Plazalara geri döndük...

> ZİHNİ BAŞSARAY @zihnibassaray

Seçtiklerimiz ve maruz kaldıklarımızdan ibaret olan yaşamda, ne yaşadığımıza karar veremediğiniz anlar vardır. İnsan yaşamda bir bütünlüğün içinde olduğunu düşünse de aslında tüm bunlar zamana bağlıdır. Bazen, bazı şeyler olur. Yapmanız gereken tek şey dahil olmaktır. Artık sıra yaşamaya gelmiştir.

Ali Ismail davasının son duruşmasının haberlerini takip ediyordum. Tekmelenerek öldürülen 19 yaşında bir çocuğun katilleri, bir devlet tavrıyla savunmalarını yapmışlardı. Savaşa hazırlanan bir ordunun mızraklarını yere vurması gibi avuçlarını birbirine vuruyordu insanlar. Sonra telefon çaldı.

Telefondaki ses en az benim o gün olduğum kadar inançlıydı. “Bu ne ulan?” dedi şiddetle. “Sen ne yaptığının farkında mısın!?” Yaklaşık 5 saniye boyunca sessizlik oldu. Bu 5 saniyede bir insana neler yapılabileceğine dair kurduğum hayallerden korktum. 5. Saniyenin sonunda büyük günahımı anlatmaya başladı. Bir insan kaynakları sitesi için hazırladığımız ilanda yazması gereken bir kelimeyi yanlış anlamıştım. “Peki efendim düzeltiyoruz” deyip kapattım.
Odadaki geri kalan herşeyi yakmak istedim o an, tek yapabildiğim yangın merdivenine çıkıp bir sigara yakabilmek oldu. Hızlıca sigarayı içip karton kahve bardağında söndürdükten sonra 42 metrekare ofisimize geri döndüm. Büyük camlarla çevrili ofisimizin bir yanı inşaat şantiyesine, diğer yanı da bir askeri birliğe bakıyor. Rezidansın en alt katında spor salonu ve havuz var. Biz ise 31 katlı bu binanın 17. katındayız.

Yeni bir yaşam için çıktığımız meydanlarda kendi ellerimizle, hayallerimizle bir yaşam yaratmıştık. Başbakanın, hocanın, babanın, patronun o güne kadar hiç düşünmediği bir hayat. Gece 11’den sonra sokağa çıkamayanların gece 4’te barikat nöbetinde şarkı söylediği garip bir durum. Özenilmiş bir iyilik. Gerçek olmayacak kadar güzel insanlar mı, yoksa aslında insanlar bu kadar güzel mi bir türlü karar veremiyorum.

Sonra zaten çoğumuz plazalara geri döndük. Plazalar garip. Uğruna mücadele edecek gerçek bir şey kalmamış gibi bir duygu veriyor insana. Gökyüzünün altında özgürlüğü paylaşmak için mücadele eden insanlar olarak ne yazık ki bir zaman sonra gökyüzüne uzanan binalara, betonla karılmış egolara hapsolduk. Kendimce bu hapsoluşa makul gerekçeler yarattım. Okuduğum bütün kitapları, vicdanımı hafifletmek için kullandım. “Başka bir yolu olmalı, böyle olmuyor” dedim kendi kendime. Oysa oluyordu işte. Az daha oluyordu.

Sığındığım bahaneler beni hep korkutuyor. Seçmek istediğim yaşam biçimi, seçmiş olduğum yaşam koşulları, maruz kaldıklarım ve yalnızca yaşadıklarım artık keskin çizgilerle birbirinden ayrı. Bu ayrılık, insanın bir bütün olarak yaşadığını sandıklarının da aslında ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyor.

Çok yalnızlık demişti bir adam. “Yalnız kalmanın isyanıydı Gezi.” Herkesin sığınacak bir hatıraya, dönecek bir an’a ihtiyacı vardır. Gezi, benim gibilerin bu hayatta sığınacağı hatıradır. Ve Gezi, yalnız olmadığımızı anladığımız an’dır.