Ganimet ve talan gibi bir tarihsel gelenekten ve ‘hedefe ulaşmak için her yol mubahtır’ fikrine dayalı politik bir öğretiden gelen İslamcılık, post-truth çağda, beygir gücü yüksek bir yalan ve takiye motoruna döndü.

Politika, haysiyet ve iftira

Can Serhat HALİS

“Onur”, “erdem”, “haysiyet” gibi kavramlar ortaçağda kültürün vazgeçilmez duvarlarıydı. Şövalyeler, prensler, beyler, mahalle kabadayıları, halk ozanları, bıçkın delikanlılar; bu duvarın parçasıydılar. Kahramanlıklarıyla nam salmış, düşmanını asla arkasından vurmayacak yüzlerce eşkıya dağları mesken tutmuştu. Hatta Japonya gibi ülkelerde, insanların “harakiri” yapması oldukça sıradan bir eylemdi.

20. asra kadar da bu değerler, kapitalist yozlaşmayla ters orantılı şekilde varlığını korudu. Kapitalizm gelişiminin ileri bir aşamasında, güçlü bir propaganda ağını ve kendine özgü bir kültürü de doğurdu. Bu doğum, belirli bağlamlarda ileriyi, belirli bağlamlarda ise, kokuşmuş bir çürümeyi ifade ediyordu.

Nitekim güçlü bir illüzyon dünyası demek olan post-truth çağ, baştan sona bir yalana dayanacaktı. Kuşkusuz bu, beraberinde “yalanın”, hayatın olağan bir parçası olmasına ve hatta meşru bir zemine oturmasına kadar ilerlemesine neden oldu. Daha doğru bir ifadeyle, yalan artık kendisinden utanılacak bir eylem olmaktan çıktı.

‘Gerçek ötesi’ bu dünyada, yalanın en çok icra edildiği alan, politika olarak karşımıza çıkıyor. Burada yalanın meşrulaştığı kapitalist trene, dinci vagon da eklemlenince, raylara binen ağırlık arttı. Böylelikle Türkiye, yalan trenindeki en ağır yük vagonuna döndü.

İSLAMCILIK VE YALAN

Ganimet ve talan gibi bir tarihsel gelenekten ve ‘hedefe ulaşmak için her yol mubahtır’ fikrine dayalı politik bir öğretiden gelen İslamcılık, post-truth çağda, beygir gücü yüksek bir yalan ve takiye motoruna döndü.

İslamcılığın 22 yılda Türkiye’ye yaptığı kötülüklerin başında -zaten yalana dayalı olan- burjuva siyasetini, içinde; erdem, haysiyet ve utanma gibi değerlerin yer almadığı bir bataklığın tam ortasına çekmek geliyor. İslamcı aşıyla birlikte burjuva siyasette yozlaşma dehşet bir boyuta ulaştı.

Bu boyutta; bir hafta önce söylediğinin tam tersini söylemek; bir yıl önce hakaretler ettiğin kişinin en candan savunucusu olmak; karşıdaki rakibine iftira atmak, montaj videolar hazırlamak; henüz 7 yaşındayken yapılan havalimanını yapmakla övünmek; doğduğu zaman kaldırılan türban yasağına, üniversitede türban mağduru olduğunu söylemek gibi yüzlerce yalan yer alır.

Bu boyutta; ‘ben bu adamdan hesap sormazsam insan değilim’ diyen kişi; birkaç yıl içinde hesap soracağını söylediği adamın İçişleri Bakanı olabilir.

Bu boyutta; bu adam ABD’nin maşasıdır, BOP’un eş başkanıdır diyen kişi, bir süre sonra ABD’nin maşası olduğunu söylediği kişinin ittifak ortağı olabilir.

Bu boyutta; ‘seçim ikinci tura kalırsa oyumu x kişisine vereceğim’ diyen kişi; bu konuşmadan iki hafta sonra ‘ben kimseye oy vermeyeceğim’ diyebilir.

Bu boyutta; ağza alınmayacak küfürler, hakaretlerle birbirine saldıran, insan içine çıkılamaz dediğimiz cinsten laflarla birbirini hedef alan kişiler; birkaç yıl sonra “canciğer kuzu sarma” biçimde birlikte ekran karşısına çıkıp, bu defa bir başkasına küfürler savurabilir.

Bu boyutta; ‘bende vefa vardır, ben asla sayın x’in karşısına aday olmam’ diyen kişi; ilk seçimde, ‘aday olmam’ dediği kişinin karşısına aday olabilir.

Bu boyutta; ‘bu adamlar hırsız, soyguncu, bunlarla yol yürüyen münafıktır’ diyen kişi; birkaç ay sonra hırsız dediği kişilerle birlikte yol yürüyebilir.

OMURGASIZLAR SİMÜLASYONU

Gündelik hayatta küçük ve hatta pembe cinsten bir yalan söylediğimiz anlaşıldığında; elbette 17. yüzyılda Japonların yaptığı gibi harakiri yapmayız; ama can sıkıcı şekilde bu durumdan utanırız, yüzümüz kızarır.

Bu yüzden şaşırarak şunları soruyoruz kendi kendimize: ‘Bu insanların yüzü nasıl kızarmıyor; nasıl bu kadar aleni şekilde yalan söyleyebiliyor, iftira atabiliyorlar; nasıl birbirlerinin gözüne bakabiliyorlar; nasıl halkın karşısına çıkabiliyorlar; nasıl ekranlarda demeç verebiliyorlar, nasıl çocuklarının yüzüne bakabiliyorlar’ diye.

Şurası çok açık, yüzlerin hiç kızarmadığı bir simülasyonda nefes alıyoruz. Bu evrende tüm omurgalar alınmış durumda. Ve evet, 22 yıllık İslamcı iktidardan sonra bu ülkede, bu yazının ilk cümlesindeki değerlerin varlığından bahsetmek artık imkânsız.