Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana Almanlar, ülkelerinin Avrupa, NATO ya da dünyadaki rolünü değerlendirirken birbirine karşıt seçenekler arasında tercih yapmak zorunda kalmadılar. Fakat şimdi ise radikal partiler yükselirken Almanya seçmeninin önünde önemli kararlar var.

Radikaller yükselişte
Almanya'da göçmen düşmanı AfD'nin gizli toplantısının ortaya çıkması büyük tepki çekti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Daniela SCHWARZER

Almanya dış politikasında uzun yıllardır birbirine zıt görüşler tartışılmadı. Almanya’nın tekrar birleşim sürecine tanıklık eden 1989-91 yıllarında Almanya dış politikası, Avrupa içi ve Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesiyle şekillendi. Böylece Avrupa Birliği’nin (AB) ve NATO’nun sağlam bir üyesi haline geldi. Almanya pratikte savunma faaliyetleri için NATO’ya bel bağlar hale geldi, askeri harcamalarını azalttı ve iktisadi kalkınmaya öncelik verdi.

Savaş sonrası dönemde Almanya, Avrupa’daki komşularıyla yeni ittifaklar kurmaya koyuldu. AB ilişkileri derinlik kazanırken üye ülkelerin sayısı da arttı. Alman liderler, birliğin en önemli rolünün kıtaya barış ve refah sağlamak olduğu fikriyle politika yürüttüler. Güçlü AB, hem Alman hukukunun bir parçası haline geldi hem de uygulanan iktisat politikaları “Avrupa’ya entegrasyon” ve “küresel piyasalara erişim” tezleri üzerine kurgulandı. Alman ekonomisinin rekabet gücü artık ucuz Rus enerjisine dayanmadığı için bu ortaklıkların önemi son dönemde daha da arttı.

SİYASET DÖNÜŞÜYOR

Fakat bu yılın bahar aylarında yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yaklaşırken Almanya’da siyasi partiler sistemi dönüşüme uğruyor. Radikal partiler savaş sonrası dönemin siyasi denklemlerine meydan okuyor. Aşırı sağcı AfD partisi AB’den çıkışı savunuyor, Ukrayna’ya verilen desteğin kesilmesi ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılması gerektiğini söylüyor. İklim dostu “karbondan arınma” politikalarına son vermek de planları arasında.

Mevcut hükümet kurulalı iki sene oluyor. Ulusal anketlere göre AfD’nin oy potansiyeli bu dönemde artarak yüzde 20 düzeyine ulaştı. 2024 sonbaharında yerel seçim yapacak üç doğu eyaletindeki oy potansiyeli ise yüzde 30 düzeyine yaklaşmış görünüyor. Ülkede milli istihbarat yetkilileri teyakkuz halinde ve AfD’nin üç yerel teşkilatı hâlihazırda “aşırılıkçı gruplar” listesine alınmış durumda.

AfD on yıl önce, ilk kurulduğu yıllarda, NATO ve ABD’yi destekleyen açıklamalar yapıyordu. Fakat bu görüşleri artık tarihe karışmış görünüyor. Alman araştırmacı gazetecilerin kurduğu yayın organı Correctiv’e göre AfD’li siyasetçiler Rusya’nın söylemlerine paralel açıklamalar yapıyor, ABD’yi “dış güç” olarak tanımlıyorlar. AfD’li siyasetçiler, Rusya’nın Ukrayna istilası sonrasında dahi Rusya’ya ve Rus işgali altındaki Ukrayna topraklarına seyahat etmeyi sürdürdüler.

AfD’li siyasetçiler Rusya önderliğindeki Avrasya Ekonomi Birliği ve yine Rusya’nın etki sahibi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü ile yapıcı ilişkiler kurulması gerektiğini savunuyor. Rus ve Çinli milliyetçilerin söylemlerinde çokça yer bulan “çok kutuplu dünya” ifadesi de AfD’li siyasetçiler tarafından sık sık kullanılıyor.

Yaşanan bu dönüşüm, AfD’nin “80’li yıllardaki hristiyan demokratların kopyası olduğu” söylemlerine karşı tez sunar nitelikte. Geçmişte hiçbir Alman partisi Kremlin yönetimiyle böylesi sıcak ilişkiler kurmamıştı. AfD’nin yüzü Rusya’ya dönük siyaset stratejisi, partiyi Avrupa’daki diğer sağcı partilerden de ayıran bir özellik. İtalya’nın sağcı başbakanı Giorgia Meloni dahi Ukrayna’ya açık destek verdi ve AfD’yi Rusya bağlantılarından ötürü eleştirdi.

