Popülizm ve halkçılık
Dünyanın pek çok yerinde sol, popülist kökenlidir; bundan da gocunmaz. Örnek olsun, Fransız Devrimi’nin Jakobenleri bir bakıma popülisttir. Latin Amerika’nın köylülerle iç içe hareket eden halk hareketleri de öyle.
Tolga ŞİRİN
Popülizm, günümüzün sosyal bilimler literatüründe ve ona koşut olarak ana akım medyada “popüler” hale gelen bir kavram. Hemen her olumsuz tutuma “popülist” sıfatı yapıştırılıveriyor.
Sağcısı, solcusu, faşisti, hatta sosyalisti birbirine popülist diyor, kavramın üzerinde tepiniyor. Örneğin ABD’de Donald Trump için kullanılan bu sıfat, yeri geldiğinde “demokratik sosyalist” Barnie Sanders’in de sıfatı oluveriyor.
Sıfatı, kâh Hugo Chávez için, kâh Viktor Orbán için duyuyoruz. İngiltere’de Jeremy Corbyn fazla popülist olduğu için eleştiriliyor, hatta bu kavramları ağzından düşürmeyenlerce hemen “cancel”leniyor.
Aslında popülist sözcüğü yeni değil. 20. yüzyılın başında veya 1970’li yıllarda görünürlüğünün arttığını görüyoruz. Fakat hemen her dönemde yeni bir anlam kazanıyormuş gibi davranılıyor sanıyorum. Siyaset Bilimci Ghita Ionescu ve Ernset Gellner, bu kavramsal karmaşa karşısında geçmişte bazı akademik girişimlerde bulunmuş ama herkesin hemfikir olduğu bir tanıma ulaşamamıştı.
Bugün de kavramı kullananlara “bu ne demek?” diye soracak olduğunuzda, herkes kendine göre bir tanım veriyor veya tanım veremeyecek olursa yemek tarifi anlatır misali popülizmin ne anlama geldiğini anlatmaya kalkıyor. Ama bir türlü dört başı mamur bir tanım ortaya çıkmıyor. Bu toz duman arasında da artık faşiste faşist, şeriatçıya şeriatçı denemez oluyor.
2016 yılının sonlarından itibaren patlama yapan bu kavramın aslında gördüğü bir işlev var. Bana öyle geliyor ki bu sefer de popülizm kavramı, liberallerin liberal olmayan tüm akımları aynı çuvala sokup yerden yere vurmak için tedavüle soktuğu bir operasyon aracı. Buna benzer bir manipülasyonu geçmişte “totalitarizm” kavramından tanıyoruz. Faşizm ve komünizm, aralarında dağlar kadar fark yokmuşçasına, totalitarizm torbasına sokuluyor ve cadı kazanında kaynatılıyordu. Dikkat edilecek olursa, bugün de ana akım liberallerin hoşuna gitmeyen hemen her şey popülist diye etiketleniveriyor. Tabii bazen görüntüyü kurtarmak gerekiyor, o zaman da kendinden menkul bir “sağ popülist” ve “sol popülist” ayrımı yapılıyor. Fakat ayrımın nereden başladığını soracak olsanız, ona da dört başı mamur bir yanıt vermeye pek yanaşmıyorlar.
İşin ilginci, Türkiye’de bu pratiğin güncel aktörlerinin, 2010 civarında “milli irade” ve “askerî vesayet” ikilemini sık sık kullanıp kendilerini ilkinden yana konumlandıranlar olduğunu görüyoruz…
Bu aktörler için konjonktür o gün oydu, bugün bu…
Yerseniz.
Popülizmin Geleneksel Eleştirileri
Normal şartlarda popülizm, hatta doğrudan Türkçesini söyleyelim halkçılık çok eski bir akım. Bu akıma dönük eleştiriler de yeni değil. Özellikle liberaller ve sosyalistler popülizme eleştiriler yöneltirlerdi. Popülizmin liberal eleştirisi, iktidarın avama inmesine karşı çıkar; ayaktakımının söz, yetki, karar hakkına sahip olmasının akıllıca olmayacağından dem vurarak seçkinci bir yönetim önerirdi. Gaetano Mosca, Vilfredo Pareto ve Robert Michels gibi isimler, bu “elitist” eleştirilerin teorisyenleri…
Popülizmin bir de soldan eleştirisi var tabii. Fakat bu eleştirinin ilkiyle hiçbir alakası yok. Bu eleştiride, halkçılığın sahteliğinden dem vurulması göze çarpar. Vladimir İlyiç Lenin’in Rus popülistlerine (Narodnikler) dönük “Halkın Dostları Kimlerdir? eserinde de bir ölçüde gördüğümüz bu eleştirilerde “halk” kavramının işçi sınıfının işlevini belirsizleştiren anlamına, küçük burjuva öğelerle uzlaştırıcı niteliğine vb itirazlar öne çıkar. Yani bu savlarda, ilkinde olduğu gibi seçkincilik değil sınıfçılık ön plandadır.
