Özerk-demokratik üniversite, akademik özgürlük özlemimiz 40 yıldır sürmekte
Bunların tümü ile “yerli, milli ve dini” kurumlar olduğu sonucuna varacak ve sayıları özeli ile birlikte 203’e varan üniversite levhasını taşıyanların hiçbirinin gerçek anlamda evrensel üniversite olmadıkları sonucuna varabilecektir.
PROF. DR. MUSTAFA ALTINTAŞ
Öğretim Üyesi Emekçisi
I. NEDEN VE NASIL BİR ÜNİVERSİTE
Önce bir evrensel gerçeği yinelemekte yarar var: Bütün toplumların, ulusların temel kaynağı, “insan zekası”dır. Ulusların varsıllığı, gönenci ve barışı; bilgi ve bilgiye erişim devrimi basamağındaki konumu ile yakından bağlantılıdır. Bilgili, beceri ve özgüven sahibi, öğrenme kapasitesi yüksek insanların nitel ve nicel ağırlığı özellikle yükseköğretim sistemine bağlıdır. Küreselleşen ve küreselleştikçe de karmaşıklaşan dünyamızda özgüvene sahip ve girişimci bireyler olabilmek, entelektüel bir savaşımı gerektirmektedir. Bu ise özellikle de yükseköğretim sisteminin bu ortamı sağlayacak özgürlük ve serbestlik iklime sahip olmasını gerektirmektedir. Bu nedenden gelişmiş ekonomiler, eğitimi, siyasal ve toplumsal önceliklerinin ilk sırasına koyarak, çağcıl uygarlık düzeylerini korumak ve geliştirmek çabasındadırlar.
Genç Cumhuriyet üniversiteyi “en büyük bilgi evi” olarak görmüştür. 1934 tarihli İstanbul Üniversitesi Yönetmeliği’nde üniversitenin görevi, “bilgi alanlarında araştırmalar yapmak, ulusal kültürü ve yüksek bilgiyi geliştirmeye ve yaymaya çalışmak, devlet ve ülke hizmet ve işleri için ergin ve olgun unsurlar yetişmesine yardım etmek” olarak tanımlanmaktadır. Yönetim görevi, üniversitede Eğitim Bakanı’nın temsilcisi rektöre verilmiş olup, üçlü kararname ile atanmaktadır. Rektöre yardım etmek amacı ile “Üniversite Kurulu” ile “Üniversite Danışma Komitesi” yer almaktadır.
Cumhuriyet’in ilk “Üniversiteler Yasası” olan 1946 tarihli 4936 sayılı Yasada üniversiteler “bilim (özgürlüğüne) ve yönetim özerkliği ve tüzelkişiliğe sahip yüksek araştırma ve öğretim birlikleri” olarak tanımlanmaktadır. Kuruluş ve işleyişte ilk sırada yer alan birim fakültelerdir ve fakültenin organları; “Fakülte Genel Kurulu”, “Fakülte Profesörler Kurulu”, “Fakülte Yönetim Kurulu”, “Dekan” olarak; üniversitelerin organları da; “Üniversite Senatosu”, “Üniversite Yönetim Kurulu” ve “Rektör” olarak sıralanmaktadır. Faküllerde kurullar, üniversitede “Senato ve Yönetim Kurulu” “karar organları”dır. Fakülte Profesörler Kurulu tarafından iki yıl için seçilen dekan ile, Fakülteler Profesörler Kurullarının bir arada yapacakları toplantıda iki yıl için ve her seçim döneminde başka bir fakülteden olmak üzere seçilen ve rektör ise bu organların kararlarını uygulamak ve fakülte ile üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisidirler.
Daha ortada 1961 Anayasası yokken 28 Ekim 1960 tarihli 115 sayılı Yasa ile yapılan değişikliklerle, katılımcılık ve demokratiklik genişletilmiştir.
II. ÜNİVERSİTENİN ANAYASAL KURULUŞ OLMASI
Üniversiteleri, sıradan kuruluş olmaktan “anayasal kuruluş”a dönüştüren düzenleme, 1961 Anayasası ile olmuş ve üniversitelerin bilimsel (özgürlük) ve yönetsel özerkliği, “kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle yönetilir ve denetlenir” denilerek güvenceye alınmıştır. “Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar” diyerek organlar ve akademiye kadrolarına görev güvencesini verirken, “üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulunabilirler” kuralı ile de akademik özgürlüğün önünü açmıştır.
