Örümcek Adam: Eve Dönüş
Bir süredir Amerikan süper kahraman filmlerine ya da büyük bütçeli blockbuster’larına gitmiyorum. Fakat Örümcek Adam, diğer süper kahramanlara göre sevimlidir. Ayrıca yeni filmde Marisa Tomei var ki kendisiyle bir zamanlar Antalya’da tanışmıştım. Marisa Tomei konusunda, Seinfeld’deki George Costanza gibiyimdir biraz.
Ve fakat yeni Örümcek Adam’da en sevmediğim süper kahraman olan, silah tüccarı Iron Man de var. Ayrıca Marisa’ya verilen rol çok küçük. Bir de Marisa’ya 'Her' filminden çıkmış gibi duran, tuhaf, yüksek belli pantolonlar giydirmişler. Ve başka nedenler de eklenince yeni Örümcek Adam bir hayal kırıklığı oldu.
Bu nedenler de şöyle: Aksiyon sahneleri benim için genellikle sıkıcıdır ama Tobey Maguire’lı Örümcek Adam filmlerinin bu konuda başarılı olduğunu hatırlıyorum. Eve Dönüş, aksiyon sahnelerindeki akışı zedeleyen bir şey icat etmiş: Konuşan bir giysi. Hani arabalarda yol tarifi yapan kadın sesleri gibi bir sesi var Örümcek Adam’ın yeni giysisinin. Bu komik elbette ama aksiyonun içine de limon sıkıyor.
İkincisi, filmdeki en önemli kadın da bu elbisenin konuşan kadını. Yoksa Örümcek Adam’ın aşık olduğu kız ya da Örümcek Adam’ın teyzesi May (Marisa Tomei) önemli rollere sahip değiller. İlginç bir tek kadın karakter var, o da sınıfın anarşisti rolündeki genç kız ama onun da rolü çok sınırlı. Kısacası Örümcek Adam’ın gönül macerası da sınıfta kalıyor.
Yani ne aksiyon ne de romans işliyor. Ne işliyor derseniz Michael Keaton’ın kötü adamı hiç fena değil. Filmin en doğru sözlerini söylemek de bu kötü adama düşüyor: “Iron Man, servetini nasıl yaptı sanıyorsun? Kötülere silah satarak. Onlar için senin, benim gibilerin hayatının bir değeri yoktur” diyor Keaton’ın kötü adamı. Söz doğru ama söyleyen yanlış. Sonuçta bu filmleri üretenler için de benzer şeyler söylenebilir. Onlar, bu dandik hikâyeleri satarak servetlerine servet katıyorlar ve sen, ben onların umrunda değiliz.
*****
‘Size söyleyecek hiçbir şeyim yok’
Sebahattin Selim Erhan, Süleyman Toklu’nun yaşamının önemli bir kesitini anlattığı 92. Gün adlı kitabı için “Umarım anlatılan bu efsanevi mücadele geniş kitlelere ulaşır” diyor
Yine Kazacağız Yine Kaçacağız ve Karadeniz’in Zemheri Çocukları adlı iki kitabın yazarı Sebahattin Selim Erhan’ın yeni kitabı: 92. Gün. Erhan, 12 Eylül döneminde yaşadıklarıyla, duruşuyla Süleyman Toklu’nun hayatının önemli bir kesitini kitaplaştırdı. Farklı kişilerin tanıklıklarına da yer veren yazar “Yaptığım, her yanıyla, her detayıyla, her duygusuyla gerçek bir yaşanmışlığı öyküleştirmekti, umarım başarmışımdır” diyor. Dipnot Yayınları’ndan çıkan ‘Size söyleyecek hiçbir şeyim yok’ sözünün odak noktası olduğu kitabın yazarı Sebahattin Selim Erhan sorularımızı yanıtladı.
» Bugünden bakarak üç kitabınızı birlikte değerlendirir misiniz?
