Sınavları adeta reel politik bir durum olarak kabul etmemiz, sınavların sağladığı görüntüdeki nesnelliği biraz olsun gerçeğe çekmenin yollarını aramaktan vazgeçirmemeli.

Puanlar ziyan olmasın yeter

Okulların önemsiz, eğitimin gereksiz olduğu iddiaları üzerinden eğitimi tartışan sistem karşıtı görünüşlü söylemler olarak okurlarımızın da arasında olduğu çok kişiye sempatik geldi. Bu arada okul müfredatları bir yandan tıka basa bilgi ile doldurulurken, öğretmenler müfredat yetiştirme, öğrenciler soru cevabı ezberleme ile meşguldü.

Muhalif söylemi seslendiren çok kişi ödev verilsin verilmesin ikilemine verdiği yeri ve emeği müfredatta bilimsel içeriğin sulandırılmasına itiraza ayırmadı. Okulun bir ideolojik hegemonya aracı olmak dışına taşındığında oynayacağı rolde çocuğun öğrenme ve gelişme arzusunu karşılayabilecek yaklaşımların ne olduğu tartışılıyor olsa da yeterince ilgi çekmedi. Belki sesi en çok çıkan kesimin özel okullarda kümelenmiş olması, bir yerde “kendini kurtarmış” ya da “valizi elinde” olanların eleştiri ya da karşı çıkışlarını kendi gündelik ihtiyaçları ve pratikleriyle sınırlı tutmalarını getirdi; eğitimi yaşama tutunmak ve talihi tersine çevirmek için bir fırsat olarak kullanabileceklere yaygınlaştırmaya imkân vermedi.

Çocukların okullarda beyni yıkanmasın, sloganına dönüşemediği için sonuçta sadece öğrenmekten iyice soğumasını doğuran bu “muhalif” yaklaşım pandemide okulun en azından bir çocuk bakım ve oyalama yeri olarak evden üstün olduğunu kabul ettiyse de, iş orada kaldı. O dönemde ele geçen dönüşüm fırsatını en azından müfredatın sadeleştirilmesi, sevimlileştirilmesi ve herkese iyi temel (okuduğunu anlama, düşündüğünü yazma, problemi anlama, işlemi doğru yapma gibi) kazanımlar sağlanması gibi “asgari” hedefler için kullanabilirdik, bu da küçük bir hedef olarak gündemlere yeterince girmedi. 

Oysa, çocuklar okul öncesinden başlayarak okullardaki hayat aracılığıyla yaşamda yer almaya, kendi gelişimlerini toplumla etkileşim içinde gerçekleştirmeye yönelebilirlerse, bunu sağlayacak bir yapılanmayı kurmak kadar bundan eşit biçimde yararlanmayı sağlamak özellikle Cumhuriyetin başlangıcıyla öne çıkan ve erişilmeye çalışılan bir ideal olmuştu.

Çocukların öğrenerek gelişme imkânları elde etmesine örnek verilen efsaneleşmiş kurumlar arasında yatılı okullar, köy enstitüleri, öğretmen okulları gibi eğitim ortamları var; bu ortamların aynı zamanda okullarla ilişkisi olmamışlar tarafından bile özlenen, hatta yüceltilen yanları okul, çocuk ve toplum ilişkisinde eşitlik ve fırsat kavramlarının çoğunlukça kabul edilen önemini de düşündürüyor. “Eski” okulların özlemi bu efsaneleşmiş kurumlarla sınırlı değil. Bugün orta yaşı geçmiş birçok kişi kendi gitmiş olduğu maarif koleji, fen lisesi, Anadolu lisesi vb değişik adlardaki okulları, bazen nerede o eski bayramlar ya da eski Türkiye sözleriyle karışık olarak ansalar da ve özlemleri okullardaki iklim kadar gençliğin kendisine olsa da, sözbirliği ettikleri bir yön, eşitlik, en azından duygu olarak. O yılların eşitlik algısını bir sınıfsız toplum yansıtmıyor, ama eşitsizliğin hayat yollarını belirleyiciliğinin o sırada daha sınırlanabilir olduğunu, en azından öyle geldiğini düşündürüyor. Son yarım yüzyılda eşitsizlik derinleşti, toplumdaki ümitlenme ve geleceği hayal etme örüntüleri farklılaştıysa, bunun okulların hayatımızdaki yerinin iyileştirilmesi ile birden çok bağlantısı var. Ama ben bu yazının kalanında sınavlar ve özellikle eşitliği bozan biyolojik gelişim hızları hakkında on yıllardır tekrarladığım bir kanıt ve kanaati tekrarlayacağım. 

Bunu yaparken de LGS ve sonrasındaki sınavlara baktığımızda, bu sınavların çocuğun öğrenme ve gelişme sürecinde gideceği yolu tayin ettiklerini, buradaki nesnelliğini ve eşitliğin ise, çok basitleştirirsem, herkese aynı soruyu aynı zaman diliminde cevaplanmak üzere sorarak sağlandığını söyleyebiliriz. Sınavları adeta reel politik bir durum olarak kabul etmemiz, sınavların sağladığı görüntüdeki nesnelliği biraz olsun gerçeğe çekmenin yollarını aramaktan vazgeçirmemeli.

