Her an ve birden çok nedenle 31 Mayıs 2013’ü çağrıştıran derinleşmiş Haziranlar yaşamak mümkün. Ekonomik ve siyasal kriz koşullarında bunun zemini vardır

Oyla kazanılan “zafer” oyla kaybedildi

MEHMET YEŞİLTEPE

Solu görülmemiş boyutta etkileyen, düşünce-duruş ve yönelim güncellemelerine sebep olan ve ittifaklar anlayışında alışılmadık/zorlama pratikler yaşatan seçimler sonuçlandı. Ancak bu sürecin artçı sarsıntıları bir süre daha solun gündeminde ağırlığını hissettirecektir.

Gerek 7 Haziran’da gerekse 1 Kasım’da, solun tarihinde belki de görülmemiş boyutta sandığa önem atfedildi. Sandığa gitmemek siyasetsizlikle, oy artırmak halkın birikmiş tüm sorunları için çözüm zemininin oluşmasıyla özdeş görüldü. Ve bu nedenle tepeden tırnağa eşitsiz ve adaletsiz olan Kasım seçimi, hızla meşruiyet tartışmalarının dışında kaldı. Hatta muhaliflik iddiası taşıyanlarca “saygı duyulması” telkininde bulunuldu.

7 Haziran’da oyla kazanılan “zafer”, 1 Kasım’da oyla kaybedildi. 7 Haziran bir devrim değildi, dolayısıyla da 1 Kasım bir karşıdevrim değil. Ancak 7 Kasım’da sandıktan devrimsel koku ve tadların alınması, 1 Kasım’da yenilgi psikolojisi eşliğinde moral grafiğinde bir düşme yaşanmasına sebep oldu.

Aynı sınıfın ve değerlerin partileri arasında yaşanan, dolaysıyla doğal sayılabilecek oy geçişlerine fazlaca şaşırmak da oya ve seçime atfedilen anlamla ilintilidir. Bu, aynı zamanda umuda dair yatırımın nereye ve nasıl yapıldığının da işaretidir. Nitekim AKP’nin her türlü hile, manevra, eşitsizlik ve adaletsizlik eşliğinde elde ettiği güçle domine edeceği parlamentonun “çözüm odağı” haline getirilebileceği dillendirilmeye başlandı.

1 Kasım, 7 Haziran’dan daha öğreticidir
İstesek de istemesek de “yenilmedik ama yenemedik”(Can Soyer) gibi tanımlarla yenilgi testi ısrarla sandık üzerinden, oy oranına bağlı olarak yapılacaktır. Bu, solda yaygın bir eğilimdir; sınıflar mücadelesine dair bir yaklaşım ve duruş tarzıdır.

Biz, girmediğimiz, eşit ve adil görmediğimiz bir yarışın (üstelik de mücadelenin bütününe denk düşmeyen bir kesitin) sonucunu yenilgi olarak değerlendirecek değiliz. Ancak yine de solda önemli bir kesimin sandıktan aldığı yenilgi kokularını dikkate alarak söylemek gerekirse, Mujica’nın da belirttiği gibi yenilgiler zaferlerden daha öğreticidir. Diğer bir ifadeyle, 1 Kasım, 7 Hazirandan daha öğreticidir.

Akla gelebilecek belki de en önemli ders, sınıflar mücadelesinin hafife alınmaması ve ne zafer ne de yenilgi tanımının aceleye getirilmemesi gerektiğidir. Vaktinde Castro, “biz çok iyi bekleyebiliriz” yani bekleme işini de çok iyi yapabiliriz demişti. Buradaki bekleme, oturup bekleme değildir, tam da bugün ihtiyaç duyulan ve stratejik ufka denk düşen uzun erimli perspektif ve gerekleridir.

7 Haziran’dan sonra 1 Kasım seçimleri, sandıktan çıkan sonuçlara bağlı olarak bu ülkede yaratacağı değişimden çok, solda yarattığı kırılmayla tarihe geçecektir. Adına ne denirse densin gerçekte yaşanan, “Yetmez ama evet”in, zorlama iddialarla ve sol söylemle kamufle edilmiş biçimidir. 40 yıldır izlenen çizgilerin, büyük bedellerle ilişkilendirilerek savunulan temel teorik tezlerin bir anda, bir pragmatizm fırtınasıyla kenara düştüğünü gördük.
Bu sürece milat diyeceksek, evet bu açıdan bir milat sayılır. Solun önemli bir kesiminin devrim iddiasını pragmatizme ve günü kurtarma çabalarına kurban etmesi, bağımsız özne olmayı terk edip yedeklenmeyi seçmesi, yarını güne feda etmesi bağlamında milattır.