Oy potansiyeli çift haneli rakamlara ulaşan diğer bir radikal parti ise Bündnis Sahra Wagenknecht (BSW). Parti Almanya’nın sol partisi Die Linke’den ayrılan siyasetçiler tarafından henüz geçen ay kuruldu. Partiye ismini veren siyasetçi Wagenknecht, Vladimir Putin ile derhal barış görüşmeleri yapılması gerektiğini ve Rusya’dan tekrar enerji ithalatına başlanması gerektiğini savunuyor. Rusya’nın savaş politikalarına ve işlediği savaş suçlarına dair ise bir laf etmiyor. Seçimler yaklaşırken Rusya’nın dezenformasyon kampanyaları da hız kazanıyor. Dolayısıyla Wagenknecht’in eyalet yönetimlerinde ve AP’de koltuk kazanma şansı yüksek.

BSW ve AfD partilerine artan destek, iktidardaki koalisyon partilerinin oy kaybettiği anlamına geliyor. Sosyal Demokratlar, Yeşiller, sermaye yanlısı Özgür Demokratlar… Bu partilerin oy potansiyeli tarihi derecede düşük seviyelerde. Doğu bölgelerde bazı partiler yüzde 5 barajını dahi aşamayabilir.

YAKLAŞAN TEHLİKE

Koalisyon partilerine ülke genelinde halen hatırı sayılır destek var. AfD ve BSW yerel düzeyde koltuk kazanmayı başarsa da dış politikanın belirleyicisi federal hükümet olacak. Her halükarda AfD’ye artan destek, merkez sağda konumlanan Hristiyan Demokratlar gibi partilerin göç ve benzeri konularda daha sert söylemler benimsemesine sebep oldu.

Ülke ekonomisi iki senedir daralırken Alman iş insanları da bu gerçekleri yavaş yavaş kavrıyor. AfD’nin daha da güçlenmesi halinde ihtiyaç duyulan vasıflı göçmen işçilerin ülkeye girişinin zorlaşacağı ve yabancı yatırımların azalacağı endişeleri hâkim. Almanya’ya yatırım yapmak isteyen şirketler, personellerini giderek “ulusal haklar” eksenine kayan ülkeye taşımakta zorlanabilir. Dolayısıyla şirket sahipleri de ses çıkarmaya başladılar ve Almanya’nın “açık toplum” politikasının ahlaki ve siyasi olduğu kadar iktisadi anlamda da öncelik konusu olduğunu kavradılar.

Daha da önemlisi, Correctiv’de yayınlanan bir habere göre AfD üyeleri neo Nazilerle bir araya gelmiş, göçmenlerin ve “asimile olmayan vatandaşların” sınırdışı edilmesini konuşmuşlardı. Bu haber üzerine binlerce insan sokağa dökülerek eylemler yaptı. Fransız aşırı sağcı lider Marine Le Pen bile AfD ile arasına mesafe koymaya karar verdi.

Bu haberler üzerine 27 Ocak’taki Holokost Anma Günü apayrı bir önem kazandı. İnsanlar aşırı sağcıların yakında hükümette yer alabileceğini anladı. Demokrasinin kırılganlığı ve Almanya’nın (hatta Avrupa’nın) tekrar karanlığa gömülme ihtimali görmezden gelinemeyecek kadar gerçek.

Almanya’nın Ukrayna’ya desteği şu an için devam ediyor. İktidardaki koalisyon hükümeti silah teslimatları “geciktiği” için eleştirilse de Ukrayna’ya gönderilecek yardımlar için 7 milyar avro ek bütçe daha onaylandı. AB’den Ukrayna’ya ulaşan yardımların yarısından fazlası Almanya’ya ait. Üstelik milli gelir açısından bakıldığında Almanya’nın payı yalnızca dörtte bir düzeyinde.

ABD’de seçimleri Donald Trump’ın kazanma ihtimali var. Alman Şansölye Olaf Scholz, herkesin desteğine ihtiyaç duyduklarını net bir biçimde ifade etti. Almanya’nın dijitalleşme, yeşil dönüşüm, savunma, ulaşım altyapısı ve eğitim alanlarında milyarlarca avroluk yatırım ihtiyacı var. Fakat Avrupa’ya bağlılığını da ihmal edecek pozisyonda değil. İktidardaki üç parti de göç konusunda geçmişe kıyasla daha sıkı politikalar benimsemiş olsa da AB’yi güçlendirmek halen öncelikli gündemleri arasında.

Tüm bunlar, yaklaşan Avrupa seçimlerinde seçmenin gerçekten önemli tercihler yapması gerektiği anlamına geliyor. “Ilımlı” siyasetçiler, radikallere verilen “protesto” oylarının ciddi sonuçları olabileceğini seçmene açıklamak zorunda. Scholz kısa süre önce “Milliyetçiler, milli çıkarlarımız aleyhinde davranıyorlar” dedi. Almanya ve Avrupa’nın yeni jeopolitik iklime ayak uydurmaya çalıştığı şu günlerde tehlikenin düzeyi oldukça yüksek.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Project Syndicate