Poor Things’te genç kadın olarak kendi bebeğinin beyni ile dünyayı keşfetmek zorunda olan Bella’nın hikayesinde Emma Stone bebeklikten çıkıp, kendi bedeni ve arzularının keşfine uzanan yolculuğunda; etrafını sarmalamış erkekler dünyasından zincirlerini kıra kıra özgürleşen, olgunlaşan ve film boyunca kademe kademe büyüyen bir kadını başarıyla canlandırıyor.

Oscar’dan geriye kalanlar

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni

96. Akademi ödülleri sahiplerini buldu ve uluslararası sinema dünyasını etkileyen bir yılı daha geride bırakmış olduk. Ödül töreninde yaşanılanlar, ödüllendirilen filmler, sahneye çıkan kazananlar, kaybedenler, ödül konuşmaları, giyilen kıyafetler, kırmızı halıda yapılan geçişler ve yaşanan kazalar ile bir süre magazini meşgul etse de Oscar ateşi yavaş yavaş sönerken yeni festivaller, yeni filmler üzerinden sinema dünyasındaki heyecan farklı platformlarda devam edecek.

Bu yıl Oscar’a aday gösterilen filmlerden Barbie ve Oppenheimer sinemalarda gişe başarısı elde eden ve gösterimleri boyunca tartışmaları üzerinde tutan filmler oldu. Buna karşın Oscar’a 11 dalda aday gösterilen Christopher Nolan’ın Oppenheimer 7 dalda ödülleri toplarken, Barbie (Billie Eilish ve Finneas O’Connell) en iyi şarkı dalında aldığı tek ödülle yetinmek zorunda kaldı. Bu yıl Oscar’ın ikinci büyük kazananı ise Yunan Tuhaf Dalgası’nın da önemli isimlerinden olan Yorgos Lanthimos’un Poor Things (Zavallılar) oldu.

Film 11 dalda Oscar’a aday gösterilse de En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Sahne Tasarımı, Kostüm Tasarımı, Saç ve Makyaj dallarında olmak üzere dört ödülün sahibi oldu. Jonathen Glazer’in gösterime girdiği ilk gündem itibaren eleştirmenlerden tam not alan The Zone of Interest (İlgi Alanı) filmi ise Yabancı Dilde En İyi Film ödülüne layık görüldü.  

Sinema Sektöründe Güncel Sorunlar ve Savaşın Gölgesinde Oscar  

2023 yılı sinema sektöründe yaşanan radikal dönüşüm, yapay zekâ, buna bağlı olarak yeni üretim biçimleri ve grevlerin etkin olduğu bir yıl oldu ve dolayısıyla 2024 Akademi Ödül töreninde bu sorunların gündeme getirilmesi de kaçınılmaz oldu.  

Öte yandan ödül gecesi Dolby Theatre önünde Gazze’deki savaş protesto edildi, salonda The Zone of Interest filmi ile ödül alan Yahudi kökenli yönetmen Jonathan Glazer törende yaptığı konuşmada ister 7 Ekim Hamas saldırısı, isterse onun devamında başlayan ve hâlâ süren Gazze’deki insanlık dışı saldırılara” dikkat çekti ve tüm bu yaşananların son bulmasını diledi. Ramy Youssef, Mark Ruffalo, Billie Eilish ise Gazze’de ateşkese ithafen yakalarına taktıkları kırmızı broşlarla törene katılarak Filistin’de yaşananlara dikkat çektiler. En İyi Belgesel ödülünü kazanan Ukraynalı gazeteci Mstyslav Chernov’un yönettiği Mariupol’da 20 Gün ise Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini belgeleyen ve kuşatma altındaki liman kentinde yaşayan halkın savaş ortamında çektiği acılara odaklanıyor. Ödülü almak için sahneye çıkan Chernov, “Ukrayna tarihinde ilk kez bir film Oscar kazandı, bir yönetmen olarak bu ödül nedeniyle ne kadar onur duysam da keşke şehirlerimiz, ülkemiz hiç işgal edilmeseydi ve ben de bu filmi hiç çekmeseydim” derken her gün onlarca insanın hayatını kaybettiği, insanların ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldıkları dramı dile getirdi. Atom bombasının yaratıcısı Oppenheimer’in hayatını canlandıran ve bu rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi olan İrlandalı oyuncu Cillian Murphy de ödülünü barış için mücadele edenlere adadı. Böylece daha çok ışıltılı sahne gösterileri, yıldızların kırmızı halıdan geçişleriyle öne çıkan Oscar töreni bu yıl toplumsal ve dünya gerçekliğine ilişkin eleştirel dilin de yansıtıldığı bir mecra oldu. 

