Taraf’ın ikiz köşe yazarlarından Önder Aytaç’ın 32. Gün programında söylediği sözler çokça eleştirildi. Öyle ki Aytaç’ın kendi gazetesi bile olayı, el mecbur, “Oğlu öldürülen acılı babaya tuhaf...

Taraf’ın ikiz köşe yazarlarından Önder Aytaç’ın 32. Gün programında söylediği sözler çokça eleştirildi. Öyle ki Aytaç’ın kendi gazetesi bile olayı, el mecbur, “Oğlu öldürülen acılı babaya tuhaf soru” başlığıyla haberleştirdi. (06.12.2008)

Kısaca hatırlayalım. Aytaç programda, İzmir’de polis tarafından (her zamanki gibi) dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülen Baran Tursun’un babasının iddiaları üzerine, ‘fahri meslektaşlarıyla’ birlikte savunmaya çekilmişti.

Programın diğer konuklarından iki emekli polis müdürünün yaşananların yalnızca ‘bir iş kazasından’ ibaret olduğunu dillendirmelerinin ardından söz alan Aytaç son derece fütursuzdu:

“Oğlunuz alkollü ve agresifmiş. Babasının nasıl şiddet yanlısı tavırları olduğunu iki defa alkollü yakalandığını biliyoruz”

Bununla da yetinmeyen Aytaç, baba Mehmet Tursun’a “Niçin Diyarbakır’dan İzmir’e göç ettiklerini” sordu.

“Oğullarımı çocuklarımı İzmir’de yaşatmak için, Paris’te yaşatmak için, New York’ta Londra’da yaşatmak için göç ettim” yanıtını alan Aytaç, son bombayı patlatmakta gecikmedi:

“Keşke New York’a Londra’ya gitseydiniz!”

Polisin sorumlu olduğu hak ihlalleri, işkence ve ölümler üzerine her defasında işittiğimiz ‘münferit efendim, münferit vaka bunlar, koca camiayı töhmet altında bırakmayalım’ nakaratlarına fazlasıyla aşinayız. Ne var ki, resmi erkânın ‘hırsızın hiç mi suçu yok’ türünden meşhut mantığını bile aşan yukarıdaki sözlerin sahibinin bir Taraf yazarı olması doğal olarak dikkatimi çekiyor. Ancak Taraf’ın aksine hiç mi hiç şaşırmıyorum. Çünkü Taraf’ın iddia ettiği gibi, Aytaç’ın tavrının münferit bir vaka olduğunu düşünmüyorum.

Gerek Önder Aytaç’ın gerekse köşesinin ortağı Emre Uslu’nun Emniyet içerisindeki Fethullahçı örgütlenmeyle olan ilişkilerini bilmeyen yok. Bu ikilinin söz konusu ilişkileri hakkında yazılıp çizilmeyen kalmadı. Kaldı ki Taraf’ta yazmaya başladıkları günden beri her makalelerinde bu misyonlarını açık ediyorlar.

TSK içerisinde istedikleri ölçüde örgütlenmeyen Fethullahçılar, Emniyet Teşkilatı ve MİT’teki faaliyetlerini, ‘Sivillerin ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olması’ gibi hiçbir demokratın karşı çıkmayacağı bir taleple meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bugün varılan noktada başarılı olduklarını ve söz konusu teşkilatlarda oldukça etkin olduklarını da söyleyebiliriz.

Bu açıdan kamuoyu nezdinde Emniyetin ve MİT’in TSK karşısında kazandığı prestij, aynı zamanda onların hanesine yazılıyor.

Taraf’ın yayın hayatına başladığı günden beri şahit olduğumuz yayın politikası da iddialarımı doğrular nitelikte. Gazete polisin uygulamalarına dair eleştirilerinde yoğun olarak ‘teknik kusur’ vurgusu yaparken, askerin en ufak teknik kusurunun altında bile sistematik bir amacın bulunduğu iddiasını dillendiriyor. Açık açık dillendirmeseler de metin altı okumalardan (onlar niyet okuyuculuk diyorlar ya) ‘askerî hegemonyaya karşı mücadele eden polisi yıpratmayalım’ kaygısıyla hareket ettiklerini görmemek mümkün değil. Tıpkı ehveni şer mantığıyla, askeri vesayet rejimine karşı AKP’yi ‘sivil güçlerin öncüsü’ olarak cilalamaları gibi.

