Milli Eğitim’e bağlı okullarda kılık ve kıyafet yönetmeliğinin değiştirilmesi ile birlikte 5. sınıftan itibaren kız çocuklarının okula türban ile gidebilmesi sağlanmıştır

Pedagojik bir sorun olarak eğitimde dinselleşme

> EYLEM GÖKÇE TÜRK

Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Psikolojisi Bölümü

Eğitimde dinselleşme özellikle 4+4+4 eğitim sistemine geçiş ve 19. Milli Eğitim Şurası tartışmaları ile en görünür halini almıştır. 2012 yılında 4+4+4 uygulaması ile eğitimde dinselleşmeye yol açan değişiklikler, okula başlama yaşının 5,5 olarak belirlenmesi ve dört yıllık eğitimin ardından öğrenci yaklaşık 9,5 yaşında iken din eğitimi alabileceği bir imam hatip ortaokuluna geçiş olanağının sağlanmasıdır. Bu durum pek çok okulun imam hatip ortaokuluna dönüşmesinin de önünü açmıştır. Uygulama ile birlikte 5. sınıftan 12. sınıfa kadar “din, ahlak ve değerler” seçmeli dersleri başlığı altında Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler derslerini konulmuştur. 2014 yılında 19. Milli Eğitim Şurasında gündeme gelen konular ise eğitimde dinselleşme eğiliminin daha da derinleşmiş bir görünümünü sunmuştur. Şura’da gündeme gelen konuların içerisinde din derslerinin okul öncesi eğitimde, ilköğretimde ise 1. sınıftan itibaren zorunlu hale gelmesi ve karma eğitimin kaldırılması bulunmaktadır. Her ne kadar okul öncesi eğitimde zorunlu din eğitimi ve karma eğitimin kaldırılması reddedildiyse de, birinci sınıftan itibaren zorunlu din eğitimi önerisi komisyondan geçmiş ve uygulanmayı bekleyen bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Bunların yanı sıra Milli Eğitim’e bağlı okullarda kılık ve kıyafet yönetmeliğinin değiştirilmesi ile birlikte 5. sınıftan itibaren kız çocuklarının okula türban ile gidebilmesi sağlanmıştır. Tüm bu değişimlerin sonucunda okullarda evrim karşıtı dini içerikli kitapların ücretsiz dağıtılması, vakıflar ve belediyeler ile Milli Eğitim Müdürlüklerinin ortaklıları ile dini içerikli tiyatro, film, gezi ve yarışmaların düzenlenmesi gibi etkinlikler birçok ilde okul rutinlerinin bir parçası haline gelmiştir.

Laiklik bireylerin herhangi bir inanca sahip olma ya da inanmama konusunda kendisini özgür hissetmesi, devletin her türlü inanç/inançsızlığa yansız ve eşitlik temelinde yaklaşması olarak düşünüldüğünde Türkiye’de eğitim sisteminin belirli bir inancı teşvik etmeye odaklanmış anti laik bir sisteme dönüştüğü açıkça görülmektedir. Nitekim, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün 2010 yılında yayınlamış olduğu “Ortaöğretim din kültürü ve ahlak bilgisi dersi öğretim programı” kitabında geçen “Millî eğitimimizin temel amaçlarına bakıldığı zaman, yetiştirilmek istenilen insan tipine ulaşmada din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin oldukça büyük bir katkı sağlayacağını görebiliriz.” ifadesi de bu durumu doğrular niteliktedir.

Bu noktada bütün bu uygulamaların ve henüz uygulamaya geçmese bile birçok velide kaygı yaratan önerilerin çocuk ve ergenlerin ruh sağlıklarında, bilişsel gelişimlerinde, kişilik gelişimlerinde ve vicdan gelişimlerindeki yerinin de tartışarak dinselleşmiş bir eğitimin sağlıklı çocuk ergen gelişiminde nasıl bir karşılık bulabileceğini düşünmek gerekmektedir. Eğitimin dinselleşmesi sadece zorunlu din derslerinin çok ötesinde, öğrencilere başka bir donanımın kapıları açmakta ve genel olarak eğitim alanında dinsel ölçütleri uygulanabilir kılmaktadır. Eğitim alanında dinsel ölçütlerin uygulanmaya başlanması (ki bu durum tıp gibi, hukuk gibi diğer alanlara da sıçramıştır) birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Okullarda cinsiyet ve mezhep ayrımcılığının artması, dini vurguların fen dersi de dahil olmak üzere tüm derslerde belirgin bir artış göstermesi, din dersini seçmeyen öğrencilerin ayrımcılığa uğraması, bazı okullarda laboratuar ve kitaplık yerine mescitlerin açılması gibi sıkıntıların yaşanması (bkz. Halkevleri Eğitim Hakkı Raporları) seçmeli ya da zorunlu din derslerinin dışında da yetiştirilmek istenen insan tipine dair ipuçları vermektedir.
Konu pek çok açıdan ele alınabilir ancak bu yazı öncelikle 2013-2014 Eğitim Öğretim yılında Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle başlatılmış olan Okul Öncesi Kuran Kursları ve Din Eğitim Kreşlerini, daha sonra da türban serbestisi ve karma eğitimin kaldırılması talebini gelişim psikolojisi bağlamında ele alınmaya çalışılacaktır.