Oscar Ödülleri’nde Kadınlar 

Oscar için yarışan en iyi filmler arasında tek kadın yönetmen olan Justine Triet, Bir Düşüşün Anatomisi ile En İyi Özgün Senaryo, Grate Gerwig’in filmi Barbie için Billie Eilish’in bestelediği “What Was I Made For” En İyi Şarkı Dalı’nda ödüllerin sahibi oldular. Bununla birlikte erkeklerin daha çok etkin oldukları kurgu dalında Oppenheimer filmindeki başarısı ile Jennifer Lame ödülü alırken, Poor Things filmindeki başarıları ile Nadia Stacey (Mark Coulier, Josh Weston ile birlikte) En İyi Makyaj ve Saç, Holly Waddington En İyi Kostüm, Shona Heath ve Zsuzsa Mihalek (James Price ile birlikte) En İyi Sahne Tasarımı ödüllerinin kazananları oldular, Emma Stone ise Bella Baxter rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. Bir bakıma sinemada çoğu zaman görülmeyen/gösterilmeyen kadın emeği Poor Things’in toplam dört ödülünde kadın emeğini görünür kıldı. 

Emma Stone ikinci kez En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu 

Lily Gladstone (Killers of the Flower), Sandra Hüller (Anatomy of a Fall), Carey Mulligan (Maestro) ve Annette Bening (Nyad) gibi adaylar arasında Emma Stone Poor Things’teki rolüyle ikinci Oscar’ı aldı. 1988 doğumlu oyuncu ilk dönem süper kahraman ve gişe rekorları kıran Örümcek Adam filmlerinin ardından, 2014 yılında Woody Allen'ın yönettiği Magic in the Moonlight filminde yer alarak kariyerinde yeni bir yol çizdi. Ardından 2015 yılında Birdman ve 2019’da The Favourite filmlerindeki rolleriyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar'a aday gösterildi. Ancak 2017'de La La Land müzikalinde gösterdiği başarılı performans ile hem En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar hem Altın Küre hem de Bafta ödüllerinin sahibi oldu.  

Poor Things’te genç bir kadın olarak kendi bebeğinin beyni ile dünyayı keşfetmek zorunda olan Bella’nın hikayesinde Stone bebeklikten çıkıp, kendi bedeni ve arzularının keşfine uzanan yolculuğunda; etrafını sarmalamış erkekler dünyasından zincirlerini kıra kıra özgürleşen, olgunlaşan, kendi yaşamı hakkında söz sahibi olabilen ve film boyunca kademe kademe büyüyen bir kadını izleyiciyi de ikna ederek başarıyla canlandırıyor. İlk filmini 2005 yılında çeken ve bugün 36 yaşında olan Stone bugüne kadar rol aldığı toplam 8 dizi ve 33 filmde alışılmışın dışında zor rollerin altından başarıyla kalkmayı başardı ve sinemada feminizmin haklı savunucusu olarak Oscar ödülünü hakkıyla ikinci kez havaya kaldırdı.  

