Çok özür diliyorum; bazen insanları sevemiyorum… Öfkeyle kalkıp zararla otursam umrumda olmayacak gibi geliyor. Sinirlerimi dizginlesem...

Çok özür diliyorum; bazen insanları sevemiyorum… Öfkeyle kalkıp zararla otursam umrumda olmayacak gibi geliyor. Sinirlerimi dizginlesem hayal kırıklığıma engel olamıyorum. Pazar sabahı sıcak kahvelerimize eşlik edecek , bir tatil sabahı kadar keyifli cümleler kurmayı ben de istiyorum. Ama soru işaretleri peşimi bırakmıyor. Umutsuzluktan  değil, sadece anlamaya çalışmak istiyorum yüzleşmek istemediklerimizi. Bu yüzden de karnemizin pekiyilerle dolu olan bölümünden bahsetmeyeceğim. Politikayı bir kenara bırakalım. İnsanlıktan payımıza neler düşmüş onlara bakalım.
Otelde canlı canlı yakarak öldürdüğümüz aydınlarımız, başka bir dilde şarkı söylemeyi suç sayan zihniyetimiz, kendi cinsiyetinden birine aşık olduğu için ölümü yakıştırdıklarımız… Vatandaşlık görevi belliyoruz namus bekçiliğini, ‘adalet’ dağıtmayı. Dinleri, siyaseti alet ediyoruz bu eylemlerimize. Hangi siyasi görüşle ya da dinle bağdaşır azrail rolü üstlenmek? Öpüşen bir çift görsek ayıplıyoruz ama sokak ortasında birbirini yumruklayan adamlara sözümüz yok. Şiddet değil sevgi şaşırtıyor bizi! O savunmasız hayvanlara işkenceler eden, aydın bir adamı sırtından vuran, darbeleri alkışlayabilen ellerimize atmalı belki de suçu.
Kimseye iyilik, doğruluk dersi vermek haddime düşmez. Ama sormadan edemeyeceğim; hangi ideolojiye, hangi vicdana sığar bütün bunlar? Bizim gibi düşünmeyenlere silah çekmek değişmesini istediğimiz şeyleri değiştirmeyecek. Geliştirdiğimiz teknoloji, bilim bir yana, biz “insanlıktan” sınıfta kaldık!
İkmallerde görüşmek üzere…