İnsan gelişiminin evrelerine kabaca baktığımızda 0-2 yaş bebeklik 2-6 yaş, ilk çocukluk, 6-12 yaş son çocukluk, 12- 18/20 yaş ergenlik olarak sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma, her bir yaş döneminin kendin özgü bedensel, zihinsel, duygusal, psikomotor nitelikler taşıdığına işaret eder ve optimal düzeyde gelişim sağlamak için çocukların içinde bulundukları çevrenin düzenlenmesinin temelini oluşturur. Çocukların aile içerisinde, kurumlarda, eğitim sistemi içerisinde gelişim dönemlerinin özellik ve ihtiyaçlarına aykırı bir takım uygulamalarla karşılaşması onların bütünlüğüne ve sağlıklı gelişimlerine zarar vermektedir. Okul öncesi çağda çocuklara dini bir eğitim vermek, gelişim dönemlerinin özelliklerine aykırı bir uygulamadır. Okul öncesi dönemde din eğitimi verilmesi gerektiğini düşünen uygulamacılar iki temel varsayıma dayanmaktadırlar. Birincisi okul öncesi dönemin çocuğun dini konulara merakının en yoğun olduğu dönem olduğu varsayımı, diğeri ise çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel, psikomotor gelişim alanlarında belirli evrensel evrelerden geçerek ilerlemesi gibi, dini ve ahlaki yönden de belirli gelişim aşamalarından geçtiği varsayımıdır. Bu varsayımların ikisinin de gelişim psikolojisi literatüründe bilimsel bir karşılığı bulunmamaktadır. Okul öncesi dönem, genel olarak çocuğun dil becerilerinin arttığı bir dönemdir. Dünyayı refleksleri, temel duyuları ve bedensel devinimleri ile keşfetmekten, yavaş yavaş dünyayı zihinsel araçlar ile keşfetmeye doğru ilerler ancak akıl yürütmesi mantık kurallarından bağımsız, kendine özgü özellikler sergiler. Canlı cansız ayrımını yapmakta, gördüğü bir olayı zihninde tersine çevirmekte ve kendi duygu, düşünce ve beklerinden farklı duygu düşünce ve beklentilerin de olabileceğini kavramakta güçlük çeker. Kısaca düşünme becerilerinde gelişimsel bir takım sınırlılıklar vardır. Ancak yine de bebeklik döneminden çıkmıştır ve dil gelişimi, bedensel gelişimi, bilişsel gelişimi bu dönem çocuğuna yeni deneyimler sağlamaktadır. Dolayısı ile eşsiz ve geniş bir merak duygusu bu dönemin özelliğidir. Gözlemleyebildiği olayların neden sonuç ilişkilerini, kelimelerin anlamlarını, kendi bedenini ve organlarını kısaca çevresinde olan her şeyi merak eder ve sıklıkla “neden” sorusunu sorar. Yani okul öncesi dönem çocuğun merakı dini konulara değil, çevresinde her ne varsa ona yönelik bir meraktır ve uygun bir biçimde doyurulması şarttır. Çocuğa anlayabileceği basitlikte ve olabilecek en somut hali ile yanıt verilmelidir. Soyut bir kavram olan din ise çocuğun anlama ve akıl yürütme becerilerinin ötesindedir. Ne var ki çocuğun hayalgücünün güçlendiği, canlı cansız ayrımı yapmakta güçlük çektiği, olaylar arasında mantık temelli değil benzerlik ve sezgi temelli ilişki kurmaya çalıştığı bir dönemde sistematik bir biçimde dini bilgilerin verilmesi henüz somut bilgiyi bile tam anlamı ile kavramakta zorluk yaşayan çocuklar için en iyi ihtimalle kafa karıştırıcıdır. Bu bilgilerin şarkılı, türkülü, oyunlu yöntemler ile aktarılmasının din eğitiminin pedagojik ilkelerle uyumlu kılması mümkün değildir. Nitekim Diyanet işleri başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kuran Kursları 4-6 yaş eğitici kitabında yer alan “Allah her an bizi dinliyor”, “Allah herşeyi görür” gibi üniteler çocuğun kavrayışının çok ötesindedir. Bunun dışında çocuğun görmediği bir varlık tarafından sürekli gözlendiği, izlendiği, dinlendiği bilgisinin aktarımı başta kaygı bozukluğu olmak üzere psikiyatrik pek çok sıkıntının yeşereceği bir zemin hazırlamaktadır. Hayal gücü ile birlikte çıkan yalan söyleme davranışının, çocuğun kendine özgü ahlak gelişimi çerçevesinde benmerkezci ve çıkarcı edimlerinin, gelişiminin doğal bir parçası olarak kendi bedeninin keşfine yönelik mastürbasyon davranışının sürekli gözlemlenme duygusu ile birlikte doğal akışlarının dışında çocuk için korkutucu, örseleyici deneyimlere dönüşebileceği açıktır.

