“At izi ile it izinin” karıştırılabildiği dönemlerde kara propagandaya karşı duracakların önündeki en acil görev, “gerçek” sorunları dile getirmek olmalıdır.

Propagandayla izler karışmasın!

Prof. Dr. A. Raşit KAYA

Daha çok seçim zamanlarında dile getirilse de “propaganda” yalnızca böyle dönemlere özgü bir olgu olarak düşünülmemelidir. Çağdaş tüm toplumlarda/topluluklarda her vakit, açıktan ya da örtülü bir biçimde hazır ve nazırdır!

İzlenecek yolun, o topluluğun tüm yurttaş (erkek) bireylerinin eşit haklarla katılabildikleri halk meydanlarında (agoralarda) belirlendiği antik dönemlerde propaganda bireyleri eğitip, aydınlatan özel bir nitelik olarak kabul edilip, işlevselleştirilmişti. Zamanla, toplumsal ilerlemelere ve teknolojideki gelişmelere koşut olarak kurumsallaştı, araçsallaştı. Sonunda farklı görüş ve çıkarların çatıştığı bir alanın başat temasına dönüştü. Daha yerinde bir anlatımla, güçlenen belirli azınlık kümelerinin çoğu kez aldatmaca ve kandırmaca yoluyla çok daha geniş kesimleri yönlendirebilmesini amaçlayan ve güvence altına alan bir araca dönüştü. Eş zamanlı olarak da hedeflenen “hizaya” gelmeyenlerin çeşitli yollarla baskı altına alındığı bir uygulama haline geldi.  Bu yönde atılan, atılacak adımlar da söz konusu topluluğun “bekası” için gerekli ve olağan sayılarak “meşru” ve “masum” olarak sunuldu.

***

Ne var ki, “Aydınlanma” dönemiyle birlikte, düşünsel düzlemde de, pratikte de toplu yaşamın akla uygun biçimlendirilmesini öngören yeni bir evre başladı. Kısacası, propaganda salt kurulu düzeni savunan, koruyan bir etkinlik olmaktan çıktı, aynı zamanda mevcut düzeni sorgulayan bir pratiği de mimler oldu.

Böyle bir süreç çerçevesinde, demokrasi sözüne bile tahammülleri olmayan kimi siyasal rejimlerde erki ellerinde tutanlar da özgün niteliklerini daha açıktan sergilemeye başladılar. Öncelikle kendilerini destekleyenlerle klientalist ilişkiler kurdukları gibi, denetimleri altına alamadıklarını da şiddet kullanarak cezalandırmaya yöneldiler. Örneğin Almanya’da, “Kitlelerin Propaganda İle İğfali” başlıklı bir kitabın yazarı Hitler’in cellatları tarafından idam ediliverdi. Dönemin “propaganda nazırı” Gobbels “bir yalan ne denli büyük olursa” ve “bu yalanı ne kadar tekrarlarsanız o kadar çok insan inanır” diyordu. 

Dünya Hitler belasından ancak bir Dünya Savaşı tutarında bedel ödeyerek kurtuldu ama propaganda yine de yok olmadı. Yalnızca kendisine yapılan “referansın” adı ve biçimi değişti. Yazına önce “ak propaganda, kara propaganda“ ayrımı(!) eklendi. Olumlanamayacak etkileri gözlerden kaçırabilmek için yeni terimler arandı, “tanıtım”, “bilgilendirme”, “halkla ilişkiler” vb. yeni kavramlarla kitleleri yönlendiren etkinlikler adeta olağanlaştırılarak, olgunlaştırıldılar, görünüşte aklandılar. Kimi dürüst ve yetkin sosyal bilim uzmanları kâbus dolu eski senaryoların yeniden sahnelenmemesi için ciddi eserler verdiler, dile getirilen kimi konuları bilimin süzgecinden geçirerek propagandanın yeni tekniklerini bile açığa çıkardılar. Toplumsal baskı ve adaletsizliklerin kaynağının sadece kaba, fiziksel güç olmadığını sergilediler.  

***

Ne yazık ki, neo-liberal/neo-muhafazakâr birikim tarzı gelişip, egemen olunca politik, kültürel ve ideolojik olguların algılanışı da değişti. Statükonun yeniden üretiminde de dinsel inançlara dayalı dogmalar yeniden başat hale gelip, öne çıktı. Neredeyse bütünüyle tekelleşen, güç sahiplerinin denetimine giren medya ortamında istisnalar dışında egemen olanlar kendi “gerçeklik tanımlarını” toplumun en ücra köşelerine yayan bir araca dönüştürdüler. Teknolojik ilerlemelerin sunduğu “yeni medya” da örgütlü ve güdümlü “trol” ordularıyla böyle gerçeklik tanımlarının yeniden üretim ve yayılmasında çok etkili olabilecek bir potansiyele ulaştılar. İşlerine gelen abartıldı, gelmeyen küçümsenip önemsizleştirildi. Farklı duruş sahipleri ayrıştırılıp, düşman olarak damgalandı. “Çamur at izi kalır” anlayışıyla Gobbels’in öğütlerini izlendi. “Olgular düzeyinde sakın yalana başvurmayın” diyen Lenin’in sözüne kulak vermediler. Özellik  “at izi ile it izinin” birbirine daha kolay karıştırılabildiği seçim dönemlerinde kara propagandaya karşı duracakların önündeki en öncelikli görev, soyut gündemlere takılıp kalmadan, akıl dışı gerçeklik tanımlarına kapılmadan “gerçek” beka sorunlarını dile getirmek olmalı. Soyut umut ve beklentilere hapsolmadan, kişisel beklenti ve/veya öfkelerini duyurma arzusu ya da başka kişisel beklentiler uğruna kendilerine örtülü olarak sunulan “zokalar” yutulmamalı. Somut duyarlılıklar özveriyle dile getirilmeli. Çünkü günümüzün en örgütlü ve acımasız dolandırıcılığı “izleri birbirine karıştırtmak için" zaman ve mekân tanımadan sürmekte olan kapkara propagandalardır.