Can Dündar niye o başlığı atmıştır, niyeti iyi midir kötü müdür, bizi ilgilendiren bu değil

Rejimin yanıtı:  Sana barajı geçirtmeyeceğiz

> FATİH YAŞLI @fatih_yasli

Yazıya çok temel bir tespitle başlayalım: 7 Haziran seçimleri, her şeyden önce AKP ile HDP arasında geçecek, CHP ve MHP’nin alacağı sonuçlar ise ancak bu iki parti arasındaki seçim mücadelesinin neticesine bağlı olarak bir anlam taşıyacak.
Bütün veriler, HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP’nin başkanlık sistemini referanduma götürmeye yetecek vekil sayısına ulaşmasının imkânsızlığını ortaya koyuyor, CHP ve MHP’nin oylarındaki belli bir artışla birlikte ise AKP’nin 276 vekili bulup tek başına iktidar olması imkânsız görünüyor.
Ancak önemli olan şu: AKP’nin 330’un altında kaldığı her durumda, isterse tek başına iktidar olunsun, başkanlık bir hayal haline gelecek ve parlamenter sistemin fiilen başkanlık rejimiymiş gibi yönetilmesinden kaynaklanan rejim krizi derinleşip boyutlanacak. Dolayısıyla sadece Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin sona ermemesi için değil, rejimin mevcut krizinden kurtulabilmesi için de kısa vadede 330 milletvekilinden başka seçenek görünmüyor.

PROVOKASYON, BARAJ, SÜREÇ
İşte tam da bu nedenle, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışına, rejimin “Size barajı geçirtmeyeceğiz” şeklinde bir yanıt verdiğini ve bu yanıt doğrultusunda bir strateji izlediğini söylememiz mümkün hale geliyor.
Aradan geçen zaman diliminde süreç tam da bu minvalde ilerledi: HDP binalarına yönelik ülkücülerin kullanıldığı saldırıların rutinleşmesinin ötesinde iki büyük provokasyon denemesiyle karşı karşıya kaldık bu iki ay boyunca.
Bunlardan ilki, Ağrı’da gerçekleşti. Bir grup jandarma, valiliğin emriyle operasyona gönderildi ve çok büyük olasılıkla ölümlü bir çatışmanın zemini hazırlanmak istendi. “Makul” sayıda asker yaşamını yitirecek ve bunun üzerinden yaratılacak öfke dalgasıyla, AKP-karşıtı hissiyatla HDP’ye yönelmesi muhtemel oyların önü kesilecekti. İkinci provokasyon girişimi ise bu hafta yaşandı. Son derece profesyonel bir şekilde icra edildiği anlaşılan eş zamanlı bombalı saldırılarda HDP’nin Adana ve Mersin büroları hedef alındı. Eğer çiçeklerin içerisine yerleştirilen bombalar toplantı salonunda patlamış olsaydı, şimdi cenazelerde yükselen öfke dalgasını ve halkla polisin karşı karşıya gelişini, hatta cenazeler esnasında yaşanabilecek ölümleri konuşuyor olacaktık.
Bu yazının yazıldığı saatlerde, süreci Saray adına yürüten Akdoğan, ilk bakışta tüm mantık kurallarını altüst eder bir şekilde, “HDP barajı geçerse çözüm süreci biter” şeklinde bir açıklama yapıyordu. “Alt üst eder bir şekilde”; çünkü bu tür meselelerde “çözüm” denilen şey, dünyanın her tarafında silahlı örgütlerin silahı bırakıp legal siyaset zeminine çekilmeleri anlamına gelmekteydi. Ancak, dediğimiz gibi bu “ilk bakış”ta böyleydi; çünkü iktidarın “çözüm süreci”nden anladığı, Kürt siyasetini legal siyasetin bir parçası olarak görmek değil, onu etkisizleştirmek, içerisindeki sol damarı kesmek, “rejimin makbul Kürt’ü”ne uygun bir siyasi aktör yaratmaktı. Oysa HDP’nin barajı geçecek olması, aslında “tasfiye planı” anlamına gelen “çözüm süreci”nin boşa düşmesi, Kürt hareketinin ise elinin güçlenmesi anlamına gelecekti. Tam da bu nedenle Akdoğan, “Siz barajı geçerseniz, biz güç kaybederiz, biz güç kaybedersek çözüm süreci kalmaz” diyerek Kürt hareketini tehdit ediyordu.

DIŞARIDAN DESTEK?
Yazıyı, Can Dündar’ın Cumhuriyet’in sürmanşetine çektiği, “AKP’ye dışarıdan destek” iddiasına dair tartışmalara değinerek bitirelim. Gazetenin yayınlandığı gün Demirtaş, haberi “AKP’ye içeriden de dışarıdan da destek yok, biz AKP’nin burnunu sürteceğiz” diyerek yalanladı. Dündar ise ertesi günkü yazısında iddialarının arkasında durdu ve bütün bir röportaj boyunca, “sürece devam etmek” ve “Kürt sorunu yoktur” gibi laflardan “rücu etmek” şartıyla, AKP iktidarına “dışarıdan destek verme”nin ihtimal dâhilinde göründüğü şeklinde bir “izlenim” edindiğini yazdı.
Can Dündar niye o başlığı atmıştır, niyeti iyi midir kötü müdür, bu yazı bağlamında bizi ilgilendiren bu değil. Manşetten ve röportajdan bağımsız bir şekilde soralım: AKP’nin kuracağı bir azınlık hükümetine ya da 280-90 vekille kurulacak zayıf bir hükümete, “sürecin devamı” karşılığı verilecek bir destek, HDP açısından imkânsız mıdır ve bunun bütünüyle ihtimal dışı olduğu iddia edilebilir mi?
Benim düşüncem bu sorunun yanıtının net bir şekilde “hayır” olduğu yönündedir; HDP “Kürt sorununa çözüm”ü siyasetinin merkezine yerleştirmiş bir parti olarak, eğer “burnu sürtülmüş bir muhatap”la süreci yürütmenin kendisi açısından faydalı olduğuna inanırsa, sürecin devamı ve iktidarın atacağı adımlar karşılığında hükümete destek vermekte bir sakınca görmeyecektir. Aynı röportajda Demirtaş’ın “CHP’nin tavanı müzakerelere hazır değil” demesi de, HDP’nin “öncelikli muhatap” olarak hala AKP’yi gördüğünü zaten ortaya koymaktadır.
Sonuç itibariyle, 320-330 yerine 270-280 AKP’li vekilin bulunduğu bir parlamentodan ve zayıf bir hükümetten oluşan bir tablo tercihi rasyonel bir tercihtir ve sandığa giderken akılda tutulabilir. Ancak, buradan AKP’nin devrileceği gibi bir sonuç çıkarılırsa hayal kırıklığına uğramak kaçınılmaz olacaktır.