İki eleştiri biçimi arasında fark büyük olsa da bugün, söz konusu iki akımın birden popülizmi eleştiriyor olması, kavramın değer kaybına uğramasına neden oluyor ve bu puslu ortam, söz konusu manipülasyona kapı aralıyor.
Şunu kabul etmek gerekir: Dünyanın pek çok yerinde sol, popülist kökenlidir; bundan da gocunmaz. Örnek olsun, Fransız Devrimi’nin Jakobenleri bir bakıma popülisttir. Latin Amerika’nın köylülerle iç içe hareket eden halk hareketleri de öyle.
Doğal olarak Türkiye’deki durum da çok farklı değildir. Abdülhamit istibdadına karşı örgütlenip 1908 Devriminin önünü açan, hatta modern ideolojik akımların tohumunu atan gençler, ayrıntılar bir tarafa bırakıldığında popülisttiler.
Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinden esinlenen, Rusya’da 1905 Devrimi’ni yapanlarla yakın ilişki halinde yayınlar çıkaran (meraklıları Halka Doğru ve Türk Yurdu dergilerinde Parvus Efendi’nin konumunu araştırabilirler) Jön Türklerin ideolojik katkısı kesinlikle yadsınamaz.
O Jönler ki, 23 Nisan 1920’de Ankara’da “kurucu meclis” altında toplandıklarında, aralarındaki rekabeti alternatif halkçılık programlarıyla yarıştırmıştır. Sosyalizan popülistlerin “Halk Zümresi Programı” ile milli iktisatçı popülistlerin “Temsil-i Mesleki Programı” arasından, Kemalist popülistlerin “Halkçılık Programı” sıyrılmış ve halkçılık yeni Türkiye’nin ideolojik rengi olmuştur. Bu halkçılığın başlarda farklı sınıflardan gelen işçi, köylü yoksul halkın yönetime katılmasına dönük tonu, sonraları “sınıfsız, zümresiz kaynaşmış bir kitle” biçimini almış olabilir fakat her koşulda gerçek budur.
Sonradan 1921 Anayasası’na dönüşen bu Halkçılık Programı’nın ilk dört maddesi, Anayasa’nın maddi anlamda başlangıç kısmı kılınmış ve dünyaya ilan edilmiştir. Bu popülist metin, günümüz Türkçesiyle şöyledir:
“Emperyalist devletlerin, devletimizin ve milletimizin hayatına açıkça kastetmeleri sonucunda haklı savunma için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar çeşitli nedenlerle açıkça ve göstererek ilan ettiği amaç ve öğretisini bir kere daha bütün dünyaya sunmak için bu bildiriyi yayımlamaya gerek görmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî sınırlar içinde hayatını ve bağımsızlığını sağlamak ve hilafet ve saltanat makamını kurtarmak sözüyle oluşmuştur. Dolayısıyla Türkiye halkının hayat ve bağımsızlığını, eşsiz ve kutsal arzu bildiği Türkiye halkını, emperyalizm ve kapitalizmin baskısı ve zulmünden kurtararak irade ve egemenliğinin sahibi kılmakla amacına ulaşmış olacağı görüşündedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayatına ve bağımsızlığına kasten saldıran emperyalist ve kapitalist düşmanlarının saldırısına karşı savunmak ve bu amaca karşı hareket edenleri cezalandırmak kararlılığıyla kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda yetkisi Büyük Millet Meclisinin manevi kişiliğindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın öteden beri karşı karşıya olduğu yoksulluk sebeplerini yeni araçlar ve teşkilat ile kaldırarak yerine refah ve saadet koymayı başlıca hedefi sayar. Dolayısıyla toprak, eğitim, adliye, maliye, iktisat ve vakıf işlerinde ve diğer çalışmalarda toplumsal kardeşlik ve yardımlaşmayı egemen kılarak, halkın ihtiyacına göre yenilikleri ve kurumları oluşturmaya çalışacaktır. Bunun için de siyasal ve toplumsal ilkelerini milletin ruhundan almak ve uygulamada milletin eğilim ve geleneklerini gözetmek düşüncesindedir.
Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkenin yönetimsel, iktisadi, toplumsal genel gereksinimleriyle ilgili hükümleri arka arkaya araştırmaya ve kanun biçiminde uygulamaya sokmaya başlamıştır. Başarı sadece Allah’tadır.”
***
Yerim bittiği için toparlamam gerekiyor. Bu yazıda derdim, her koşulda tu kaka edilen popülizme bir ölçüde sahip çıkmaktı. Konu hakkında tedavüldeki kullanımları sorgulatabildiysem ve bir nebze düşündürtebildiysem amacım gerçekleşmiştir.
Fırsat bulmuşken bir de 23 Nisan 1920’nin 103. yılı hatırına bir soru bırakmak isterim:
Bir asırdan uzun süre önce popülistlerin kaleme aldığı yukarıdaki metne benzer şekilde antiemperyalist, antikapitalist, bağımsızlıkçı vb değerleri öne çıkaran bir başlangıç metnini, bugün yeni anayasa yapmak için bir araya gelen ittifaklardan hangisi yazabilir?