Politik ölçüsüzlük
Oy isterken öne çıkarılan değerler, oyların nereden ve hangi politikalar sonucu geldiği, nereye doğru ve nasıl bir yönelim içinde olunacağının da işaretidir. Gerek 7 Haziran gerekse 1 Kasım seçimlerinde, “Oylar yeter ki artsın” beklentisi, sürece politik ölçüsüzlük olarak yansıdı. Gerçekte böyle bir duruş, sistemden gelecek saldırıları göğüslemeye uygun bir duruş değildir.

Alternatif, sandığa kadar daraltılınca, bu darlık çalışma tarzına da yansıdı. Ve belki de ilk kez, kullanılan araç ve yöntemlerde sistem partilerine bu denli öykünme yoluna gidildi. Örneğin, altını doldurmadan, hatta yer yer birbiriyle çelişse de her toplumsal kesimin değerlerine gönderme yaparak oy toplamaya çalışmak, oy avcılığıdır; burjuva çalışma tarzıdır. Gerçeği yansıtmayan abartılı vaat ve tanımlar da bir yöntem sorununa işarettir. Milat ve hatta devrim tanımı yapanlar, her şeyi HDP’nin barajı geçmesine bağlayanlar, en azından bugün, yaşananların aynasında kendilerini inceleyebilir, “bunca yanılgı, bunca abartı neden?” diye sorup yanıtlayabilirse, bundan sonrasında tekrar benzer hatalara düşmemek açısında yaralı olacaktır.

Söz bitti, gerçekliğin devrimciliğiyle yüz yüzeyiz
Haziran’ın sandığa sığmayacağını, çok daha kapsamlı bir ufka ve duruşa denk düştüğünü çeşitli biçimlerde yazıp söyledik. Hak etmediği boyutta anlamlar yüklenen seçimin sonuna geldik, söz bitti, şimdi gerçekliğin devrimciliğiyle yüz yüzeyiz. Gerçi bu koşullarda da öznelliğin söze dökülmüş biçimine tanık olmamız mümkün. Ancak, gerçekliğin sıcağı karşısında uzun soluklu olma olasılığı yok.

Bir süredir siyasal atmosfere hakim olan; geçici olanın kalıcı olanı, tali veya sübjektif olanın temel olanı bastırdığı illüzyon ağırlıklı süreç tamamlandı. 1 Kasım sonrasında bugün artık sınıflar mücadelesinin eğilip bükülemeyecek yasaları işleyecektir. En azından seçim gibi oyalayıcı bir süreç veya yapay bir beklenti kalmadığı için, ayakların yere erdiği bir yüzleşme ve giderek ölü toprağının atılacağı bir hareketlenme yaşanabilir.

Derinleşmiş Haziranlar
Her an ve birden çok nedenle 31 Mayıs 2013’ü çağrıştıran derinleşmiş Haziranlar yaşamak mümkün. Ekonomik ve siyasal kriz koşullarında bunun zemini vardır. Çeşitli nedenlerle bu türden süreçler patlak verebilir. Nedeni ne olursa olsun, böylesi süreçlerde inisiyatif koyup, harekete geçmiş olan enerjiyi toplumsal dönüşümlerde işlevlendirebilmek, hazırlıklı olmayı gerektiriyor.

Hazırlık yapmak için milatlar ilan etmeye veya yeni milatlar beklemeye gerek yok. Türkiye koşulları (özellikle bundan sonra) her an ve her zeminde mücadeleyi gerektiriyor. Elbette yanlış yönlendirmelerle biriktirilen enerjinin sandıkta boşaltılmış olmasının olumsuz etkileri olacaktır. Ancak bununla vakit kaybetmek yerine, ders çıkararak süreçteki yerini almak çok daha doğru bir tutum olacaktır.