Gençlerin bilmediği veya eksik yanlış anlatılan bir dönemin bilinmesini istedim. 12 Eylül 1980 öncesi verilen mücadeleyi ve sonrası yaşanan işkence ve cezaevi süreçlerini, üç ayrı kitapta, yaşamışların ağzından, tanıklıklarla öyküleştirerek yazdım. O süreçleri yaşayan birisi olarak böyle bir sorumluluk hissettim ve bu sorumluluğu yerine getirdiğimi düşünüyorum.
» 92. Gün için çalışmaya başlarken, ilk iki kitabınızda olduğu gibi sadece gerçeği öyküleştirmeyi, belgesel eksenli bir yazımı mı tercih ettiniz, belirli bir edebi türe uyarlılığı gözettiniz mi?
Özellikle belgesel eksenli olmaması için uğraştım. Tercih edilmeyen bir yöntemle, kitabın kahramanının ağzından ve yazarın ağzından iki dil kullandım. Ayrıca yine tercih edilmeyen, geri dönüşlere başvurdum, ani dönüşlerle. Diyalogları sert ve doğal kullandım. Roman tadında olmasa da öykü tadında olsun istedim. Olumlu tepkiler roman çalışması için cesaret verdi.
» Kahramanınızdan ve tanıklarından dinlediklerinizin kitaba yansımayan sizdeki etkileri hakkında neler söylemek istersiniz?
Kitap her şeyiyle vahşi bir dönemi anlatıyor. İnsanların öldürülüp intihar süsü verildiği, kaçırılıp öldürüldüğü, yaygın bir şekilde tecavüz edildiği, kanunsuz bir dönem. Bu anlamda kitaba yansımayanlar oldu.
» Otosansüre zorlayan olaylar, olgular, anlar oldu mu? Olduysa bu noktaları nasıl aştığınız?
Hiç otosansür yapmadım, kitabın kahramanı Süleyman yaşadığı her şeyi tüm açıklığıyla anlattı, ben de kitaba yansıttım. Sadece birkaç arkadaşın isimlerini değiştirdim. Yine ayni süreçte olumsuz tavırları olan bazı insanları, kitabın konusu olmadığı için kitaba yansıtmadım. O süreçte işkencehanede olan fazla sayıda arkadaşla kayıt yaparak görüştüğüm için, neredeyse oralarda yaşanan her şeyi detaylarıyla biliyorum.
» Yazmaya başlarken düşündükleriniz, yazarken değişti mi?
Değişmedi. Süleyman ile çok iyi bir uyum yakaladık ve bana bu konuda hiç müdahale etmedi. Ona taslağı gönderdiğimde hatırlamadığı veya söylemeyi unuttuğu çok şeyin yazılı olduğunu görünce şaşırması onu olumlu etkiledi. Bu anlamda başlarkenki planımı hayata geçirdim.
» Süleyman Toklu’nun direnme gücünün asıl kaynağı, insani ve ahlaki iç tutarlılık mı?
Süleyman ile görüşerek kayıt yaptığım bir aylık süreden sonra, onunla baş başa piknik yaparak bir gün geçirdik. Daha sonra onu benim yaşadığım şehre davet ederek, sabahlara kadar sohbetler yaptık. Doğduğu köye gittim, ağabeyi ve çocukluk arkadaşlarıyla görüştüm. İşkence sürecinde ismi geçen herkesle görüştüm. (Hatta karşıma Süleyman’a İstanbul’da işkence yapan ekibin başındaki komiserle görüşme imkânı çıktı, çok düşündüm ama girişimde bulunmadım.) Kitapta adı geçmeyen yakın mücadele arkadaşlarıyla görüştüm. Bu süreçte Süleyman’ın, gördüğüm nadir tutarlı insanlardan birisi olmasının yanında, insani duygularının, çok önde olduğunu anladım. İnsani ve iç tutarlılığının siyasi tutarlılığıyla aynı düzeyde olmasının direnişinin temelini oluşturduğunu anladım.
