Gamze Hakverdi’nin Metis Yayınları’nda çıkan ‘Vulnus Kırılganlık Üzerine’ adlı kitabında, kırılganlığı insan üzerinden anlamaya çabalaması ve daha da önemlisi insanın kırılganlığında ‘kültürel ideallerle’ kuşatılmış bir yaşama işaret etmesi önemli.

Öznenin ideal arayışı ve kırılganlık

İlke KAMAR

Pina Bausch, erkek egemen düzenin dayattığı dişil rollere karşı kadının kendini tanımlama mücadelesini dansın anlatısıyla ortaya koyar. Cinsiyetler arasındaki çatışmayı konu edinen gösterilerinde toplumsal cinsiyeti sorgularken, eril düzenin kadın bedeni üzerindeki baskısına dikkat çeker. Öyle ki, Baush’un gösterilerinde bedenler, egemen söylemle hesaplaşan bir dans estetiğinde açığa çıkar. Bu tavır onun seçimlerine de yansır. Pina, dansçılarını bedenlerinin güzelliği, boy ölçüsü gibi kriterlere göre değil ‘kişiliği’ temel alarak belirler. Onları ‘ortak ideal bir güzellik’ doğrultusunda anonimleştirilmez. Bu duruş sahneye de yansır. Baush, dans gösterisinde iktidar ilişkilerini irdelerken, bedeni sınırlayan sembolik özneyi de tersine çevirir. Örneğin Valsler gösteriminde Josephine-Ann Endicott sahneye bir mayoyla çıkar ve bir kadının güzel görünmesi için neler yapması gerektiğinden bahseder. Mizahı da kullanarak ideal ölçülerin ağırlıklı olarak kadın bedeni üzerinden tanımlanmasını sorgular.

Bedeni ele geçiren mekanizmaların sonucunda ‘ideal, cinsiyetleştirilmiş görünürlük’ gündelik hayatta da karşımıza çıkar.

Öznenin çağırıldığı ideallik sadece beden politikaları üzerinden değil, statü kavramının ‘tamlık’ arayışında da önemli bir yer edinir. Statü de beden politikalarında olduğu gibi, ötekilerle kurulan ilişkide belirlenmiş bir alana işaret ederek birtakım kabulleri ortaya koyar diyebiliriz. Beden politikaları ve statü kavramını bir araya getirmemin sebebi, bu iki kavramı siyasi, kültürel, yaşamsal tecrübelerle birleştiren, Gamze Hakverdi’nin ‘Vulnus Kırılganlık Üzerine’ isimli çalışması.

Geçen günlerde Metis Yayınları tarafından yayımlanan kitap, kırılganlığı tartışmaya bedenle başlıyor. Hakverdi, çalışmasında öznenin taşıdığı diğer bir yük olan statü kavramı üzerinden ‘kırılganlığı’ tartışmaya devam ediyor. ‘Kırılganlık’ anlatısının nasıl oluştuğunu daha çok psikanalizin kavramlarıyla yorumlayan yazar, kitabın büyük bir bölümünde kırılganlığın ötekiyle kurulan ilişkisinde ‘beden politikalarına’ dikkat çekerken bu durumun yarattığı çatlakları ele alıyor. Çalışma, aynı zamanda ‘idealliği’ birbirine çok uzakmış gibi görünen ‘kırılganlıkla’ birlikte tartıştığı alan araştırmasından yola çıkıyor. Yazar, Ankara ve Roma’dan katılımcılarla, ‘kırılganlık’ anlatısının nasıl oluştuğunu, katılımcıların hikâyeleri üzerinden tartışarak, ideal bedene göre düşünülen eksiklikler ve fazlalıkların kırılganlığa nasıl dönüşebildiğini bu metinler üzerinden yorumluyor. Bununla birlikte, bedenin öznelliğini kuran ideallik tartışmasını da gündeme getirerek beden üzerindeki bir dizi yönelime, konumlanmaya, arzuya ve evrenselleştirilen kabullere dikkat çekerek, kırılganlaşan öznenin kendi yarasının (vulnusun) görünür kılınması üzerinde duruyor:

“Kırılganlığı insan ontolojisinin sürekli, kaçınılmaz ve giderilemez bir niteliği olarak gören düşünürler genellikle bu düşüncelerini insanın tabi olduğu iki temel koşulu ‘bedenselliği ve kaçınılmaz ötekiyi’ merkeze alarak temellendirilirler. Bedensellik, yaralanmayı, yaşlanmayı, hastalığı ve elbette ki ölümlülüğü bir araya getirerek insanı kırılgan kılar. Bu yönüyle kırılganlık, her insanın doğumundan itibaren tahakkümü altında olduğu bir yasadır. Kırılganlık tanımına, bedenselliğin yanı sıra, öteki ile kurulan gerilimli ilişkiyi de dâhil ederek yeniden düşündüğümüzde ise kavram, tam da karşıtı varsayılan otonom -egemen öznelliği norm olarak kabul eden modern özne için daha karmaşık ve çok- katmanlı bir boyut kazanır.”

