En yeni Robin Hood enteresan bir film çünkü efsanenin başladığı anda film bitiyor. Robin Hood 1200’lü yıllarda İngiltere’nin Nottingham

En yeni Robin Hood enteresan bir film çünkü efsanenin başladığı anda film bitiyor. Robin Hood 1200’lü yıllarda İngiltere’nin Nottingham bölgesindeki Sherwood Ormanı’nda yaşadığı varsayılan folklorik bir karakter. Robin Hood’un asıl özelliği tabii ki adalet ve eşitlikten yana oluşu, zenginlerden çalıp yoksullara dağıtması. Ridley Scott’un yönettiği son film ise, bu efsane karaktere tamamen gerçekmiş muamelesi çekiyor ve işini gereğinden fazla ciddiye alıyor. Açıkçası ben sıkıldım filmi seyrederken ama bu konuda yalnız kaldığımı söylemeliyim. Çevremdeki genel kanı filmin çok başarılı olduğu yönündeydi.
ROBİN HOOD’UN DÜNÜ BUGÜNÜ
Robin Longstride, Robin Hood olmadan önce Aslan Yürekli Rişar’ın ordusunda okçu olarak görev alıyor. Haçlı seferlerinde Müslüman katliamlarından sonra Rişar geriye dönerken de karşısına çıkan kaleleri ve şatoları yağmalıyor. Ama bu sırada ölüyor. Zaten ordudan ve kraldan sıtkı sıyrılmış olan Longstride ve arkadaşları başlarının çaresine bakıyorlar. Ölmüş şövalyelerin kılığına girerek ülkelerine geri dönüyorlar. Ama Longstride, şövalye Robert Loxley’ye ölmeden önce verdiği sözü tutuyor ve şövalyenin kılıcını babasına geri götürüyor. Baba Loxley, Robin Longstride’dan oğluymuş gibi davranmasını istiyor, böylece öldüğünde toprakları gelini Marion’un elinden alınamayacaktır. Filmin üç kağıtlarından biri de toprak ağası bir baronun eşi olan Marion’u nerdeyse emekçi bir köylü kadın gibi çizmesi.
Rişar’ın tahtına geçen John ise kendisine bağlı derebeyliklerini acımasızca vergilendirmektedir. Akıl hocası ise Fransızlara çalışan Godfrey’dir. Godfrey bir yandan İngiltere’de iç savaş çıkarmaya çalışırken bir yandan da Fransızların İngiltere’yi işgal etmesi için çaba harcar. Robert Loxley rolündeki geleceğin Robin Hood’u olacak olan Robin Longstride (hâlâ beni takip edebiliyor musunuz?) ise bu arada babasının bir mason (yani taş ustası) olduğunu ve Magna Carta’nın (kralla derebeyleri arasındaki hukuk bildirgesini) ilk taslağını yazdığını öğrenir ve sonra bir yandan Fransızlarla savaşır ve vatanını kurtarırken, bir yandan da kralın yetkilerini kısıtlama mücadelesine girer. Ülkesini işgalden kurtarır ama kendini kralın nefretinden kurtaramaz. Ve sonuçta kanun dışı bir hayat sürmek üzere ormana (hood’a) çekilir. Soylu ama topraklarını krala kaptırmış sevgilisi Marion da onunla birliktedir elbette. Kısacası kral eğer engellemeseymiş, Robin Hood ve Marion beş bin hektar toprağın rantını afiyetle yiyecekler, köylülerin ise nefesi kokmaya devam edecekmiş. Robin Hood efsanesi de olmayacakmış. 
ABD’nin gündemiyle bizim gündemimiz çok farklı ve ABD’li film eleştirmenlerinin (buna değinen iki eleştiri okudum) bu filmde ABD faşistlerinin yeni hareketi  ‘tea party’ yanlısı bir  mesaj görmeleri insanı başta şaşırtıyor. Tea party’ciler aşırı liberaller ve liberalizm uç noktasına çekildiğinde faşizmle buluşuyor. Bir zamanlar 170 kişinin ölümüne neden olan Oklahoma bombacısı Timothy McVeigh de mesela bizim politik kategorilerimizle anlaması zor biridir. McVeigh, hükümeti faşistlikle suçlayan bir faşistti mesela. Tea Party’cilerin gündemindeki en önemli madde vergilerin azaltılması. Robin Hood’da da en önemli konu kral ile baronlar arasındaki vergi kavgası. Film kralı vergi toplamada tamamen haksız gösteriyor. Muhtemelen öyledir. Fakat bugünün ABD’sinde vergiden yana olmak daha fazla sosyal devlet istemek ve sağlık reformunu desteklemek, vergi karşıtı olmak ise daha fazla “bırakınız yapsınlarcı” olmak anlamına geliyor. Filmler de bugünün seyircisi için yapıldığına göre Robin Hood filmi vergi karşıtı baronların yanında yer alırken, günümüzün vergi karşıtı zengin kapitalistlerini, tea party’cileri desteklemiş mi oluyor? İddia öyle yaptığı yönünde. Anlaşılan bu konu daha bir müddet tartışılacak.
