Kanaatimce Türkiye’nin selameti için yapılacak tek şey bir an önce Anayasayı ve hukuka aykırı olarak OHAL KHK’leri ile yapılan bu düzenlemeleri değiştirmek, OHAL’i kaldırmak ve parlamenter demokrasiye dönmektir. Bunun için de tüm demokratik ve sivil güçler 2019 seçimlerini beklemeden hemen işe koyulmalıdır

Racon hukuku ve KHK rejimi durdurulmalıdır

Mustafa Karadağ - Yargıçlar Sendikası Başkanı

Aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan AKP Genel Başkanı, partisinin 20 Ağustos günü partisinin İl Danışma Meclisi toplantısında bazı köşe yazarlarının ‘şahsı adına adeta racon kesip herkese ayar vermeye çalıştığından’ bahsederek, kimsenin racon kesmesine ihtiyacı olmadığını ifade etti ve “Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim” diye buyurdu.

‘Racon kesmek’, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “1. görünüşe göre hüküm vermek 2. gösteriş yapmak”, olarak açıklanıyor. Aynı zamanda yol, yöntem, usul, kural anlamına da geliyor. Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe sözlüğünde ise ilaveten İtalyan argosundan geldiği belirtilerek “1. belirli bir konuda kural koymak, yöntem saptamak 2. gücünü belli edecek şekilde bir biçimde davranmak, gösteriş yapmak 3. bir anlaşmazlığı kabadayılık dünyasında geçerli kurallara göre sonuca bağlamak” olarak karşılık buluyor. Raconu tanımayan ise ayıplı sayılıyor ya da camiadan aforoz edilerek dışlanıyor.

Konuşmadan anlaşılan; aynı zamanda bir ayar verilmesinden (olayların istenilen doğrultuda gelişmesi için girişimde bulunmak) bahsedilmesi nedeniyle “racon kesme”nin argo karşılığı anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.

‘Mafyatik faşizm’
Türk halkı ilk kez bir Cumhurbaşkanının ağzından ‘racon kesme’ sözünü duyuyor. Daha önceki 11 cumhurbaşkanından argo karşılığı olan bir söz duymamışlardı. En azından bizim bildiğimiz kadarıyla devlet yönetme geleneğinde racon kesme diye bir şey yok. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin cari olduğu demokratik rejimlerde ise varlığından hiç söz edilemez. Başkanlık rejiminde ise bu güçler çok daha kesin çizgilerle ayrılmış durumda. Zira kuralı yasama koyar, hükmü yargı verir, idare ise yasamanın koyduğu kurallar çerçevesinde yargısal denetime olanak verecek şekilde yönetir. Yine hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik parlamenter rejimlerde devleti yönetenler demokrasiye saygılı ve özenli bir dili kullanmak zorundadırlar.

Netice itibariyle devlet yönetilirken racon argo karşılığı anlamında kullanılmaz, yani devlet yönetirken racon kesilmez. Racon kesen, kural koyan ve koyduğu kurala koşulsuz itaati isteyen kişidir ve daha çok mafyatik örgütlerde söz konusu olur. Prof. Dr. Korkut Boratav hocanın belirttiği gibi (Türkiye’nin Faşizmleri III), AKP iktidarının, hukuk devletinin ana normlarını sistematik şekilde çiğneyerek faşizme giriş yapmasını müteakip; hamaset, baskı, yoksullaştırma, yoksunlaştırma ve eğitimsizleştirme politikalarının bir sonucu olarak kazandığı “seçim zaferleri” sonrasında (Burada YSK’nin mühürsüz oylarla ilgili hukuka aykırı, şaibeli kararının katkısını unutmamak gerekir) devlet yönetimine dair bütün yetkilerin tek adam iktidarına devriyle, yine Korkut Hoca’nın deyimiyle sanıyorum ‘mafyatik faşizme’ geçilmiş oldu.

