine soyunan siyasal İslamcı rejim bölgede kendisine alan açmak için fırsat kollarken, Irak ve Suriye’deki konumlanışı itibariyle denklemin bilfiil içinde.  

Suriye ve Irak’taki konumlanışını sağlamlaştırmak isteyen Saray rejiminin Filistin/Gazze meselesinde inisiyatif alma girişimleri boşa çıktı. Yeni Osmanlıcı iktidar, Gazze krizinde denklemin dışında tutulurken İran-ABD hesaplaşmasında ise iki arada bir derede pozisyonunda. Bölgesel rakip olarak gördüğü İran’ın güçten düşmesine içten içe sevinse de, diğer taraftan da İran’dan sonra hedefin kendisi olabileceğine dair korkuyla ABD’nin yanında açıkça saf tutamıyor. 

20 günde 21 askerin yaşamını yitirdiği saldırılar sonrası yeniden sınır ötesi harekât söylemine başvuran AKP iktidarı, Suriye’deki koridoru tamamlayıp, mümkünse bunu Irak üzerinden İran’a uzatmanın peşinde. İktidar, seçime gidilirken sınır ötesi harekât kartını daha fazla kullanmayı planlarken, bunu oya tahvil etme, aynı zamanda da Astana masasında daha fazla pazarlık gücü elde etme peşinde. Bahçeli’nin “30 km yetmez 60 km derinlere inilsin” çıkışı bu isteğin dışavurumu. 

YENİ CEPHELER AÇILIRKEN 

Geniş Ortadoğu hinterlandında kriz yeni cephelerin açılmasıyla derinleşiyor. ABD ve İngiltere’nin Yemen’i, İsrail’in Gazze’yi ve Lübnan’ı vurması, Suriye ve Irak üzerinden yaşanan İran-ABD-İsrail hesaplaşması, Pakistan’ın Ürdün’ün füzeleri ateşlemesi Ortadoğu’da eşzamanlı olarak tırmandırılan gerilimlerin kontrolden çıkması, bölgedeki savaşların daha geniş bir alana yayılabilme potansiyelini taşıyor.  

Ortadoğu’daki ateşin Pakistan’a da sıçraması dikkat çekici. Nükleer bir güç olan Pakistan ABD-Çin rekabetinde de kritik bir önemde. Tahran’ın 24 saat içinde balistik füzeler ve insansız hava araçları fırlatarak Pakistan, Suriye ve Irak Kürt Bölgesini vurması meydan okumanın sınırlarının olmadığını da gösterdi. Tahran son saldırılarla, “direniş ekseni”ndeki uzantıları Husiler, Hizbullah ve Şii grupların yanında kendisinin de doğrudan harekete geçebileceği mesajını verdi ABD-İsrail-İngiltere ittifakına. Benzer şekilde “Anglo-Sakson emperyalizmi” de –ABD ve İngiltere– ittifakı Yemen’i füzelerle vurarak Tahran’a gözdağı vermiş oldu. 

Görünen o ki, ABD ve İsrail “kontrollü çatışma stratejisi” izliyor. Çatışmaların yayılmasından her iki ülke de oldukça hoşnut.  

FOTOĞRAFIN BÜTÜNÜNE BAKMAK 

Ortadoğu’da iç içe geçen sorunlar silsilesi, krizlere tek tek bakmayı değil, fotoğrafın bütününe bakmayı zorunlu kılıyor. Her aktörün kendince oyunlar kurmaya çalıştığı bu çetin coğrafyada, hiçbir gelişme nedensiz değil. Suriye-Irak’ta yaşananlar da bölgede hayata geçirilmek istenen ABD menşeli yeni planlardan bağımsız değil.  

