Bir düşmanla savaşta olduğumuzu hayal etmek kendi egoist hedonizmimizin ötesine geçen zorlu kişisel fedalarda bulunmamıza (sosyal mesafelendirme ve karantina gibi) yardımcı oluyor. Başarısız çevreciliğimizin günahlarının doğanın intikamına sebep olduğunu hayal etmek, gelecek ve doğru çevre politikaları için daha iyi hazırlanmamıza yardımcı olacak. Doğayı kişileştirmek koşullara uyarlanabilir ve faydalı olabilir.

Pandeminin bir amacı var mı?

Stephen T. Asma - Felsefe Profesörü, Yazar

Böyle felaketlere dair mitopoetik görüşler, karizmatik liderlerin (eskiden şamanlar ve papazlar, şimdiyse başkanlar ve politikacılar) kolayca etkisi altında kalıyor. Savaştığımız 'düşman' günah keçisi olarak seçilen etnik bir grupta cisimleşebiliyor. Bu yüzden bilime güvenelim ve sağlık çalışanlarına minnettarlığımızı sunalım ama hayal güçlerimizi de dikkatli ve sorumlu bir şekilde kullanalım ki bu hikâyenin akıbeti nihayetinde insanlığın zaferi olsun, ulusal ya da siyasal bir zafer değil.
Şayet ona bir amaç atfederseniz, evet, var. Koronavirüs ne iyidir ne kötü. Sadece çoğalmak ister.

Doğa sizi umursamaz. Bu, acı gözükebilir ama net bir şekilde söylemek gerekirse, doğa hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi umursamaz, genlerini bir sonraki kuşağa aktarmak dışında. Evrim okuduysak bunu biliriz. Tanrı'nın tasarımı veya mistik idealizme bağlamadan organizmaların adaptasyonunun açıklanması Darwin'in kazanımıydı. Darwinci evrim doğrudur ( dağ gibi kanıtla desteklenmiştir) ama aynı zamanda soğuk bir metafiziktir. Biyolog Stephen Jay Gould, bunu, doğanın "soğuk duş etkili değerlendirmesi" (“cold-bath view”) olarak tanımlamıştır, dinin doğayı karakterize ettiği gibi sıcak veya huzurlu değil...

Bir an rizosefalayı (Çn. Bir tür kabuklu deniz canlısı) düşünün veya ömrünü yengeçlerin ve diğer kabuklu hayvanların içinde beslenerek geçiren “kök-kafalı” sülük ayaklı midyeyi (barnacle)... Yengecin içine tohum olarak girer ve sürünen bir üzüm asması gibi, genellikle yengecin her bacağının içine sızarak karmaşık kök sistemleri dizini içerisinde konak boyunca yayılmaya başlar. Bu kök sistem konağını iğdiş eder (yengecin gen çizgisinin devamını engelleyerek), yengecin kabuk değiştirme döngüsünü durdurur ve onu yıllarca yaşatır (bu süre boyunca ondan faydalanarak). Ya da bir tarantula şahinini (Çn. Pepsis) düşünün, larvaları için besin tedariki olarak tarantula avlayan o dev eşek arısını... Bu eşek arısı bir tarantulayı güçlü bir şekilde sokarak felç eder ve bir yumurtasını örümceğin felçli vücuduna bırakır. Eşek arısı larvası yumurtadan çıkınca, hâlâ yaşayan tarantula üzerinden yavaş yavaş beslenir, hatta uzun süre taze kalmasını garanti altına almak için ilk olarak çalışan hayati organları tüketmekten dikkatli bir şekilde kaçınarak… En özgün Hollywood yazarlarının bile anlatamayacağı bu fantastik hikâyeler günlük biyolojinin velinimetidir.


Sindirim sistemimize yardımcı olan bağırsaklarımızdaki kolibasiliye teşekkür mü etmeliyiz? Ya da bunun yerine bağışıklık sistemlerimizi bozan ve konak popülasyon boyunca yayılan virüsü mü suçlamalıyız? Bu organizmalar şeytani ya da yüce gönüllü değillerdir, sağlık sistemimizi kasten mahvetmezler, onlar hayatta kalmak ve çoğalmak için doğal olarak ne gerekiyorsa onu yaparlar. Bu söylediklerim kulağa hissiz veya duygusuzca gelebilir ancak amacım bu değil.