» Direnenler ile kısmi veya ağır yenilgi yaşayanlar arasında ortak geçmişlerinden gelen duygudaşlıklar ve yer yer yaşanan kırılmalar, birbirleri üzerindeki karşılıklı etkiler okura nasıl yansıyacak?
Kitabın 147. ve148. sayfalarında ve ‘ayak sesleri’ bölümü olan 153. ve 154. sayfalarında bunu anlatıyorum. Süleyman’ın hücrede diğer arkadaşlara nasıl davrandığı anlatılıyor. Aslında bu bölümler kitabın en çarpıcı ve üzerinde düşünülmesi gereken bölümleri.
» Toklu’nun gündelik yaşamından; hem aşklarıyla, tarım işçisi, orman işçisi, öğrenci yönleriyle hem de sosyalist militan yönüyle ilgili hoş kesitler veriyorsunuz.
Araştırmalarımda çocukluğunda şekillenmiş ve yaşı ilerledikçe geliştirmiş bir tutarlılık ve kararlılık. İnanmadığını kabullendirmenin imkânsız olduğu bir kişilik. Buna denk düşen mütevazılık. Onun için karar vermenin çok önemli olduğunu, kararı verdikten sonra kararını hiçbir gücün değiştiremeyeceğini gördüm. Özcesi her yönüyle eşit gelişmiş, az bulunan bir insan vardı karşımda. Okurun böyle bir direnişi başaran birisini tanıyabilmesi için; çocukluğundan, ilkokul, gençlik, üniversite aşklarından, derslerindeki üstün başarısından, orman işçiliğinden, kavgalardaki gözü pekliğinden, zorlamalara karşı tavırlarından, yeri geldiğinde inatçılığından kesitler anlatarak tanıtmaya çalıştım.
» Kendisinden önce binlerce defa basılmış basamakların aşınmamış yerlerine basan Süleyman Toklu ile sorguda “Ya öleceğim ya da konuşmayacağım” diyen Süleyman Toklu’nun, bu iki özelliğini nasıl yorumlar, nasıl bağdaştırırsınız?
O basamakların aşınmamış yerlerine basacak kadar duyarlı olan birisi ancak böylesine bir direnişi sürdürebilirdi. Süleyman’ın direnişinin özelliği, sadece direnmesi ve işkencecilere pes ettirerek istediği gibi ifade vermesi değil. İşkencehanedeki yeni yakalanmış veya ifade vermiş herkesi direnmeye çağırması, oralarda bir direniş hattı oluşturmak istemesi. Bunu yaparken de hiç çekinmeden işkencecilerin duyacağı bir şekilde adını soyadını söyleyip “Arkadaşlar ben direniyorum ve de direneceğim, siz de direnin” diye çaba harcaması, her an ve her gittiği yerde. Ayrıca işkence görenlere fiziki yardım etmesi. Bu davranışları onun sevilip desteklenmesine yol açıyor. Adeta herkes adına direniyor, herkes onun direnişini sürdürmesini canı gönülden istiyor. Süleyman o kadar mütevazı ki, bu anlattıklarımı ondan değil, işkencehanedeki arkadaşlarından dinledim. Hücrelerden işkencehanede konuşulan her şey duyulur. Süleyman bu bölümleri taslağı okuyunca gördü ve şaşırdı.
Kitapdaki anlatım tekniğimden dolayı Süleyman anlatıyormuş gibi anlaşılabilir. O işkencehanede olduğu gibi benimle konuşurken de ağzı sıkı ve yüzü kızararak anlatıyordu. Süleyman’ın gösterdiği dayanışmalar, oradaki diğer arkadaşlarca anlatılmıştır. O bölümleri yazarken birinci tekil şahıs dili kullandığım için Süleyman anlatıyor zannedilebilinir.