III.AKADEMİK ÖZGÜRLÜK VE YÖNETSEL ÖZERKLİĞE İLK SALDIRI: 1973 YÖK’Ü
Daha ortada 1961 Anayasası yok iken 28 Ekim 1960 tarihli 115 sayılı Yasa değişikliği ile 4936 sayılı Yasa’nın kazandırdığı bilimsel özgürlük ve yönetsel özerkliğin katılımcılık ve demokratiklik ile genişletilmesi ve sonrasında 1961 Anayasası ile güçlendirilmiş güvence, uzun ömürlü olamamıştır. “Toplumsal gelişmenin, ekonomik gelişmeyi aşmasını” gerekçe kılan“12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi”, 1971 tarihli 1488 Sayılı Yasa ile yönetsel özerklik ve bilimsel özgürlüğü hizaya çekerek, devletin anayasal bir kuruluşu olan üniversiteyi, organlarını ve akademik kadrolarını “devletin(hükümetin) gözetim ve denetimi” altına sokmuştur.
Anayasa değişikliği ile bağdaşmazlık kazanan 4936 Sayılı Yasa, 1973 tarihli 1750 Sayılı Üniversiteler Yasası ile ortadan kaldırılırken, ilk YÖK ve ÜDK yasalaştırmıştır. Buna göre, MEB’in başkanlığında, her üniversitenin yetkili organınca profesörleri arasından iki yıl için seçilecek birer temsilci ile kuruldaki üniversite temsilcileri sayısı kadar, aynı süre ile MEB önerisi üzerine Bakanlar Kurulu’nca atanacak üyelerden kurulur. YÖK; “Yüksek öğretimin bütünlüğü anlayışı içinde çağdaş bilim ve teknolojinin gereklerine ve Devlet Kalkınma Planının temel ilke ve politikalarına uygun olarak, yüksek öğretim alanına yön vermek amacı ile, gerekli inceleme, araştırma ve değerlendirmeleri yapmak, yüksek öğretim kurumları arasında koordinasyonu sağlamak, uygulamaları izleyerek yetkili makam ve mercilere önerilerde bulunmakla görevli bir kurul” olarak; Başbakan’ın başkanlığında, MEB, Adalet Bakanı, üniversitelerden kura ile seçilmiş üç üye, DPT Müsteşarı, Milli Güvenlik Kurulu’nun dekanlık yapmış öğretim üyeleri arasından seçilen bir üyeden kurulan ÜDK; “üniversiteler üzerinde Devletin gözetim ve denetimi sağlamak üzere. Başbakanlığa bağlı olarak çalışan bir kuruluş” olarak tanımlanmaktadır.
Devlet Kayyumu olarak da nitelenebilecek bu iki kurul, Ankara Üniversitesi’nin başvurusu üzerine AYM’nin 1975/22 Sayılı Kararı ile daraltılmış 120’nci maddeye bile sığdıramadığından Anayasa’ya aykırı bularak ortadan kaldırmıştır.
IV. AKADEMİK ÖZGÜRLÜK VE YÖNETSEL ÖZERKLİĞE ÖLDÜRÜCÜ VURUŞ: 1981 YÖK’Ü
1971, 12 Mart Askeri Müdahalesi’nin dizginleyemediği toplumsal ilerlemeyi durdurmak ve yanı sıra, 24 Ocak 1980’de ilan edilen ve emperyal/kapitalist ekonomik ve finansal merkezlerinin dayattığı “Ekonomik Kararlılık Programı”na toplumun, kayıtsız-koşulsuz boyun eğmesini zora dayalı olarak sağlamak için gerçekleştirilen 12 Eylül 1980’de Faşist Askeri Darbesi’nin ilk hedeflediği kurum,1971’de olduğu gibi, üniversiteler olmuştur. Ve daha, 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi ile değişikliğe uğratılan 1961 Anayasası’nın askıya alındığı ortamda, 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası, 6 Kasım 1981’de yürürlüğe konulmuştur. Sanırım, 2547 Sayılı Yasayı hazırlayanlar ve dayatanlar da, bunun üniversite kavramı ile yan yana getirilemez olacağı utancı ile, yasaya “Üniversiteler” değil, “Yükseköğretim” adını koymuş olmalılar. 2547 Sayılı Yasa, Anayasa’nın 130 ve 131’inci maddelerine kaynaklık etmiştir.
1982 Tarihli Anayasada, “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. madde ve “Yükseköğretim Üst Kuruluşları” başlıklı 131. madde yer almaktadır. Anayasa’ca, Üst Kuruluş olarak tanımlanan YÖK’ün görevini; “yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim - öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak” olarak sıralamaktadır (AY Md.131).
Üniversiteyi ise “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip, Devlet tarafından kanunla kurulur” olarak tanımlamaktadır.
İlgilisi 2547 Sayılı Yasa’nın 4 ve 5. maddesinde yer alan “yükseköğretimin amacı” ve “ana ilkeleri”ne göz atarsa, bunların tümü ile “yerli, milli ve dini” kurumlar olduğu sonucuna varacak ve sayıları özeli ile birlikte 203’e varan üniversite levhasını taşıyanların hiçbirinin gerçek anlamda evrensel üniversite olmadıkları sonucuna varabilecektir. Hele hele, buna bir de, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bu kurumların kindar ve dindar kuşaklar yetiştirme özlemini eklerseniz, akıl tutulmasından kurtulmamız olanaksız olacaktır.
