Öteki milliyetçiler diye bir kavram olsa bile ben kullanmazdım. Etnik gerilimlerde çatışmanın her iki tarafında bulunan aklı selim sahiplerinin, öncelikle kendi tarafına seslenmesidir anlamlı olan.

Öteki milliyetçiler diye bir kavram olsa bile ben kullanmazdım. Etnik gerilimlerde çatışmanın her iki tarafında bulunan aklı selim sahiplerinin, öncelikle kendi tarafına seslenmesidir anlamlı olan. Eğer sorun bir kanlı çatışmaya dönüşmeden çözülebilecekse ancak böyle çözülebilir. Türk milliyetçiliğinin neleri tahrip edebileceğini en iyi Türkler arasından yükselen sesler anlatabilir. Aynı şekilde, Kürtler'e dönük uyarıların Kürtler'den, Ermeniler'i uyaran sesin Ermeniler'den, Rumlar'ı uyaran sesin Rumlar'dan çıkması anlamlı olacaktır. Bu tür gerilim durumlarında, karşı tarafın anlayacağı bir dil, karşı taraftakilere ulaşacak bir ses bulmak hiç kolay değildir. O yüzden, bizim sağcıların sola ve aydınlara karşı sık sık kullandıkları "öteki tarafa", "öteki milliyetçilere" bir şey söylemediğimiz eleştirisini anlamlı bulmam.

Çocukken ne zaman bir kavgaya kalkışsam, babam diğer çocuğun değil benim kulağımı çeker, beni uyarırdı. Diğer çocuğun kulağını çekmeyi de onun babasına bırakırdı. Bunun yapılamadığı durumlarda, çocuk kavgaları yüzünden ailelerin birbirine girdiğini, neredeyse küçük çaplı iç savaşların, ölümlerin olduğunu bilirsiniz. Erivan'da Murat Belge'nin üzerine şarap döken Ermen'i gerçekten "mahallenin delisi" ya da "meczup" muydu, yoksa her Türk'ü şarapla yıkanacak düşman sayan bir Ermeni milliyetçisi miydi, bilmiyorum. Ancak, Belge'nin onu "mahallenin delisi" diye tarif etmesi, olayı "milliyetçilik bile denemeyecek bir olay" olarak nitelemesi tam da yapılması gereken şeydi. Ermeni yetkililerin özür dilemesi de aynı güzellikte bir tavır. Aslında, bu tavırla her iki taraf da öncelikle kendi milliyetçilerine seslenirken, karşı tarafı da mahçup edebildiler. Yunanistan'ın Evelpidon Harp Okulu'nda karşılıklı diyaloga hizmet için konuk olarak bulunan Türk öğrencilerin odasına tahrip edilmiş Türk bayrağı atılması sağduyulu yaklaşımlar sonucu büyümedi. Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Nikolaos Duvas, General Yaşar Büyükanıt'a resmi bir özür mektubu gönderirken kendi çocuklarının kulağını da çekmiş oldu.

Yunan kaynaklı bazı haberlere göre, bayrak olayının faili bir Kıbrıslı Rum öğrenci. Bu haber benim için hiç de şaşırtıcı değil. Bazı "solcu" Kıbrıslı Rum gazetecilerin Denktaş'ın gitmesine nasıl üzüldüklerine daha yeni tanıklık ettim. Ne yazık ki, küçücük Kıbrıs adasında Rum tarafındaki milliyetçilikle baş etmek hiç kolay değil. Ben ve birkaç yabancı gazeteci arkadaşım, neredeyse bir aydır, dünyanın dört bir yanındaki Rumlar'ın protesto bombardımanı altındayız. Suçumuz; Avrupa Gazeteciler Birliği'nin (AEJ) yönetim kurulunu Türk tarafında toplamak, "işgal altındaki kesim"e "yasadışı bir kapı" olan Ercan Havaalanı'ndan girmek. İki ülke gazetecilerini bir araya getirme çabamıza gösterilen tepkiler o boyuta vardı ki, ABD'den Yeni Zelanda'ya kadar dünyanın her yerinden her gün gelen yüzlerce maili ve "mahkemeye vereceğiz" tehditlerini yanıtlamadan silmek bile ciddi bir zaman alıyor.

Maillerde yazanları alt alta koyunca, insan bizim cephedeki argümanlara ne kadar benzediğini görüyor: "Gazeteciler ve medyanın gizli bir anti-Helen ajandası olduğu sır değil", "Dünyanın her yerinde medya bir referandumda demokratik tercihlerini kullanan Kıbrıslılar'a karşı kampanya başlattı", "Annan'ın lanetlenesi apartheit planı." Tekrar da olsa söyleyeyim; ben insanın öncelikle kendi milliyetçilerine seslenmesi gerektiğine inanıyorum. Öteki milliyetçilere seslenmeyi diğer tarafın sağduyu sahibi sesleri yapmalı. Rumlar'dan, bir süre sonra okumadan sildiğimiz yüzlerce mektup aldık da ne oldu? Tavrımız mı değişti? Doğrusu evet! Mail bombardımanına muhatap olan AEJ Yönetim Kurulu'nun hukukçu üyesi dün bir yanıt yazdı: "Kıbrıs'ta Rum tezlerini kendime daha yakın bulurdum. Ama sanırım artık değil."