Yazar, saha çalışmasında yüz yüze görüşme yöntemi yerine, katılımcılardan ‘kırılgan’ hissettikleri durumları, anlatan yazılarına ve görsellere yer vererek onların kırılganlıkla ilgili yaşadıkları deneyimlerini bir araya getiriyor. Kitapta yer verilen örnek olaylarda ‘kırılganlık’ meselesinde ‘ötekinin’ bakışının genellikle belirleyici olduğunu gözlemliyoruz. Katılımcıların paylaşımlarında fiziki şekil bozuklukları, bedendeki fazlalıklar ya da eksikliklerle tanımlanan kişilerin tanıklık ettiği deneyimler, beden üzerindeki anlamlandırmaları görünürleştiriyor demek mümkün. Bu yazılar, aynı zamanda bir kusuru temel alarak belirli kategoriye yerleştirilen kişilerin benlik talebiyle, benliğin kendisi arasındaki yarılmanın, ‘kırılganlık’ sebebi olabildiğine de işaret ediyor. Katılımcı anlatılarında en dikkat çeken toplumsal olarak üretilen nitelikler ve sıfatların kişiyi gerçek doğası sayılan şeyden uzaklaştırması ve bedenin ideale yerleştirme çabası. Hakverdi saha çalışması sonuçlarını yorumlarken, birisi için ideal olanın bir başkası için kırılganlık nedeni olabileceği gibi, ideale yakın olmanın da kırılganlığı ortadan kaldırmayacağının altını çiziyor. Bu önemli bir nokta, çünkü günlük yaşamda herkes kendi kırılganlığını görürken, başkalarını kırılacak bir durumu olmadığını konusunda kesin yargılar taşımakta.

‘ÖTEKİ İÇİN KİMİM BEN?’

Hakverdi, ‘kırılganlığı’ statü üzerinden tartıştığı çalışmasının ikinci bölümünde ise, statünün yaşamdaki yerimizi belirleyen bir yerde durmasını, belirlenmiş ‘ideal’e iç içe geçmesi üzerinden yorumluyor. Yazar, statü ile ilgili ‹kırılganlığı sınıfsallık üzerinden değil daha çok öznenin hayal ettiği yer ile bulunduğu yer arasındaki konumu açısından ele alıyor. Hakverdi’ye göre, ideal alanlara yerleşememek ‘ötekinin’ gözünden kendine tayin edilen yerde olamamak hedeflenen ve hayal edilen statünün dışında yer almak özneyi kırılganlaştırıyor: “Statünün hayali çizgileri kırılganlığın önemli bir fay hattıdır. Statüyle ilgili endişeler çoğunlukla çağdaş kapitalizmle bağlantılı bir tür güvensizlik ve yetersizlik hissiyle ilgilidir. Tüketim toplumu ve öznenin deneyimlediği yetersizlik hissi çift yönlü bir neden sonuç ilişkisiyle birbirlerine bağlıdırlar. Özne sürekli kendisine neyin doğru -ya da ideal- olduğunu söyleyen, sürekli nasihatler veren medya içeriklerinin yoğun baskısı altında yine aynı Lacancı soruyu duyar: ‘Öteki için ben kimim?”

Son yıllarda gündelik dilde de giderek daha fazla duyduğumuz kırılganlık kavramı, birçok kavramda gözlemlediğimiz gibi içi boşaltılma ya da aşırı belirsizleşme durumuyla karşı karşıya. Günümüzde ‘piyasanın, pazarın kırılganlığı’ ya da ‘girişimcilerin kırılganlığı’ dahi özneleştirilmekte. Hakverdi’nin çalışması, kırılganlığı insan üzerinden anlamaya çabalaması ve daha da önemlisi insanın kırılganlığında ‘kültürel ideallerle’ kuşatılmış bir yaşama işaret etmesi önemli.