2547 Sayılı yasa tıpkı 1934 Tarihli İstanbul Üniversitesi Yönetmeliği’nde olduğu gibi, üniversite organları; “rektör, senato ve üniversite yönetim kurulu” olarak sıralanmaktadır. Rektör, tüzelkişiliğin temsilcisi olup, YÖK’ün önereceği, ikisi üniversitelerde görevli profesör olmak üzere dört kişi arasından devlet başkanınca atanır. Bu yöntem, 1992 Tarihli 3826 Sayılı yasa ile altı adaylı, üç dereceli seçime dönüştürülmüştür. Bu yöntem de, en sonunda, “Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanınca atanır” biçimine büründürülmüştür. (2/7/2018 – KHK-703/135 md.) Rektör atanmasına ilişkin ne öğrenim ne hizmet ne bilgi birikimi, deneyimi vb. nitelikler aranmaz olmuştur. Senato ile Üniversite Yönetim Kurulu rektöre yardımcı organ konumuna düşürülmüştür.
V. SONUÇ VE ÖNERİLER
1934–2021 dönemine ilişkin özetlemelerden çıkaracağımız sonuçları şu biçimde sıralayabiliriz:
1934 İstanbul Üniversitesi Yönetmeliği, 1946 Tarihli 4936 Sayılı Üniversiteler Yasası’na geçişi düzenlemiş olup, MEB’e bağlı bir kuruluştur. Rektör, Eğitim Bakanının temsilcisi olup, Eğitim Bakanının önerisi üzerine ortak kararname ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanır. 2 Temmuz 2018 Tarihli 703 Sayılı KHK ile getirilen sistem ise 1934’ün de gerisindedir. Devletin de vakıfların da üniversiteleri, üst kuruluşlar da YÖK Başkan ve üyeleri de, rektörü de, dekanı da “şahsımın” olmuştur.
Dönemde iki “Üniversiteler Yasası” yürütülmüştür. İlki, üniversitelere bilimsel özgürlük ve yönetsel özerkliği kazandıran 1946 Tarihli 4936 Sayılı Üniversiteler Yasasıdır. Bu yasadaki kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlük, 1960 Tarihli 115 Sayılı Yasa değişikliği ile güçlendirilmiştir. İkincisi ise 1973 Tarihli 1750 Sayılı Üniversiteler Yasası olmuştur. Bu yasa ile amaçlanan yönetim ve denetiminin “Devlet Kayyumu”na aktarılması, AYM Kararı ile önlenmiştir. Görüldüğü gibi, özerk ve demokratik üniversite yasası diye tanımlanan 4936 Sayılı Üniversiteler Yasası, 1946-1973 yılları arasında, 27 yıl, 1750 sayılı Üniversitelere Yasası ise 1973-1981 yılları arasında 8 yıl uygulanmıştır.
Yükseköğretim Kurumlarının YÖK adlı devlet kayyumuna bağlanması, rektörlerin de YÖK kayyumu olarak üniversiteleri yönetmesi, 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’nın özelliğini oluşturmaktadır. 2 Temmuz 2018 Tarihli 703 Sayılı KHK ile de hem YÖK ve hem de yükseköğretim kurumlarının tümü, devlet-vakıf ayırımı gözetilmeksizin, 1982 Anayasası’na ve 2547 Sayılı Yasa’ya aykırı olarak “Şahsımın(Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanının)” olmuştur.
Üniversiteleri evrenselden kopartıp yerli, milli, dini kılmaya çalışarak çökerten 1981 Tarihli YÖK Yasası 40 yıldır yürürlükte. Bu süre içinde, 30 Temmuz 2021’de atanan Erol Özvar ile 8 YÖK Başkanı görev almıştır. Bunlardan Doğramacı, Mehmet Sağlam, Kemal Güriz, Erdoğan Teziç “Devlet Kayyumu”, Yusuf Ziya Özcan, Gökhan Çetinsaya, M. A. Yekta Saraç ve Erol Özvar “AKP + Cumhurbaşkanı Kayyumu” olarak adlandırılabilinir.
2021 ile başlayıp süren “Boğaziçi Vakası”, rektör seçimi-ataması ekseninde sürüp gitmektedir. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, öncelikle, Türkiye’de gerçek ve evrensel tanıma uygun üniversitelerin olmadığının kabul edilmesinden geçmektedir. Üniversite bilgi, düşünce ve insan üretiminin gerçekleştirildiği yerlerdir. Bu ise üniversitelerin kurumsal özerkliği, akademik özgürlüğü olmazsa olmaz kılmaktadır. Bu anlayışa vardıktan sonra, yönetim organlarının kendi paydaşları tarafından belirlenmesini ve yönetimin, denetimin kurullar eliyle yürütülmesini sağlamak kolaylaşacaktır.