Şurası açıktır ki diğer organizmalarla savaşımız bizim için çok önemlidir, gerçek üzüntü ve trajedilere yol açarlar. Ancak daha genel evrimsel perspektiften bakarsak bu dram nötr bir değerdir. Hatta daha net bir şekilde söylemek gerekirse, bu, dram bile değildir çünkü doğada senaryo, kurgu yoktur.

Pek çok dindar kimse, doğanın cömert olduğunu veya en azından biyolojinin ara yüzünde belli belirsiz kavranmış bir amaç olduğunu görürler. Ancak dini optimizmden bile daha derin bir şey vardır. Daha geniş bir doğa kavramsallaştırması; monoteistler, politeistler, yerli animistler ve şimdiki politikacı ve politika yapıcılar tarafından paylaşılmaktadır. Bu mitopoetik doğa görüşüdür. Doğada bir kurgu (veya proje) bulmak evrensel güdüdür. Mitopoetik bir paradigma veya perspektif, dünyayı; objektif, duygusuz yasalar sistemi olarak değil, rekabet eden insani niyetlerin dramatik hikâyesi olarak görme eğilimdedir. Bu, bilim öncesi dünya görüşüdür ancak (bu görüş) çağdaş akılda da hâlâ bulunmaktadır.

Örneğin, Başkan Trump, “Virüsün bize karşı şansı olmayacak” ve birkaç hafta sonra “Bu savaşı kazanacağız!” diyerek, koronavirüsü “topyekün bir savaşta” büyük düşmanımız olarak tarif etmiştir. Ancak net bir şekilde söylemek gerekirse, savaşlar kötücül öznelere karşı yapılır ancak virüs bize zarar vermek niyetinde değildir. Koronavirüs diğer bütün virüs veya patojenler gibidir, bize zarar verme amacı taşımaz. Sadece çoğalmak ister. Darwin’den sonra, doğanın (ne kadar) korkunç olabileceğini görüyoruz ama şeytani (ya da iyi) olabileceğini değil… Bay Trump yayılan virüse ahlaki bir çerçeve koyduğunda, onu mitopoetik bir yaklaşımla yorumluyor ve biz onu anlıyoruz çünkü biz de mitopoetik çerçeveyi kolay ve doğal bir şekilde uyguluyoruz.

Şayet bunu siyaset açısından bir çerçeveye koyarsak, sol da sağ kadar mitopoetiktir. Pek çok liberal yorumcunun son zamanlarda masum doğaya el uzatmamıza ve çevresel günahlarımıza doğanın verdiği ceza olarak zoonetik taşmanın (spillover) ortaya çıktığı zemininde ahlakileştirme çabalarını duyuyorum. Kibrin mitopoetik trajedisini öneren sol, bunu insanlar olarak kendi başımıza açtığımızı söylüyor. Papa Francis pandeminin insanların çevreye zarar vermesinin sonucu olarak doğanın cevabı olduğunu söyledi. “Doğanın intikamı mı bu bilmiyorum ama bunlar kesinlikle onun (doğanın) cevabıdır” dedi.

Gerçekte ise zoonotik taşma, parazitizm, predasyon, türün yok olması hiç de ceza değildir, sadece (doğada) işler genelde böyle yürür. Onlar hep burada olmuştur ve olacaktır. İnsanları enfekte ettiği bilinen patojenlerin çoğunun zoonotik kökenleri vardır ve insanın çevreye zarar vermesi onların varlığının temel sebebi değildir. Çoğu taşma (spillover) ve bulaşma (tansmission), hayvanları evcilleştirmemizden, hayvanların (örn., kemirgenler) kentsel çevrelerimize adaptasyonu ve insanın kentleşmeyle beklenmedik karışımından kaynaklanmaktadır.

pandeminin-bir-amaci-var-mi-729529-1.



Hastalık ve ölüm doğanın sisteminin arzaları değil, özellikleridir. Aslında soğuk-duş etkisi yaratan hakikat doğal seçilimin işlemesidir çünkü organizmalar, çoğalmak için hayatta kalabildiklerinden daha fazla sayıda doğmaktadır. Doğal seçilim kötücül değildir ama şurası açıktır ki iyicil de değildir.

