Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, gazeteciler Barış İnce, Berkant Gültekin ve Can Uğur’a ayrı ayrı 11 ay 20 gün hapis cezası verilmesi ve cezaevinde 30’u aşkın gazetecinin bulunuşu hem basının hem de ülkenin içinde bulunduğu atmosferin niteliğini ortaya koymaktadır

Özgür basının düşmanları

ALİ HAYDAR FIRAT*

Karl Marx, 8 Mayıs 1842’de yazdığı makaleye bu başlığı atar ve şöyle der; “Basın özgürlüğüne karşı olan yasalar basın özgürlüğünün inkarıdır.” Bugün muhatap olduğumuz yasalar darbe dönemi yasalarıdır. Bütün bu yasalar özgür basının gelişimini, etkinliğini ve eylemliliğini bastırmaya dönüktür. Yani Marx’ın deyimiyle bu yasalar aslında basın özgürlüğünün inkarının en temel kanıtıdır. Fakat durum bundan daha da vahim bir nitelik taşımaktadır. 12 Eylül darbe anayasasının gerisinde bir siyasal iktidarın kurulabileceği ve bunun her türlü eleştiriyi, gerçeği, muhalefeti yok etmek adına devletin baskı mekanizmalarının yanı sıra gerici bir siyasallık ve toplumsallıkla bütün özgürlüklerin üzerine çökeceğini her halde kimse tahmin etmiyordu. 12 Eylül devletin bütün mekanizmalarıyla bir baskı rejimi kurmuştu. AKP ise bunun üstüne bir de inşa ettiği siyasallık ve toplumsallıkla içeride ve dışarıda bir linç kültürü ortaya çıkardı.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, gazeteciler Barış İnce, Berkant Gültekin ve Can Uğur’a ayrı ayrı 11 ay 20 gün hapis cezası verilmesi ve cezaevinde 30’u aşkın gazetecinin bulunuşu hem basının hem de ülkenin içinde bulunduğu atmosferin niteliğini ortaya koymaktadır. Bir kez daha şu tespiti yapmakta yarar var; AKP devlet yönetmiyor, yani klasik anlamda hükümet etmiyor; AKP bir düzen inşa ediyor, bir devlet ve toplum tasarımını yaşama geçiriyor. O nedenledir ki gazetecileri sadece hukuki bir çerçevede mahkum etmeye çalışmıyor. Aynı zamanda kendi yarattığı ve egemen kıldığı ideolojik, ahlaki ve moral değerlerle de suçluyor. Hukuki gerekçesi “teröre yardım ve yataklık”, “siyasi ve askeri casusluk amacıyla gizli bilgileri temin etmek” ve “siyasi veya askeri casusluk amacıyla gizli kalması gereken belgeleri açıklamak” olan bu tutuklamaların toplumsal ve ideolojik düzlemde “hainlik” olarak tercüme edilmesi meselenin sadece hukuki olmadığını göstermektedir.

Türkiye’de basın ve gazeteciler 185 yıllık geçmişinde hemen her dönem çok ciddi baskılarla, yasaklarla, sürgünlerle, öldürmelerle karşı karşı kalmıştır. Bu dönem bunlar topluca yaşanmakla birlikte farklı olan durum, bir taraftan medyanın devletin bütün mekanizmalarıyla AKP’lileştirilmesi, diğer yandan AKP’lileşmeyen medyanın ve gazetecilerin toplumsal olarak linç edilmesidir. Eskiden var olan ve etik bir çerçevede anlam kazanan mesleki dayanışma bugün mesleki linçe dönüştürülmüştür. Elbette AKP medyasında yazanların, konuşanların bir gazetecilik tanımını içine sokulması mümkün değildir. Buradaki tespit AKP medyasının hiçbir etik kodu görmediği ve bu sebeple mesleki bir kategori içinde değerlendirilmeyeceği dolayısıyla bir tür “trollük” ile görevlendirildiğidir.

Liberal düzenlerde, onun gazeteciliğe ilişkin oluşturduğu kural, tanım ve çerçevede bir medyanın bile olmadığı, hibrit bir anlayışın egemen olduğu bu ortamda gazeteci olmak, gazeteci kalmak çok ama çok büyük önem taşımaktadır. Gazeteci olan ve gazeteci kalanlara yönelik her türlü baskı bundan sonrada devam edecektir. Burada herkese düşen görev dayanışmayı güçlendirmek, içeride ve dışarıda gazeteciliği iktidara ve onun kapıkullarına teslim etmemektir.

12 Mayıs 1842’de Marx yazdığı makalede şunları dile getirir: “Özgür basının özü, karakterli, rasyonel, özgürlüğün ahlaki özüdür. Sansürlenmiş basının özü, esaretin karaktersiz canavarıdır; o uygar bir canavar, süslenmiş bir kürtajdır.”

Bu alıntıdan ve onun çizdiği çerçeveden yola çıkarak özgür basının korunması, geliştirilmesi için her düzlemde mücadele zorunludur. Salt hukuki bir mücadelenin yetmediği, yetmeyeceği, aslında hukuki bir meselenin olmadığını bilerek hareket etmek gerekmektedir. AKP’lileşen medya gibi AKP’lileşen yargının karşısında her tülü özgürlük ve demokrasi mücadelesinin verilmesi ve de verilmekte olan bu mücadelenin büyütülmesi gerekmektedir. Çoğu zaman “hafif bir eylemsellik” olarak görülen baskı altındaki gazetenin alınması bile aslında çok önemli bir sahiplenmedir. Çünkü bu tavır sadece gazeteye maddi bir katkı sağlamaktan öte dayanışmayı pekiştirir. AKP’nin devlet eliyle okutamadığı ve izletemediği medyanın karşısında halkın medyasına sahip çıkmak zorunluluktur. Baskı altındaki medyaya ne denli sahip çıkılırsa medyanın özgürlük alanı o denli genişler. Özgürlüklere sahip çıkmak ve özgürlükleri savunmak basını ve her türden muhalefeti güçlü kılar. Marx’ın söylediği gibi; “Hiç kimse özgürlükle savaşamaz.”

Not-1: Alıntılar Karl Marx’ın Basın Özgürlüğü adlı eserinden alınmıştır (çev. Önder Kulak-Kurtul Gülenç, Dipnot Yayınları)

Not-2: Rusya uçağının düşürülmesinden sonra gericilerin bilinçaltından sökün eden “Moskof” propagandası bundan sonra Marx’a veya diğer devrimci literatüre referans verenleri de kapsayabilir, hazırlıklı olmak lazım…

*Doktor, İletişim Bilimci-Yazar