Arap Baharı sürecinde siyasal/ılımlı İslamcılar üzerinden hayata geçirilmek istenen “Büyük Ortadoğu Projesi - BOP” çöken ABD emperyalizmi, hemen sonrasında “Yeni Ortadoğu Projesi”ni devreye soktu. İbrahim (Abraham) Anlaşmaları kapsamında Körfez Arap Ülkeleri ile İsrail barıştırıldı. Ancak bu proje de 7 Ekim saldırıları ile askıya alınmak zorunda kalındı. 

Özetle Irak ve Suriye’de yaşananlar Ortadoğu’da yeni bir sayfanın açılmak istendiğini gösteriyor. Güç merkezlerinin hesaplaştığı kırılgan bir av sahasına dönüşen Suriye’de ABD’den İran’a, Türkiye’den İsrail ve Rusya’ya çeşitli aktörlerin “kavgası” farklı versiyonlarıyla sürecek. Çatışmaların boyutları ve hesaplaşmanın ölçeği Ortadoğu’daki ihtilafların kontrolden çıkma tehlikesini taşıyor. Böylesi bir sonuç ise küresel jeopolitik denklemde yeni kırılmalara yol açabilir. 

*** 

Ortadoğu’da çatışmanın sürekliliği 

Rusya bir süredir Ukrayna’ya odaklandı ve askerî ve diplomatik olarak Ortadoğu’daki konumu zayıfladı. ABD büyük bir Ortadoğu savaşı istemediğini çok belli etti. 

ABD ve müttefiki güçlerin Ortadoğu için yakın dönemli planları neler, İran odaklı yeni bir gerilim beklemeli miyiz? 

İlhan Uzgel: Silahlı çatışma, devletlerarası çatışma, iç savaş, işgal, etnik gerilimler Ortadoğu coğrafyasında eksik olmadı. Ama son dönemde bölgede yaşanan türde bir çatışma serisi, şiddet sarmalı, aynı anda bu kadar çok sayıda aktörün içinde olduğu bir çatışma dinamiği yaşanmamıştı.  

Gazze savaşının açığa çıkardığı bu çatışma serisinde, Hamas ile İsrail, İsrail ile Hizbullah arasında, İsrail ve ABD’nin Suriye’deki İran uzantılarını vurduğu, Yemen’de İran’a yakın Husilerin Kızıldeniz’deki tankerlere, ABD ve İngiltere’nin de Husilere saldırı düzenlediği, İran’ın aynı anda Irak ve Suriye’deki hedefleri, bunlar yetmezmiş gibi İran’ın Pakistan’ı Pakistan’ın da İran’ı füzelerle vurduğu bir dönem yaşandı. 

“Büyük Ortadoğu Savaşı”nın başladığı, Gazze savaşının yayıldığı ve kontrolden çıktığı yorumlarına yol açan ve bu bölge için bile alışılmışın dışındaki çatışma yoğunluğu izaha muhtaç. 

FİLİSTİN SORUNU HEPSİNİN BAŞI

Filistin sorunu çözülemedi ve çözülme ihtimali zaman geçtikçe azaldı. Sorun çözülmediği için de biçim değiştirerek devam etti. İsrail bu son hamlesiyle Filistin sorununun “Hamas” dönemini kapatmayı denedi. Şimdiye kadar, Gazze’yi yerle bir etmek ve 24 bin Filistinliyi katletmek dışında bir sonuç alamadı. Zaten çok da iyi olmayan kendi imajına zarar verirken, Batı uygarlığının halihazırda sorunlu olan etik değerlerini yerle bir eden, Batı toplumlarının kendi içinde ve devlet aygıtlarıyla duyarlı toplumsal kesimler arasındaki ayrımını da derinleştirdi.  

Ağırlaşan Filistin sorununa, Suriye sahasında İsrail, ABD, İran ve Türkiye’nin askerî eylemlerinin devam etmesi eşlik etti. 

Ortadoğu’da Büyük Savaşı Kim İstiyor? 