Aynı gazeteden Rasim Ozan Kütahyalı’nın yukarıda alıntıladığım sözlerine rağmen “Özgürlükçü ve demokrat” bir aydın olarak gördüğü arkadaşı Aytaç’ı yalnızca ‘vicdanlı davranmamakla’ eleştirmesi de düşündürücü. Ki bilirsiniz, devrimcilerin ya da askerlerin her sözlerinin ve edimlerinin altında buzağı aramayı kendine iş edinmiştir yazarımız.  Bu konu vesilesiyle hem özeleştiri konusundaki deruniliğini sergileme hem düşmanına çemkirme fırsatı yakalayan Kütahyalı’ya kulak verelim:

“Emniyet, kamuoyu tarafından çok daha rahat şekilde sorgulanıyor, eleştiriliyor. Mesela geçenlerde Oktay Ekşi polisle ilgili çok sert bir yazı yazdı. Bu yazının onda birini askerle ilgili, mesela Aktütün katliamındaki feci ihmallerle ilgili yazamaz...”

Aslında sözünü ettiğim tavrı Mehmet Tursun’un Taraf’ta yayınlanması için gazetenin yetkililerine gönderdiği mektup (yayınlandı mı bilmiyorum) da çok iyi özetliyor:

“Program boyunca Önder Aytaç, polisin işlediği suçlardan çok askerin işlediği suçlardan dem vurmaya çalıştı.  Ben: ‘Baran Tursun davasında polisin tanzim ettiği sahte belge hakkında neden yorum yapamıyorsunuz’ dediğim de Önder Aytaç: ‘Ama asker de Cizre’de dışkı yedirdi’ (dedi) … Önder Aytaç: ‘Polisin yaptığı bir iş kazasıdır, aynı şeyi askerler de yapmaktadır’ şeklinde cevap vermekle yine bizimle ilgisi olmayan askerleri işin içine çekmeye çalıştı.

İzini sürdüğüm çifte standarda dair ciddi ayrıntılar var. Yerimin sınırlarını zorluyorum.

Bu konuya devam edeceğim.

 

***

MEDYAZADE

GEÇENLERDE mektebi Mülkiye’nin bulunduğu Cebeci Kampüsüne yolum düştü. Yıllar sonra eski okuluma gideceğim için heyecanlıydım. Kampüsün nizamiyesine varınca bir de ne göreyim? Ortalık ana baba günü. Talebeler nümayiş yapıyor. Onların beş on katı polis de tertibat almış kapıda. Okulun özel güvenlik elemanlarının bulunduğu kabine gidip içeri girmek istediğimi söyledim. “Ziyaretçiyim, bir hocayla görüşeceğim”  dedim. Gazeteci olduğumu söyledim,  kimlik de gösterdim. “Bekleyin” dedi güvenlik elemanı. Ben beklerken üç beş ziyaretçi girdi kampüse. Sinirle görevlinin yanına gidip:”Yahu” dedim, “Beni niçin bekletiyorsun, yoksa gazeteciyim diye mi?”  “Sizin görüşeceğiniz hoca okulda değil” dedi. “Ne biliyorsun” dedim, “Kiminle görüşeceğimi? Cemil Müneccim misin?” Ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Üç beş güvenlikçi bir anda tepemde bitti. Bereket bir polis memuru zapt etti ÖGB’leri. Ben ÖGB’lerin linç girişimini bertaraf etmekle meşgulken, talebeler bağırıyordu: “Polis üniversiteden defol!” “Çocuklar, ne yaptığınızın farkında mısınız siz? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayasınız. Bu ÖGB’ler size polisi aratır!” diyecek oldum bir ara. “Neme lazım, şimdi de onlar tartaklar” diye sustum. Akşam eve gidince ajansı açtım. Bir de ne göreyim? YÖK başkanı bundan böyle üniversite de polis jandarma olmayacak demiş. Bu talebeler kaşınıyor vallahi!

 

***

...Diyor ki: “Gâvurdan başka ne beklenir!” Milli Gazete.

 

AİHM iki Türk göçmenin Fransa aleyhine açtığı türban davasını reddetti. Mahkemenin bu kararı üzerine siyasal İslamcılardan başka ne beklenirdi ki?”