Türkiye’de eğitimin dini referanslara göre biçimlendirilme eğiliminin diğer önemli iki işareti ortaokulda türban serbestisi ve bunun devamı olarak da karma eğitimin bir tartışma konusu yapılmaya çalışılmasıdır. Erinlik-ergenlik dönemindeki kız öğrencilerin artan bir biçimde türban ile eğitim sisteminin içerisinde yer almaya başlamaları ile kız ve oğlan öğrencilerin birbirinden ayrı tutulması hevesi bir bütün olarak pek çok açıdan ele alınabilir. Çocuk ve gençlerin cinsel gelişim, kimlik gelişimi, bilişsel gelişim alanları gibi pek çok alan bu uygulamalar açısından değerlendirilebilir. Bu ayrıntılı değerlendirmeyi bu yazıya sığdırmak mümkün olmamakla birlikte en genel haliyle denilebilir ki erinlik (yaklaşık 12-14 yaş) ve orta ergenlik (yaklaşık 15-18 yaş) dönemleri kişinin kendi bedenindeki hızlı değişimle baş etmeye çabaladığı, kim olduğunu, kim olmak istediğini sorguladığı ve bu soruların cevabını bulabilmek için çeşitli felsefi,ideolojik,dini denemeler yaptığı ancak bunları yaparken de bir yetişkinin akıl yürütme becerilerini henüz tam olarak sergileyemediği bir döneme karşılık gelmektedir. Bu dönemde erin ve ergenleri dinsel bir takım kalıplara sıkıştırmak hem kim olmak istediklerine ilişkin keşif davranışlarını hem de cinsel yönelimleri ve cinsel kimlikleri doğrultusunda kendilerini keşfetme davranışlarını kısıtlayarak ileride karşılaşılabilecek pek çok sorunun önünü açmaktadır. Çocuksu özellikleri hala gözlemleyebileceğimiz erinlik ve orta ergenlik dönemlerinde bireylerin yaşamlarını dinsel temellere göre şekillendirmelerinin teşvik edilmesi kız çocuklarına zihinsel olarak henüz erişilmemiş bir kadınlık vaat ederken kız ve erkek çocukları arasında bu dönemde ortaya çıkması beklenen arkadaşlık dostluk partnerlik ilişkilerini sakıncalı, tehlikeli ve uygunsuz kılmaktadır. Bununla birlikte erinlik ve orta ergenlik dönemindeki bireyler somut akıl yürütme becerilerinden tam olarak sıyrılmış, soyut ve dinsel bilginin iradi özümsemesini gerçekleştirecek yetilerle tam olarak donanmış değildir. İçki şişelerinin karşısına oturduğu bir fotoğrafın altına “içecek gibi yapıyorum ama içmiyorum, şeytan deli oluyor” yazan bir çocuğun safdilliği ile de özetlenebilecek bu tablo maalesef ki bir yandan da akılcı ve bilimsel bir perspektifin yok olmasına işaret etmektedir.

Kısacası politik bir tercih olarak toplumsal ve siyasal yaşamın dinselleştirilmesinde en önemli araç örtük ya da açık biçimde dini referansların öne çıktığı bir eğitim sistemidir. Bu nedenle laiklik tartışması her zaman içerisinde laik eğitim tartışmasını da barındırmaktadır. Eğitim sisteminin laik karakterde olmasının ya da olmamasının sosyolojik ve politik pek çok yansıması vardır ve bu yansımalar önemli tartışma başlıklarını oluşturmaktadır. Ancak dinsel motiflerle süslenmiş bir eğitim sisteminin eğitim psikoloji açısından da ne tür yansımaları olabileceği de üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yetişkin olmayan bireyler, din ve devlet arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde laiklik temelli eğitim anlayışının bugün göz ardı edilmesinin çocuk ve gençler üzerinde yaratacağı olumsuz etki bir an önce yeniden değerlendirmeli ve geleceğimiz olan nesillerin kendi gelişim mecralarında kendi renkleri ile özgürleşmelerinin önü açılmalıdır.