ABD için Ortadoğu bölgesinin küresel stratejisindeki yeri dönüşüyor. Washington, dış politikasında ve küresel stratejisinde Ortadoğu’nun öncelikli olmasını istemiyor. Bu durum genelde, ABD’nin Ortadoğu’dan çekildiği, bölgede belirleyici olmaktan çıktığı yolundaki değerlendirmelere yol açtıysa da bu doğru değil. ABD yalnızca dikkat ve enerjisini 2018’den itibaren Hint-Pasifik olarak tanımladığı bölgeye kaydırıp Çin’i çevrelemeye, Baltıklar’dan Karadeniz-Kafkasya hattına Rusya’yı kuşatmaya ve Ukrayna’da bir vekâlet savaşı yürütmeye harcıyor. Bu küresel koşullar altında bir de Ortadoğu’da stratejik avantaj sağlamayacak Gazze’deki çatışma ya da Lübnan’ın ve İran’ın buna dahil olacağı bir bölgesel savaşı tercih etmiyor.  

Bu yüzden ABD, Gazze’ye yönelik İsrail saldırısı başladığında iki uçak gemisi filosunu bölgeye göndererek bir yandan İsrail’e koruma sağlarken, öte yandan bölge ülkelerine bu savaştan uzak durmaları konusunda somut bir uyarıda bulundu.  

Biden yönetiminin çatışmaların yayılmasını istememesinin altında küresel jeopolitik gelişmeler kadar iki kaygı daha rol oynadı. Bunlardan ilki iç politikada 2024 sonunda yapılacak başkanlık seçimleri. Biden’in seçim sürecinde Yahudi lobisini karşısına alması beklenemezdi. Ama kayıtsız şartsız İsrail’in arkasında durmanın da bir bedeli oldu. İsrail’in vahşet düzeyine ulaşan sivillere yönelik katliamı bir süre sonra tepki çekmeye başladı ve özellikle genç seçmende Biden’e karşı eleştiriler yükseldi. İkincisi, İsrail’in kural tanımaz şiddeti ve ABD’nin körlemesine desteği ABD’nin bölgedeki konumuna zarar vermeye başladı ve uzmanlardan uyarılar gelmeye başladı. Gazze savaşının şu koşullarda ABD’nin ne küresel ne de bölgesel stratejisine sağladığı bir fayda ya da katkı söz konusu değil. Hatta, İbrahim Anlaşmalarına Suudi Arabistan’ı da dahil edeceği sürecin ertelenmesine yol açtı. Biden’in birçok koldan Netanyahu hükümetine yönelik baskısı ise sonuçsuz kaldı.  

Öte yandan İsrail ise üzerinde baskıyı, Gazze’deki çatışmayı bölgeye yayma hamleleriyle karşılıyor. ABD yönetiminden gelen savaşı bitirmesi yolundaki girişimleri el yükselterek, çatışmaları yayma tehdidiyle bertaraf etmeye çalışıyor. Örneğin, İsrail aynı anda Lübnan’daki Hizbullah ile küçük çaplı bir çatışma yürütüyor. 7 Ekim’den bu yana Lübnan’daki Hizbullah’ın İsrail’e 200, İsrail’in de Hizbullah hedeflerine 1.200 saldırı gerçekleştirdiği görülüyor. 

İran ise, 1988’de biten ve büyük ekonomik ve insani kayba neden olan Irak ile savaşından sonra vekâlet savaşı sürdürme politikasına geçti. Güvenliğini ise uzun menzilli füzelere sahip olarak caydırıcılık yoluyla sağlamaya çalıştı. Doğrudan bir çatışmaya girmek yerine vekilleriyle birlikte bir “Direniş Ekseni” kurmayı tercih etti. Gazze katliamında etkisiz kalma imajından kurtulmak için vekillerini harekete geçirdi. Lübnan’dan Yemen’e uzanan bu geniş hatta İran nispeten daha düşük bir maliyetle hem bu ülkelerin iç siyasetlerin üzerinde bir etkiye sahip oldu hem de çatışmaların gidişatı belirleyebildi. En son Pakistan ile giriştiği ve kontrolü bir ölçüde kaybettiği karşılıklı füze saldırıları dışında bu stratejisine bağlı kaldı.  