Şimdi daha geriye gitmeye ihtiyaç duymadan son 16 aylık süreci hatırlayalım. Siyasi iktidarın “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelediği 15 Temmuz şaibeli darbe girişimi sonrası 20 Temmuz 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla OHAL ilan edildi. Ardı ardına bugüne kadar 28 OHAL KHK’si çıkarıldı. 150 bin civarında kamu görevlisinin meslekleriyle ilişkileri kesildi, bunların 50 bine yakını tutuklu. Yüzlerce dernek, vakıf, üniversite, gazete, televizyon kanalı kapatıldı. FETÖ ile mücadele adı altında barış isteyen akademisyenler de ihraç edildi. Fakat biz darbe girişiminden 2-3 ay önce MİT elamanlarının darbenin ana merkezi olan Akıncı Üssü’nü ziyaret ettiğini, 15 Temmuz gecesi MİTte görevli bir yarbayın üste bulunduğunu, Ankara Hakimevi’nde Adalet Bakanlığı’nın kriz merkezi kurduğunu, son olarak da darbenin beyinlerinden birinin kardeşinin Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanlığına atandığını öğreniyoruz. Bu notu da düşmüş olalım.

16 Nisan şaibeli referandumu sonucu gerçekleşen anayasa değişikliğinden önce 22 sonrasında ise 6 OHAL KHK’si çıkarıldı. Bu KHK’ler ile yüz elli bin kamu personeli idari bir kararla gerekçesiz olarak mesleklerinden çıkarıldığı gibi devletin yapılanmasına ve yönetimine dair, yargılama hukukuna ilişkin birçok yasada değişiklik yapıldı ve OHAL KHK’lerinin neredeyse hiçbirisinin doğrudan OHAL’in ilan edilme sebebiyle bir ilgisi yoktu. Dolayısıyla hepsi Anayasa’ya aykırı idi. Ama hiçbirisi 694 sayılı KHK kadar değildi.

694 sayılı KHK’nin özelliği
25 Ağustos 2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 694 sayılı OHAL KHK’si aslında 16 Nisan anayasa değişikliğinin gerektirdiği uyum yasalarının düzenlenmesini içeriyor, yani bu hepten hukuka aykırı. Sadece uyum yasalarını düzenlemekle kalmıyor yargılamaya ilişkin hak kısıtlayıcı ve önceden verilmiş Anayasa Mahkemesi kararlarına da aykırı hükümler getiriyor. Her şeyi aynı zamanda iktidar partisinin Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı’na bağlıyor. Yasamanın, yargının, yürütmenin bütün yetkileri tek adama devrediliyor. 16 Nisan Anayasa Değişikliği’nin bir gereği olarak kural koyma ve bu kuralı uygulama yetkisi ile donatılıyor.

694 sayılı KHK devlet yönetimine dair tüm yetkileri aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan iktidar partisi genel başkanına bağlamakla kalmıyor, yaşam hakkı ihlaline yol açan, suç işlediği iddia edilen resmi ya da gönüllü korucuları koruyan, eğitim hakkını sınırlayan, sivil birimlere silah ithal etme yetkisi veren, yeni bir silahlı güç yaratan birçok düzenlemeyi de içeriyor.
694 sayılı KHK’nin ilk maddesi, terörle mücadelede görev alan güvenlik korucuları ile gönüllü güvenlik korucularının, bu görevlerin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi olarak belirlediği en fazla üç avukatın ücretinin İçişleri Bakanlığı bütçesinden ödenmesine ilişkin. Bu düzenleme 2008 yılında asker ve polisler için yapılmıştı. Bu şu demektir, terörle mücadele sırasında suç işlenebilir, yani yasalara aykırı davranılabilir, devlet adına şiddet uygulama yetkisini haiz kamu görevlisi ya da yetki verilen “gönüllü”lerin yetkilerini aşması halinde savunmaları devlete aittir. Terörün net olarak tanımlanamadığı, konjonktüre göre tavır alındığı, geçtiğimiz yıllarda güneydoğunun yok edilen il ve ilçelerinde tahkimat yapılamasının görmezden gelindiği bir ülkede görevli kişilerin hukuka ve insan haklarına saygılı davranma yükümlülüklerine aykırı davranma hallerinin ‘hoşgörüyle karşılanabileceği’ anlamına gelmektedir.

