Kaplitalist düzende, gelişen otomasyon teknolojileri işgücü piyasası için tehdit oluşturuyor. Sosyalist bir dünyada ise, emekçinin özgürleşmesi için aracı olabilir.

Otomasyon işçinin dostu da olabilir
Fotoğraf: Einride

Luke SAVAGE

Geçtiğimiz sene Daily Wire programında Tucker Carlson ile münazaraya çıkan Ben Shapiro, otomasyon konusuna da değindi. Piyasacı ve muhafazakar söylemler benimseyen Shapiro, karşısındakine “İş piyasasını korumak için teknolojik ilerleme denetim altına alınmalı mı?” diye sordu. Carlson’ın yanıtı şüphecilik ile doluydu. Soruyu ve cevabı tam olarak alıntılayacak olursak, olay şöyle cereyan etti:

Shapiro: Kitabınızda teknolojiden ve teknolojik gelişmelerinden söz ediyorsunuz. Bu gelişmelerin sıradan vatandaşın mesleğini elinden aldığından söz ediyorsunuz. Kamyon şoförlüğü örneğini veriyor, şoförsüz seyredebilen araçlardan söz ediyorsunuz. Siz, Tucker Carlson olarak nakliye şirketlerinin bu tür akıllı kamyonlar kullanmalarını yasaklayıp, sektördeki istihdamı yapay yöntemlerle korumaya mı öncelik verirdiniz?

Carlson: Şaka mı yapıyorsunuz? Bu kararı almam bir saniye bile sürmezdi. Bir saniye. Diğer bir deyişle, devlet başkanı olsam Ulaştırma Bakanlığı’na şöyle derdim: “Sürücüsüz kamyonların yola çıkmasına izin veremeyiz, bu kadar basit.” Neden mi? Cevabı basit. Kamyon şoförlüğü, bu ülkedeki lise mezunu erkekler arasında en yaygın meslek.

Carlson’ın yanıtını parçalarına ayıracak olursak, ardında yatan düşünüşün çıkış noktasını bulabiliriz. Kendisi ve benzer görüşteki toplumsal muhafazakarlar için otomasyon, geleneksel aile biriminin ve merkezinde yer alan “ekmeğini kazanan erkeğin” rolünün korunması ile ilgili bir konu. Carlson’ın ortaya koyduğu çözüm reçetesini de hesaba kattığımızda, sürücüsüz kamyonların yollara çıkmasını sudan bahaneler ile engellemenin çözüm olarak sunulduğunu da görebiliyoruz.

Shapiro’nun mutlak piyasacılığı ve Carlson’ın gerici muhafazakarlığı haricinde farklı seçenekler de tabii ki var. Muhafazakarlar, insanların “çalışmak zorunda kalmasında” başlı başına savunulması gereken gerekçeler bulabiliyorlar. Biri piyasaların ürettiği “yaratıcı yıkımı” önceliyor, diğeri ise bu süreçlerin kısıtlanması gerektiğini söylüyor. Fakat bu bakış açılarından hiçbiri teknolojik ilerlemenin “işçileri özgürleştirici birer araç” olabileceğini düşünmek istemiyor.

FIRSATLARI GÖRMEK

Fakat tam olarak bu şekilde düşünmeliyiz. On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başında insanlar, teknolojik gelişimin bizi bir tür “keyif toplumuna” götüreceğini ve insanların sürekli çalışmak yerine dünyayı keşfedeceklerini, uygun gördükleri tutkuların peşinden gideceklerini hayal ediyorlardı. Bu tür öngörülerin bir kısmı doğru çıktı. Teknolojik ilerleme zor işleri kolaylaştırdı, emek yoğun işleri makinelerin yardımıyla daha verimli hale getirdi. 1950 ve 2020 yılları arasında ABD’de işgücü verimlilik katsayısı yüzde 299 artış gösterdi. Meslekler daha güvenli ve daha kolay hale geldi.

Bu gerçekleşirken birçok meslek de yok edildi – bu meslekleri yapan insanlar ekmeğinde oldu.

