Saati kurmadan uyanmak. Ne uykusuzluktan çöken ne de yorgunluktan kızaran gözler... Midemizle kalbimiz arasında bir ağırlık yok. İçimiz...

Saati kurmadan uyanmak. Ne uykusuzluktan çöken ne de yorgunluktan kızaran gözler... Midemizle kalbimiz arasında bir ağırlık yok. İçimiz sıkışmıyor. Televizyon kapalı. Gazeteler masanın üzerinde duruyorlar. Okunmamışlar henüz. Genelde hepimiz sayfalarını ilk biz karıştırmak isteriz, okunmuş bir gazete aynı tadı vermez nedense ama bu sefer kimsenin eli gitmiyor. Matkap sesleri dolmuyor eve pencerelerden. Gerçi ben kendimi bildim bileli o matkap hiç ama hiç susmadı. Ne bitmez yapılandırma, ne bitmez kazıymış anlamadım. O kadar alıştık ki susunca anladık sürekli çalıştıklarını. Korna seslerinden bahsetmiyorum bile. Arabalardan uzaktayız çünkü. Telefonumuz yok. Aklımız da kaymıyor arayan soranlar listesine. Hormonsuz meyvelerle karşılaşınca anlıyor midemiz; tatildeyiz. Sokaklarda rahatça yürümek istiyoruz. Yüksek sesle kahkalar atıyoruz, ayıplayan gözlere değmiyor gözlerimiz. Ayakkabılar ayaklarımızda değil, ellerimizde. Bir tuzlu sularla bir ay ışığıyla buluşuyor ayaklarımız. Onları da özgür bırakıyoruz. Hakettiler ne de olsa. Balıklarla yüzmeyeli ne kadar olmuştu, unuttuk. Hiç çıkmak istemiyoruz denizden. Kusurlarımız parlıyor güneşte. Onlarla bile barışmışız. Tenimize yapışan tuzu özlemiş vücudumuz. Mükkemmel değiliz. Hayatımız da mükemmel değil. Hem onu, hem de kendimizi olduğu gibi kabul etmişiz. Kimsenin yerinde olmak istemiyoruz. Pişmanlıklarımızı sildik. Sevdiklerimizleyiz. Ve onlarla olmanın tadını çıkartıyoruz. Saçlarımızı okşayan bir kadının yumuşak ellerinde bazen huzur. Sıcak kollarda uyuyor, sevgiyle kucaklıyoruz özlediklerimizi. Adımlarımızı yavaş atmaya çalışıyoruz. Belli ki zorlanıyoruz. O kadar alışmışlar ki bir gecikmenin ardından koşmalara. Saatlere bakmıyoruz. Ayın kaçıymış günlerden neymiş bilmek istemiyoruz. Ne olur kimse gündemden bahsetmesin bizlere. Biz kendi gündemimizi yaratmak istiyoruz bu aralar. Savaşlar sürüp gidiyor. Bombalar patlıyor. Ama bir süreliğine unutmuşuz bunları. Çünkü unutmadan yaşamaya devam edilmiyor mutlu olmaya utanır olmuşuz. “Mutluyum” demek ayıp olmuş. Tek istediğimiz buymuş meğer. En çok ihtiyacımız olan şey buymuş. Huzurmuş. Siz de utanmadan, ayıp sayamdan bir süreliğine unutmanın, uzakta olmanın, henüz yakılmamış ormanların arasında, hala yüzebildiğimiz sularda, hala balıkları görebiliyorken, kuşlar göç etmemişken daha, güneşe ya da yağmura göz kırpın.
O kadar huzursuz ve doyumsuzuz ki her zaman, kısa bir süreliğine bile olsa ruhumuzu, duygularımızı, vücudumuzu şaşırtmanın zamanıdır şimdi. Bırakalım o küçümsediğimiz pembe bulutlar geçsin bir kere de semamızdan. Perdelemeyelim küçük mutluluklarımızı. O inanmadığımız hayallerimize dalalım. Varsın essin içimizde yaz akşamlarının ılık rüzgarları. Hep sıkıntılar sığdıracak değiliz ya oraya. Eğer sizin de kalbinizdeki ağırlık yerini rüzgarlara bırakmışsa, omuzlarınızda bir hafiflik hissediyorsanız, fark etmediğiniz halde kaşlarınızı çatmaktan oluşan çizgiler gevşediyse, gülmekten dudaklarınızın kenarlarındaki kırışıklar belirginleşmişse, bir baş dönmesi, bir hafiflik hissediyorsanız endişelenmeyin. En yakın bir doktora görünmeye kalkışmayın. Korkacak bir şey yok sadece huzurlusunuz. Gösterişli bir ambalaja koyup, güzel bir de raklam yapsak onun için çok alıcısı çıkacak halbuki. O zamana kadar, satın alınmadan yakanılabilen bu anları kaçırmayın. Hepimize utanmadan, çekinmeden, ayıp saymadan doya doya yaşayabileceğimiz huzur dolu günler diliyorum.