Stand-Up Filozof Zizek Giderek artan bir

Stand-Up Filozof Zizek
Giderek artan bir aseksüelleşmeye dikkat çeken Zizek, ‘Da Vinci Kodu’
gibi Hollywood filmlerinde artık çiftlerin seks yapmadıklarını belirtti
Sloven felsefeci Zizek son yıllarda hiçbir düşünüre nasip olmayan bir ün kazandı. Zizek, üstelik bu ününü liberalizmin doludizgin gittiği zamanlarda Ekim Devrimi’ni savunarak, klasik Marksizm’e saygıda kusur etmeyerek elde etti. Global kriz sonrası keşfedilmedi, zaten tanınıyordu. Zizek’i başkalarından ayıran özelliği işini eğlendirerek yapması. Zizek gerçek bir şovmen, tabir-i caizse bir tür stand-up filozof. Bana Cem Yılmaz’ın stand-up showlarından daha eğlenceli geliyor Zizek’i izlemek. Zizek’i bugüne kadar “Zizek!” ve “Sorgulanmış Yaşam” gibi belgesel filmlerde ya da youtube’da izlemiştim. Daha önce Türkiye’ye gelişinde kaçırmıştım fakat bu kez 3 Aralık Perşembe günü Boğaziçi Üniversitesi’nde kendisini canlı dinleme fırsatı buldum. Bu konuşmayı kaçırmamam için zaten başlığı yeterliydi: “Post-İdeolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood”. Tam benim konum yani. Baştan söylemek gerekirse Zizek’i izlemek yine çok keyifliydi, çok güldük falan ama başlığın içeriği dolmadı. Üstelik kimi anlattıklarını daha önce de belgesellerde, şurada burada söylemişti. Yani benim için ikinci baskı oldu. İki saatlik konuşmanın sonlarına doğru ancak sinemaya gelebildi. Peşrev bölümünde Türkiye ve Avrupa ilişkilerine değindi. AB’yi ‘Dan Brown topluluğu’ olarak tanımlaması çok isabetliydi kanımca. AB’nin Türkiye politikasını ikiyüzlü buluyordu. Bütün Avrupa devletlerinin kendilerini asıl Avrupalı diğerlerini ise barbarlar olarak tanımladığını belirten Zizek’in İngiltere’nin Avrupa kıtasını toptan Osmanlı İmparatorluğu olarak gördüğünü söylemesi üzerine kahkaha koptu.
‘EVLEN VE ÜRE!’
Zizek’in ideolojinin işleyişine dair söyledikleri çok yenilik içeren şeyler değildi kanımca. İdeolojinin kendisini ilişkilerdeki örtük anlaşmalarda, söylenen şeylerden çok söylenmeyen şeylerde, özgürlükçü gibi görünen ama aslında dayatmacı davranışlarda yeniden üretme şansı bulduğunu söylerken bunları çeşitli filmlerden örneklerle de süsledi. Mesela ‘Neşeli Günler’ müzikalinde baş rahibenin kendisini cezalandırmasını bekleyen kahramanımız, cevap olarak ‘Climb Every Mountain’ şarkısını alır. Yani “sen kurallara uyuyor görün ama istediğini yap!” mesajıdır verilen. Ve Zizek kuralların aslında ihlal edilmek için var olduklarını söylüyor. Carpenter’ın ‘Yaşıyorlar!’ filmini övgüyle andı (bu filmde takılan bir gözlük, örneğin ‘Karayipler’de Tatil’ yazılı bir billboard’da aslında ‘Evlen ve Üre!’ yazdığını görünür kılar). ‘Tom & Jerry’ çizgi filminde olan vahşetin bir an gerçekte yaşandığını hayal etmemizi istedi. ‘Kung-Fu Panda’ filminin ideolojinin saf hali olduğunu ileri sürdü. Bu filmde new-age bir felsefe kendisiyle dalga geçilerek servis edilir. İroni ideolojiyi kabul edilir kılar. İdeoloji ise ‘inanmak’a vurgu yapar. Burada anlattığı Nils Boehr’le ilgili hikaye doğrusu pek hoştu. Nobel ödüllü fizikçinin kapısında bir at nalı asılıymış. “Yahu bu saçmalıklara inanıyor musun?” dendiğinde Boehr “inanmıyorum elbette, ama bana, at nalının, inanmasan bile şans getirdiğini söylediler” demiş. Kung-Fu Panda’nın ideolojisi de böyle bir şey: “ustanın yemek tarifinde gizli, özel hiçbir malzeme yok ama önemli olan sizin o malzemelerin çok özel olduklarına inanmanız!”.
DİRENİŞİN BAŞLADIĞI NOKTA...
Bu arada giderek artan bir aseksüelleşmeye dikkat çekti. Seksin fazlasıyla sorunlu bir hale dönüşmesiyle James Bond’un son filmi ‘Quantum of Solace’da olsun, ‘Da Vinci Kodu’ gibi filmlerde olsun artık çiftlerin seks yapmadıklarını belirtti. ‘Beşir’le Vals’in savaşı sosyo-politik bağlamından koparıp bir tankın içine hapsettiğini ve bu sayede anti-militaristmiş gibi göründüğünü ama aslında filmin depolitize edici bir işlevi olduğunu söyledi.
Catherine Breillat’nın filmlerinde porno ile konulu filmleri bir anlamda birleştirerek yutulması çok zor bir iş yaptığını belirtti. Bertolucci’nin ‘1900’ünde toprak sahibine kendi kulağını keserek meydan okuyan çiftçiyle, ‘Dövüş Kulübü’nde Edward Norton’un canlandırdığı karakterin patronu karşısında kendi kendini dövmesi arasında bağlantı kurarak, bu (kendine zarar veren) eylemlerin direnişin başladığı nokta olduğunu belirtti. Ve son olarak Endonezya’da komünistleri katleden kitlesel katiller üzerine yapılan ‘Freeman’ adlı bir belgeseli anlattı. Bu kitlesel katiller, eylemlerini yaparken kendilerine Hollywood’un kötü adamlarını (James Cagney) gibi örnek almışlar. Kısa kesmem gerektiği için ayrıntılara girmiyorum ama Zizek’in her bir film üzerine söyledikleri zaten çoğunlukla ikişer, üçer cümleden fazla değildi. Zizek’i bıraksan günlerce konuşabilir ve bizler de günlerce dinleyebiliriz. Kısacası iki saat ne ona ne bize yetti.