Filmin elbette görkemli sahneleri var ama karakterler çok iyi oyuncuların varlığına karşın derin değiller. Fakat Max von Sydow’u muhtemelen son büyük rollerinden birinde görmek için seyredebilirsiniz filmi.  Bir de efsanenin gerçekten başlayacağı devam filmlerine hazırlık yapmak için. Umarız onlar daha eğlenceli olurlar. Ve düşmeselermiş kötü kraldan temelde farklı olmayacak soyluları kahramanlaştırmak yerine gerçek yoksullardan yana filmler olsunlar.
Vera’nIn Şoförü
Rus usulü derin devlet
1960’ların görece serbestleşmiş  SSCB’sinde yine derin devlet içi çatışmalar, komplolar gırla gitmektedir. Vera bir generalin topal kızıdır. Bir gün Vera’ya yeni bir şoför tahsis edilir. Viktor adlı genç bir yüzbaşı olan bu şoför, yetimdir ve ordu onun her şeyidir.
GÜÇ MÜCADELESİ NEREYE, VERA ORAYA
Vera ise fiziksel sorunu nedeniyle bunalımlı bir kadındır. Üstelik hamiledir ve yattığı adam Vera’yla bir ilişki sürdürmeyi düşünmemektedir. Generalin ise geçmişte nükleer atık taşıyan bir geminin batmasıyla ilgili başı derttedir. Sorumluluğu generale yüklemek isteyen KGB, generali yok etmeye kararlıdır. Viktor bu güç mücadelesinin içinde nereye çekilirse oraya gider.
Bir yandan KGB’ye yardım ederken diğer yandan da generalin kızıyla yakınlaşır ve onun çocuğuna babalık yapmaya başlar. “Vera’nın Şoförü” bir dönemin SSCB’sinde devlet adına çalışmanın nasıl bir şey olduğuna dair karanlık bir tablo çiziyor.

Hayata Çalım At!
Birlikten kuvvet doğar!
Ken Loach’ın son filmi ‘İşte Özgür Dünya’ kanımca 2007’nin en iyi filmlerinden biri, belki de en iyisiydi. ‘Hayata Çalım At!’ daima işçi sınıfından yana olmuş bu büyük yönetmenin orta karar filmlerinden biri. İşçi sınıfı dayanışmasının önemini vurgulayan, birlikten kuvvet doğar mesajını veren film iyi olmasına iyi ama öyküsü çok da ikna edici değil. Loach kendisine göre oldukça fantastik sayılabilecek bir yapı da kurmuş bu filmde. Filmin kahramanı adı Eric olan, 50’li yaşlarının başlarında bir postacı.
Eric ikinci eşinin iki delikanlı oğluyla birlikte yaşıyor (bu ikinci eşe ne olduğunu tam anlamadım). Eric’in ilk eşi Lilly’den bir kızı var ve bu kızının da bir bebeği var. Üniversitede tezini yazmakla uğraşan kızı babası Eric ve annesi Lilly’den bebeğine (yani torunlarına) ortaklaşa bakmalarını rica ediyor. 30 yıldır ilk eşini görmemiş olan ve onu terk ettiği için suçluluk duyan Eric için karısıyla yeniden görüşmeye başlamak büyük bir depresyon ve sinir krizi nedeni oluyor. Üvey oğullarından büyüğünün zulasından çaldığı esrarla kendisine bir cigaralık hazırlayıp içmeye koyulan Eric’in karşısına hayranı olduğu futbolcu Eric Cantona’nın hayali çıkıveriyor. Ve futbolcu Eric’in hayali, postacı Eric’e hayatını yola koymasında yardımcı olmaya başlıyor.
Tam Eric eski karısı Lilly’yle ilişkisini düzeltmeye başlamışken bu kez üvey oğlunun mafyayla ilişkileri bir başka büyük krize neden oluyor. Ama iş arkadaşlarının dayanışmasıyla, birlikten kuvvet doğuyor ve kolektivizm zafere ulaşıyor. Mesaj kaygısı fazla ağır bassa da, gayet iyi bir film “Hayata Çalım At!”.