Ticari bir minibüs sinyal yakmadan üzerimize kırınca, bizim aracı kullanan arkadaşım bağırdı: “Yuh ulan pis Kürt. Mahvettiniz be

Ticari bir minibüs sinyal yakmadan üzerimize kırınca, bizim aracı kullanan arkadaşım bağırdı: “Yuh ulan pis Kürt. Mahvettiniz be Bursa’yı. Allah belanızı versin.”
Yanımdaki kişi 40’larına gelmiş bir adam ama ben onu, Küplüpınar Mahallesi’nde karpit patlattığımız günlerden beri tanıyorum. Ana tarafı Arnavut, baba tarafı Bulgaristan göçmeni, liseyi zar zor bitirdi, pazarlama işlerine filan girdi, tutunamadı, çek senet problemleri yaşadı, civar köydeki arsalarını satarak zor kurtuldu. Şimdi 10 yaşlarında bir kızı, bir oğlu var. Tam çocuklardan bahsediyordu ki, minibüs üzerimize gelince mesele “Kürt sorunu”na kayıverdi.
“Şerefsiz lan bunlar” dedi. “Zaptettiler Bursa’yı. Böyle miydi abi bu şehir? Tabii senin için hava hoş, sen İstanbul’dasın. Mahvoldu güzelim Bursa.”
“Bu minibüsü kullanan adamın Kürt olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordum.
“Kürttür anasını satayım” diye yanıtladı.
“Bütün minibüsçüler Kürt mü?” diye üsteledim. Bu hatta çalışan ortak tanıdığımız üç tane “Türk” şoför vardı. Bir kez daha “hayır” dese, o kişilerin isimlerini sayacağımı bildiğimden yan çizme kararı aldı.
“Yok abi, Kürt değilse de, yine aynı şey. Araba öyle kırılır mı? Sinyali yok mu bu şerefsizin...”
Bursa’daki gündelik faşizmle ilgili, her gün milyonlarcası yaşanan bir konuşmaydı bu.
Ben 85 yılında Bursa’yı bırakıp gittim. Arada sırada Bursa’ya dönsem de vatanım 25 yıldır yedi tepeli şehir oldu. Başka yerlerde durum nasıldır bilemiyorum. Kayseri hep mi böyle protestandı, İzmir hep mi böyle uçarıydı, bilmiyorum. Ama Bursa ile ilgili çeyrek yüzyıllık bir kıyaslama rahatça yapabiliyorum.
Bursa bundan 25 yıl önce şu anki nüfusunun dörtte biri kadar küçük bir kentti. Güneydoğu’da köylerinden sürülen Kürtler, İstanbul’a, İzmir’e ve Bursa’ya aktılar. İstanbul’a ve İzmir’e sayıca daha fazla Kürt gelmişse de, nüfusa oranla en büyük göç sanırım Bursa’ya oldu.
Bursa zaten bir göçmen şehri. Kafkasya’dan, Bulgaristan’dan gelen göçmenler; son 20 yılda Kürt illerinden gelen göçmenlerle bölüşmek zorunda kaldılar ekmeklerini.
Kürtler daha zor işlerde, daha düşük maaşlarla çalışmayı kabul edecek kadar çaresizdi. Bu nedenle tekstil ve otomotiv fabrikalarında, Kürtlerin oranı gitgide arttı. Balkan ve Kafkas göçmenlerine göre daha feodal aile yapılarından gelen Kürtler, kalabalık ailelere sahipti. Kalabalık aileler otoparkçılık, tefecilik; kumarhane, meyhane, pavyon işletmek gibi karanlık ama kazançlı işlerde Kürtlerin yükselmesine yol açtı. Göz açıp kapayana dek “Allah’ın kıroları” Mercedeslere binmeye başladılar.