Yine terör tanımının belirsiz olması nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin tutukluluğun uzun olduğuna dair önceki kararlarına rağmen, tutuklama süresinin uzatılması dönem davalarına yönelik bir önlem alma halidir ve ileride hak ihlali nedeniyle Türkiye’nin mahkumiyetine yol açacak bir düzenlemedir.

Sanığın hazır olduğu hallerde müdafi olmaksızın da hüküm kurulabileceğine dair değişiklik ise evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğu gibi adil yargılanma ve savunma hakkının açık ihlali niteliğindedir.

İdari yargının görev alanına giren konularda ilamsız takip yoluna başvurulamaz, yapılmış olan icra takipleri düşürülür, itirazın iptali veya kaldırılması davalarında karar verilmesine yer olmadığına karar verilir, tarafların yaptığı takip ve yargılama giderleri ile vekâlet ücreti üzerlerinde bırakılır düzenlemeleri ise devlet eliyle yapılabilecek hukuk ihlallerinin sadece ceza hukuku bakımından değil tazminat hukuku bakımından da korunmak istenmesinden başka bir şey değildir.

Hukuk devletine aykırı kanunlar
Yasama organının yerine geçerek, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine aykırı olarak yasada önceden tanımı yapılmış, yaptırıma bağlanmış suçlara yeni cezalar eklemek ise Türkiye Cumhuriyeti devletinin hukuk devleti olma niteliğini tamamen ortadan kaldırır niteliktedir. Terörle mücadele sırasında işlenen suçlar nedeniyle yapılan soruşturma ve yargılamalarda avukatlık ücreti devlet tarafından ödenir iken haksız tutuklamalara ilişkin tazminat davalarında avukatlık ücretlerine sınırlama getirilmesi, yargılama hukukuna dair birçok düzenlemenin yapılması da yargı bağımsızlığına yapılan açık bir müdahaledir.
Adalet Bakanlığı’na herhangi bir kurum ve kuruluşun iznine tabi olmaksızın, harç, vergi ve fonlar muaf olarak silah ve mermi ithaline yetki verilmesi, yargıç ve savcılara yerli ve ithal silahların bu şekilde muafiyetli olarak satılması ise 2012 yılından beri değişik zamanlarda yargıç ve savcıları silahlandırılması faaliyetinin bir devamı olmuştur. Silahlandırılan yargıç ve savcıların kendilerini bu silahla koruma refleksinin geliştirilmesi hem yargıçların bir milis gücüne dönüştürülmek istenilmesi hem de silahlı bir meslek grubu yaratılarak yargıçlıktan uzaklaştırılıp kahramanlaştırma yönünde bir motivasyon etkisi yaratması nedeniyle son derece sakıncalıdır. HSK ve Adalet Bakanlığı müfettişlerinin üç yıl süreyle üç yıllık kıdeme sahip yargıç ve savcılar arasından atanması kıdem, deneyim ve liyakat ölçülerinden yasayla uzaklaşılarak tamamen mevcut siyasi iktidar tarafından mesleğe alınanlar arasından atama yapılarak bağımsızlık ve tarafsızlığın ortadan kaldırılması sonucunu doğuracaktır.
Emniyet Teşkilatı kapsamında özel harekât birimi oluşturmak ise polisisin daha önce verilen ağır silah edinme yetkisinin sınırlarını genişleten ve alternatif ordu kurma girişiminden başka bir şey değildir.

Milli Güvenlik Kurulu’nca, devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ya da iltisakı yahut bunlarla irtibatı olmaması halinin öğrenci yurtları ile aşevleri kuruluşunda yer almaları veya çalıştırılmalarının bir koşul olarak düzenlemesi hem MGK’nin yargı yetki kullanması hem de medeni ölümün bir başka hali olarak düzenlenmesi bakımından bir insan hakkı ihlali olarak önümüze çıkmaktadır.