Doğanın korkunç nötrlüğü karşısında biz insanlar güçlü hayal gücümüzü devreye sokuyoruz. İncil-vari bir düşmana karşı tür olarak savaşta olduğumuzu hayal etmek gerçekte saçma olabilir ancak bu güçlü kurguya bir şekilde sarılmamızı öneriyorum. Deneyimlerimizi efsanevi hikâyeler içinde ele alıp anlamaya evirildik, iyi ve kötü adamların olduğu kurgulara; “Mutlak Güç”e işaret ediyoruz, ilahi güce dua ediyor şefaat diliyoruz, Dao’yla uyum içerisinde olmaya çalışıyoruz; Dharma’ya gönüllü oluyor, iyi karma geliştiriyor, kendimizi arındırmak için adaklar adayıp fedakârlıklar yapıyoruz (Ramazan, Lent, Yom Kippur) ve genel olarak doğa ve talihimizi kendi faydamıza dönüştürmeye çalışıyoruz. Aksini nasıl yapabiliriz? Neticede riske attığımız şey tam da ailemizin hayatta kalması. Ne kadar savunmasızsak, mitopoetik hayal gücümüz o kadar daha öne geliyor. Umuyorum ki tıp ve bilim dünyası bir aşı bulacaktır ancak bu savaşta araştırma laboratuvarları olmayanlarımız için sadece hayal gücümüz yardıma yetişiyor.

Bir düşmanla savaşta olduğumuzu hayal etmek kendi egoist hedonizmimizin ötesine geçen zorlu kişisel fedalarda bulunmamıza (sosyal mesafelendirme ve karantina gibi) yardımcı oluyor. Başarısız çevreciliğimizin günahlarının doğanın intikamına sebep olduğunu hayal etmek, gelecek ve doğru çevre politikaları için daha iyi hazırlanmamıza yardımcı olacak. Doğayı kişileştirmek koşullara uyarlanabilir ve faydalı olabilir.

Yaşamlarımızı arada sırada gelen düşmanlarla (mikroskopik ve makroskopik) dramatik savaşlar olarak hayal etmek; kalplerimizi ve akıllarımızı değiştirmemize, inançlarımızı ateşlendirmemize, fedakârlığı teşvik etmemize ve böylelikle salgınların, çile ve musibetlerin asıl etkisini değiştirmemize yardımcı olabiliyor. Ancak böyle felaketlere dair mitopoetik görüşler, karizmatik liderlerin (eskiden şamanlar ve papazlar, şimdiyse başkanlar ve politikacılar) kolayca etkisi altında kalıyor. Savaştığımız "düşman" günah keçisi olarak seçilen etnik bir grupta cisimleşebiliyor. Bu yüzden bilime güvenelim ve sağlık çalışanlarına minnettarlığımızı sunalım, ama hayal güçlerimizi de dikkatli ve sorumlu bir şekilde kullanalım ki bu hikâyenin akıbeti nihayetinde insanlığın zaferi olsun, ulusal ya da siyasal bir zafer değil…

Bazıları insani bir zaferin burada ihtiyaç olunan şey olmadığını, doğanın iyicil ve kötücül kavramlarından bağımsız nötrlüğün kazanan veya kaybeden kavramlarını saf dışı bıraktığını ileri sürüyorlar. Eğer hariçten gazel okuyacaksak bu doğru olabilir ancak işin tam heyecanlı yerinde genetik olarak hayatta kalma mecburiyeti duruyor. Eşsiz Darwinci miras işte bu.

Bir natüralist olarak insan özgücülüğünün teolojik versiyonuna karşı direnirim, ancak bir filozof olarak, hiçbir şeyin, ta ki biz insanlar onu hayal edene kadar, içsel bir değeri olmadığını kabul etme eğilimindeyim. Türümüzün değerini, doğanın nötr yasalarına bakarak, nesnel olarak bulamayacağımıza göre bu değerin doğruluğunu iddia etmemiz gerekiyor. Ve evrenin, içinde bizimle daha kayda değer olduğunu savunmamız…

BirGün Çeviri Kolektifi