Örneğin, telekomünikasyon teknolojisindeki ilerlemeler, santral operatörlerine artık gerek kalmadığı anlamına geliyordu. Perakende satışlarda kullanılan “kendin öde” sistemi bu alanda ihtiyaç duyulan istihdamı azalttı. Şimdilerde yapay zekadan ve sürücüsüz arçlardan bahsediyoruz. Önümüzdeki yıllarda, benzer süreçler her defasında hızlanarak tekrar yaşanacak.

Bizi bekleyen toplumsal süreçler karşısında paniğe kapılmamak elde değil. Her zamankinden daha üretken bir topluma dönüşmemize karşın, maaşlar uzun süredir yerinde sayıyor ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre uzun çalışma saatleri yüzünden dünyada her sene 700 bin kadar fazladan ölüm yaşandığı tahmin ediliyor. Milyonlarca iş yok oldukça ve bilhassa hizmet sektöründeki belirsizlikler arttıkça, işçilerin yararına sonuçlanması gereken yenilikler, işçilerin yaşamlarını zorlaştıracak ve belirsizlikler ile çevreleyecek.

Mevcut politik iklimin olası sonuçları güçleştirmesi, bu sonuçları görmezden gelmemiz anlamına gelmemeli. İşgücü piyasasının çağın koşullarına uygun olarak modernize edilmesi, çalışma haftasının kısaltılması gibi fırsatlar sunuyor. Üstelik, tarihte bunun örnekleri var. Bernie Sanders’ın kısa süre önce ifade ettiği gibi, “1940 yılında Adil Çalışma Standartları Yönetmeliği haftalık çalışma süresini 40 saate indirdi. Günümüzde teknoloji ve üretkenlik alanında kaydedilen devasa ilerlemeler sayesinde çalışma haftasını 32 saate indirecek imkanımız var – bunu yaparken, gelir kaybı yaşanmasına da engel olabiliriz” (Benzer bir çerçeveye sahip İzlanda örneği, şimdiden olumlu sonuçlar vermeye başladı).

ROBOT VERGİSİ

CBS kanalında Margaret Brennan’a mülakat veren Sanders, diğer bir politika örneği olarak şirketlerin “robot vergisi” ödemesini ortaya attı. İşçilerin yerine robotlar koymayı planlayan şirketlerin, ilave vergi ödemesini öneriyordu. Bu fikir henüz gelişim aşamasında ve yeterince detaylı değil. Fakat otomasyonun getirdiği risklere dair 1980’li yıllardan beri ortaya atılan çözümlerden biri de bu. Bu tür vergiler, kamusal ürün hizmetlerin devamlılığını sağlamak için gereken kaynağı yaratabilir.

Nihayetinde düşünmemiz gereken, temel mal ve hizmetlerin toplumun geneline adaletli bir şekilde ulaşabilmesi. Otomasyon ile ne yapacağımızı bu açıdan ele almalıyız. Sağcıların ısrar ettiği gibi teknolojik ilerlemeye ket vurmak, makinelerin yapabileceği işleri korumak için tek çözüm değil. Kaliteli ve evrensel hizmetlerin insanlara daha iyi ulaşması, ekonomik yapıların özel kazanç yerine toplumsal ihtiyaçlar ekseninde planlanması ile “çalışmanın” gündelik yaşamımız içindeki önemi ciddi anlamda azalabilir. Uzun ve gerek dahi duyulmayan çalışma saatlerini azaltarak, milyonlarca insana temel ihtiyaçlarını karşılama kaygısından azade, zamanlarını kendi önceliklerine göre geçirdikleri bir özgürlük alanı sağlayabiliriz.

Çalışma, toplumsal cinsiyet, aile yapısı gibi kavramları ilelebet olduğu gibi muhafaza etmemiz yönünde bir kaygınız yoksa, geleceğin sunduğu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmekten kaçınmanız için bir sebep yok.

Çeviren: Fatih KIYMAN
Kaynak: Jacobin