The Zone of Interest’in düşündürdükleri 

Holokost'u konu alan İngiliz yönetmen Jonathan Glazer’in üstlendiği The Zone of Interest aynı zamanda Auschwitz İmha Kampı’nın yasak bölgesine verilen gizli ad. Filmde toplama kampının komutanı Rudolf Höss (Christian Friedel) ve karısı Hedwig’in (Sandra Hüller) çocuklarıyla geniş bahçeli, iki katlı evlerinde sürdürdükleri günlük yaşamları ile yanı başlarında kurşuna dizilen, gaz odalarında yakılan, insanlık tarihinin utanç veren toplama kampındaki tutukluların yaşamı yan yana getiriliyor. Bu kez alışık olunan Holokost filmlerinin aksine kameranın bakışı toplama kampında yaşayanlar değil, kampı yöneten komutan ve ailesinin tarafında duruyor. Filmin ilk sahnesinden itibaren çiçeklerle bezenmiş, bahçede beş çocuklu mutlu bir ailenin huzur içinde yaşamları, dışarda her şey normalmiş gibi bir duygu yaratıyor. Her sabah komutan Höss, eşi ve çocuklarıyla vedalaşarak evinin yanı başındaki “Arbeit macht frei” (çalışmak özgürleştirir) yazan Auschwitz’in kapısından içeri giriyor, akşam çocuklarına masal okuyor, eşiyle tatil planları yapıyor. Ve bir adım ötede toplama kampında insanlıktan çıkarılan, aşağılanan, işkence edilen, zorla çalıştırılan, istismar edilen, yakılan, öldürülen, diri diri gömülen insanların çığlıkları gündelik hayatın süregeldiği bu evde yaşayanlara hiç sirayet etmiyor. Nazi kamplarında görev alan komutanlar, askerler, sorumlular mesai saatleri içinde herhangi bir işe gider gibi bu kamplarda insanlık dramının yaşanmasında etkin rol üstlenirlerken, bir memur gibi sadece işlerini mi yapıyorlardı? İyi bir eş, iyi bir aile babası olan Höss aynı zamanda Auschwitz’in komutanı olarak işini en incelikli yaparken, Yahudi tutukluların eşyalarına sıradan bir hediye kabul eder gibi el koyan eşinin sıradanlaştırılmış yaşamlarını perdeye taşıyan film bu kez Nazilerin bakışından Holokostu tartışmaya açıyor. Alman Taz gazetesinden Doris Akrap “Büyük beğeni toplayan Holokost filmi The Zone of Interest, Nazilerin çocuklarını sevdiklerini ama yine de toplu katliam yaptıklarını gösteriyor. Bu konuda herhangi bir şüphesi olan var mı?” başlıklı yazısı ile (https://taz.de/The-Zone-of-Interest-in-Vorauffuehrung/!5991776/) tam da bu konuyu tartışmaya açıyor. Akrap, bir toplama kampı komutanı ve ailesinin hayatını merkeze alan filmin neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığının önemli olduğunu söylüyor ve filmi izlediğinde sarsıldığını, rahatsız olduğunu hatta filmin bu kadar olumlu eleştiri alması karşısında şaşkınlığını dile getiriyor. Aynı gazetede Fernanda Thome ise “Holokost filmi The Zone of Interest: Duvarın Ötesinde” başlığı ile https://taz.de/Holocaustfilm-The-Zone-of-Interest/!5988000/ Jonathan Glazer'in yeni film projesi The Zone of Interest’te asistan olarak çalışma teklifi alan eşiyle birlikte Auschwitz'e gittiğini ve buradan edindiği gözlemleri ile filmin çekildiği mekan ve filmin konusuna ilişkin gözlemlerini yazıyor. Thome’nin eşi filmin prova çalışmalarına başlayınca kendisi de kasabayı keşfe çıkıyor. Ancak “kasabada Holokost'un izine neredeyse hiç rastlamadığını, kafeleri, parklarıyla küçük, güzel ve tarihsel bir kasaba görünümünde olan Auschwitz’lilerin de dışardan gelenlerin Holokosta ilgilerinin devam etmesinden rahatsız olduklarını hatta kültür dairesinin resmî politikalarının da kentin bu imajından kurtulma ve Holokost tarihini unutturma yönünde olduğunu” ifade ediyor. Thome tüm bu gördükleri karşısında “bir an için kendimi bir Truman Show’un içindeymişim gibi hissettim. Ama doğru olmayan bir şeyler vardı” diyor ve ekliyor “Holokost'un yaşandığı kasabada kötülük sanki sadece toplama kampının inşa edildiği nehrin diğer tarafında yaşanmış gibi bir tutumun baskın olduğunu oysa Nazi işgali sırasında Auschwitz’de yaşayanların yüzde 50’sinden fazlasının Yahudi olduğu bu şehir merkezinde sadece bir sokakta üç sinagogun olduğunu ve film ekibinin de çoğunun kaldığı otelin bir zamanlar nüfuzlu bir Yahudi ailenin evi ve içki fabrikası olduğunu” söylüyor. Thome bugün için bu zengin Yahudi yaşamına dair neredeyse hiçbir fiziksel izin yer almamasına ve sadece göstermelik birkaç anıtın varlığına dikkat çekiyor. Hem Akrap hem Thome’nin filmin geçtiği gerçek mekân, filmin içeriği ve filmin hangi taraftan baktığına ilişkin kaygıları son yıllarda Almanya’da Nazi tarihini unutturmak, o yıllara ilişkin emareleri yavaş yavaş dönüştürmek, sıradanlaştırmak ve farklı bir imaj çizme yönündeki politikalar göz önüne alındığında anlaşılır ve bu nedenle filmde “neyin nasıl ve hangi bakış” üzerinden konuya yaklaşıldığı sorusu, bu kanlı ve kirli tarihin sıradanlaştırılma, normalleştirilme gibi tehlikeleri de her daim içinde barındırdığının bilincinde olarak her iki yazarın da İlgi Alanı filmine ilişkin kaygılarının yersiz olmadığı düşüncesindeyim.