Bursa’ya her gelişimde korkunç bir ırkçılığın hızla yükseldiğini gördüm. Bu öyle bir mikroptu ki, Dev-Yol, Kurtuluş gibi geleneklerden gelen bazı insanlara dahi bulaşmıştı... Selami İnce ile Bursa civarı bir bir yerde yaşadığımız dehşetli anıyı unutamam: Deniz Gezmiş’i tanımak ve gençliğinde duvarlara “Tek Yol Devrim” yazmakla övünen 50 yaşlarında bir “devrimci”, kasabasını bize şöyle anlatmıştı: “Merak etmeyin burası “temiz”dir; burada bir tek Kürt bulamazsınız.”
Diyarbakırspor taraftarlarının hiç de “ufak tefek” olmayan taşlarla taşlanması, kentteki gündelik faşizmle ilgili acıklı bir gösterge oldu.
Bursa’da nereden bakarsanız yarım milyona yakın Kürt göçmen var. Bu Kürtler ayrı bir mahallede, ayrı bir sokakta kalmıyorlar: Aynı kahveye gidiyor, aynı fabrikada çalışıyor, aynı camide namaz kılıyorlar. Bir çoğu Kürt kimliğini saklıyor. Bu durum üzerlerinde öyle bir basınç oluşturuyor ki, bazen hiç beklenmedik bir anda; bir kavgada, bir tartışmada, patlayıveriyorlar.
İki gün önce aklıma bir fikir geldi. Önümüzdeki günlerde Bursa’daki (ve Türkiye’deki) faşizme ve ırkçılığa karşı, kardeşliği ve sevgiyi öne çıkartacak tarihi bir fırsat yaşanacak.
Önerim şu; Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe bildiğim kadarıyla makul ve sevilen bir insan. Açsın telefonu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i, ligin son haftasındaki Bursa-Beşiktaş maçına davet etsin. Recep Bey ve Osman Bey, yeşil beyaz t-shirtleri ve atkıları giyip, bu maçı tribünden elele izlesinler. Bursa bir de şampiyon olursa, beraberce sevinsinler, naralar atsınlar.
Bu yıl Türkiye liginde tarih boyunca olmamış bir olay oluyor. Şampiyonluğu ya kupayı defalarca aldığı halde hala gözü doymayan “patron takımı” Fenerbahçe alacak ya da 25 yıldır ilk kez bir Anadolu takımı; Bursaspor alacak.
Bursaspor sanıldığı gibi “sidikli faşistler”in değil; onurlu işçilerin takımıdır. Merinos, Tofaş ve Reno fabrikaları işçilerinin, tekstil ve otomotiv atölyelerindeki kalfaların, çırakların takımı olarak doğmuştur Bursaspor... Şu anda Bursa’daki tüm fabrikaları dolaşın, her işçinin dolabında yeşil beyaz renkleri görürsünüz.
Recep ve Osman Beyler elele verirlerse, bu toprakların köküne bomba koymaya çalışan tüm uğuruzlar mutsuz; kardeşliği ve sevgiyi savunan tüm insanlar mutlu olur.
Kürtler ağırbaşlı, vefalı, güzel insanlardır. Göçmenler şehri Bursa’nın Kürtleri, köylerinden kopup gelen çiçekler gibidirler. Göçmenin halini en iyi göçmenler anlar. Bursaspor, Bursa’daki herkesin, Arnavut, Gürcü, Çerkez, Macır, Kürt, Türk demeden bu verimli topraklarda ayakta kalmaya çalışan tüm Bursalıların takımıdır.
Sevgili Bursa’mın elinde, rezil bir ırkçılığın değil, göz kamaştırıcı bir kardeşliğin kenti olması için yüzyılda bir denk gelecek muhteşem bir fırsat var.
Hadi Recep, Hadi Osman... Yapın bu “delikanlılığı”... Anadolu’nun kardeşliğini herkese kanıtlayın. Gözü bir türlü doymayan Fenerbahçe’ye karşı; işçilerin, yoksulların, yuvasından kopartılmışların, ezilmişlerin dostluğunu gösterin.
Bunu yapın ki, “direksiyonu üzerimize kıran”ların aslında kim olduğunu, hepimiz öğrenelim.