Öğrenimlerini askeri öğrenci olarak tamamlayan hekim ve diş hekimi subayların yükümlülük süreleri dolmadan mahkeme veya disiplin kurulu kararıyla ilişiği kesilenlerin hekimlik yapma hakları ellerinden alınmaktadır. Oysa mevzuatımızda bir hekim ya da diş hekiminin mesleklerini hangi koşullarda yapamayacakları zaten düzenlenmiştir ve önceki KHK’lerda gördüğümüz medeni ölüme terk hallerinden birisidir

OHALİK’in (İnceleme komisyonu) göreve iadesine karar verdiği akademisyenlerin önceki görev yerlerine dönemeyeceklerinin hüküm altına alınması da yukarıdakilerden daha az vahim değildir. Akademik özgürlük alanı ortadan kaldırılmaktadır.
Ormanların cezaevi yapımına açılması ve bu şekilde devlet eliyle yok edilmesi ise normal insan aklının alacağı bir şey değildir.

Ormanlar ve meralar, tıpkı zeytinlikler gibi özel hukuki rejim ve korumalara tabidir. Bu düzenleme siyasi iktidarın Kuzey Ormanları’nda, Bergama’da, Edremit’te, Sürmene’de, Ovacık’ta olduğu gibi orman düşmanlığının açık bir ifadesi olmuştur.

Daha önce Hava Kuvvetleri’nden ayrılan subay pilotların yeniden atanabilmelerine ve atananların yasa ile tehdidine ilişkin KHK düzenlemesi ise hem Hava Kuvvetleri’nin geldiği noktayı göstermesi bakımından son derece üzücüdür.

Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı personele (asker dahil) ilişkin istihbarat hizmetlerinin MİT tarafından yapılması, MİT’in kural koyma ve bu kuralı uygulama yetkisini haiz partili Cumhurbaşkanına bağlanması, MİT Müsteşarının tanıklığının dahi Cumhurbaşkanının iznine bağlanarak yargılamaya müdahalesine yasal olanak tanınması da hukuk garabetlerinden birisidir.

MİT’e ait araçların muayenelerinin MİT ve uygun göreceği güvenlik birimlerine yaptırmasına olanak tanınması da MİT’in bir istihbarat örgütü olması dışına çıkarılarak operasyonel ve kontrolsüz bir güce dönüşmesine yol açabilecektir.

Diğer yandan MİT tamamıyla Cumhurbaşkanı’na bağlanmış iken Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında ayrıca Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) oluşturulması ise özellikle 2014’ten beri yaşadığımız devlet yönetme pratiği bakımından son derece tehlikelidir.

2019’u bekleyemeyiz!
Bu kadar çok hukuka aykırılık ve hak ihlali içeren düzenlemelerin kim olursa olsun aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olan Cumhurbaşkanına tanınmış ve bağlanmış olması hukuk devleti, bağımsız yargı, eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi kavramlarla uyuşabilir bir şey değildir.

Bunun üzerine bir de en başta değindiğimiz üzere siyasi parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanı olan şahsın racon kesmeye meraklı birisi olması halinde memleketin maruz kalacağı kaosu düşünebiliyor musunuz? Doğrusu ben düşünemiyorum.
Kanaatimce Türkiye’nin ve halklarının selameti için yapılacak tek şey bir an önce Anayasayı ve hukuka aykırı olarak OHAL KHK’leri ile yapılan bu düzenlemeleri değiştirmek, OHAL’i kaldırmak ve parlamenter demokrasiye dönmektir. Bunun için de tüm demokratik ve sivil güçler 2019 seçimlerini beklemeden hemen işe koyulmalıdır ki bir an önce hak, emek, eşitlik ve özgürlük temelli, hukukun üstünlüğüne dayalı laik demokratik Cumhuriyet’e, barışa kavuşabilelim.