Bu noktada çocukların nörobiyolojik ve psikolojik gelişimlerine ilişkin bir eşitsizlik üzerinden bazı görüşlerimi ifade edeceğim. Sınava ilişkin eşitsizlik eleştirileri arasında en çok üzerinde durulanlardan birisi, bu sınavlara hazırlanma sürecinin ciddi eşitsizlikler içerdiği oldu. Bu eşitsizliği gidermeye dönük girişimler olmuyor değil, ancak sosyal ve ekonomik eşitsizliğin katı duvarının az önce değindiğim özlenen Eski günlerdekini katlayarak yükselmesi çabaları zayıflatıyor. Benim değineceğim eşitsizlik ise, aynı sosyal ve ekonomik katmanda olanlar arasında bile farklılıklar yaratabilecek bir biyolojik eşitsizlik var: Beyin gelişim hızı. Sonuç cümlemizi de söyleyeyim: Gelişim hızları doğal dağılım gereği eşit olmayan çocukların, beyinsel ve zihinsel gelişim hızlarının ve buna bağlı olarak o anda gelmiş oldukları düzeyin en eşitsiz olduğu dönemde, sadece sorularda eşitliği sağlayan bir sınavlar dizisine girmelerini adaletli görmüyorum. Neden?

Nörobiyolojik ve psikolojik gelişimlerinin eşitsizliğinde, sosyal ya da ekonomik farklılıkları da aşan, beyin gelişimine ilişkin bir düzensizlik önemli bir rol oynuyor. Nasıl bir düzensizlik? Önce, gelişimin düzenini hatırlatmaya çalışayım: İnsan beyninin gelişim sürecinde gerçekleşen iki ana işlemden birincisi, nöronların yeni dallar geliştirerek diğer nöronlarla bağlar kurması ile başlıyor. Bu süreci bütünleyen “karşıt” süreç ise, nöronların kullanılmayan bağlantılarının budanması (yok edilmesi). Gri maddeyi oluşturan nöronlar, yaşanan olaylar ya da kaydedilen bilgiler ölçüsünde birbirleriyle bağlar kurarak, beraber “hareket” etmeye başlarlar. Bu yaşantılar ya da bilgiler tekrar tekrar kullanılmadıkları takdirde, nöronlar arasındaki uzantıların oluşturduğu bağ kaybolur; anı da, bilgi de silinir. Bu yolla “gereksiz” doku azalır. Gri maddenin toplam kalınlığında (beynin dış kabuğu) önce bir artış (silinenden çok kaydedilenin olduğu bir dönem), sonrasında da azalma, bir incelme (gereksizliklerden arınılan bir dönem) olur. İkinci işlem, gri maddedeki incelmeye paralel olarak gelişen, beyaz madde olarak da bilinen destekleyici dokudaki artıştır. Beynin “beyaz” bölümü, nöronların ve oluşturdukları dokuların arasındaki iletişimi sağlayan bir tür “kablo” sistemi olarak görülebilir. Bu kablolamanın verimi arttıkça, daha az sayıda nöron ile bilginin ve yaşantının işlemlenmesi mümkün olur. Beyaz maddenin artışına paralel olarak, birinci işlemdeki incelme döneminin sonucunda (öncekine göre) daha az gri madde ile en az önceki kadar zihinsel etkinlik sağlanır. Bu zihinsel etkinlik artışı, daha hızlı işlem yapma, “bir bakışta anlama”, “cevabın hızla akla gelmesi” gibi sınavlara ilişkin becerilere yansıyacak cinsten bir değişikliktir. Yaşlıların kendilerinden daha zeki çocuk ve gençlere göre daha etkin problem çözücüler olmalarının, konuları pek iyi bilmeseler bile akıl yürütme ile sorunları aşabilmelerinin, deneyimlerini kullanabilmelerinin sırrı bir parça da bu gri/beyaz oranının düşmesindedir.

Özetle, beyindeki gri maddenin zaman içinde azalması, beyaz maddenin çoğalması beyin gelişiminin önemli bir göstergesidir. Özellikle “problem çözümü”ne dönük akıl yürütme becerilerinin, birikmiş deneyim ve bilginin kullanımın bu gelişimsel gösterge ile ilişkisi vardır.

Peki, bu gelişimin en belirgin olduğu dönem ne zamandır? Bu gelişim hamlesinin ilk basamağı 18-48 ay arasında gerçekleşir. İkincisi ise, 11-14 yaşlar arasında… Hemen her çocuk bu döneme 11 ile 14 yaş arasında bir dönemde girer. Bazıları 11, bazıları 12, bazıları 13, bazıları 14 yaşındayken. Yaklaşık 11 yaşına kadar iyi kötü eşit ivmeyle ilerleyen beyin gelişim hızı, bu gelişim hamlesi döneminde, kişiden kişiye büyük farklar göstermeye başlar. Doğal sebeplerle oluşan ve zaman içerisinde değişme olasılığı olan farklılıkların varlığında çocukların kaderini tayin edici nitelik kazandırılmış bir sınav yapmak bu farklılığa kalıcı bir eşitsizlik niteliği kazandırır. Hem yaş grupları, hem de cinsiyetler arasında beyin gelişim hızı açısından eşitsizliğin en yüksek olduğu 11-14 yaş dönemini çocukların geleceklerinin belirlendiği sınavlara hazırlanmakla doldurmak büyük bir eşitsizlik ve zarar doğurmaktadır.