BÜYÜK SAVAŞTAN ÇEKİNME KÜÇÜK ÇATIŞMALARI TETİKLEDİ

Rusya bir süredir Ukrayna’ya odaklandı ve askerî ve diplomatik olarak Ortadoğu’daki konumu zayıfladı. ABD büyük bir Ortadoğu savaşı istemediğini çok belli etti. İran ise daha çok vekilleri üzerinden çatışma yürütme stratejisine bağlı kaldı. Devletlerarası bir savaşın çıkma ihtimalinin azalması, tarafları küçük çaplı hamleler yapma konusunda rahatlattı ve çatışma dinamiği düşük yoğunluklu çatışma eksenine kaydırdı. Örneğin Lübnan halkı da yönetimi de İsrail ile 2006’da yaşandığı gibi bir savaş istemiyor. ABD bazen Lübnanlı yetkililer bazen da arabulucular vasıtasıyla Hizbullah’a ulaşıp çatışmayı tırmandırmamalarını istiyor. Bunun farkında olan İsrail ise, Lübnan’daki nokta hedeflere saldırıyor, Hamas liderine suikast düzenleyebiliyor. Hizbullah ise İsrail ile topyekûn bir savaşa girmektense dayanışma içinde olduğunu gösteren küçük çaplı saldırılarla yetiniyor. 

ABD ise tıpkı İsrail gibi uzun süredir Irak ve Suriye’deki İran vekillerini vurmayı tercih ediyor. İran buna cevap olarak Yemen’deki Husiler aracılığıyla Kızıldeniz’deki deniz trafiğini bloke edecek bir saldırıya başvurdu. Küresel ticareti olumsuz etkileyen bu girişime ise ABD ve İngiltere doğrudan müdahale ile karşılık verdi. Batı sistemi on yıla yakın süren Yemen iç savaşını genelde izlerken, ticaret gemilerinin vurulmasına ânında tepki verdi. Mallar insan hayatından hep daha önemli oldu.  

Bu karmaşık denklemde İran askerî gücünü kanıtlama ve nerelere kadar uzanabileceğini göstermek de istedi. Neredeyse eşzamanlı olarak ülkesinin doğu ucundan Suriye’de İdlib yakınlarına yaklaşık 1.400 km mesafe kateden bir füze göndererek askerî kapasitesi açısından gözdağı verirken ve Suriye ve Irak’ta vekilleri aracılığıyla ABD üslerine küçük çaplı saldırılar düzenlerken, ipin ucunu kaçırarak bir füze saldırısı da Pakistan’a yaptı. Pakistan bölgesel konumu itibariyle bunun altında kalamazdı ve öyle de oldu. İran uzun süredir vekâlet savaşı konsepti dışına çıkarak doğrudan komşu bir ülkeye saldırmış oldu ve ülkesini hedef haline getirdi. Taraflar yine de bunu tırmandırmaktan kaçındılar. 

İsrail’de Netanyahu hükümeti Gazze’de sivil halka karşı yürüttüğü savaşı olabildiğince uzatma çabasında. Bu durum bölgedeki “kontrollü istikrarsızlığın” bir süre daha devam edeceğini gösteriyor. İsrail ve İran bir süre daha bu politikaya devam edecekler. Bedelini sivillerin ödediği ve ABD üsleri ile uluslararası deniz taşımacılığına dokunmadığı sürece Batı sivil kayıpları tolere edecek, göstermelik açıklamalar, diplomatik görüşmeler yapılacak. Ortadoğu bir süre daha, en azından Gazze saldırısı bitmeden rahat nefes alamayacak.