İngiltere’de Muhafazakar hükümetin göçmenleri Ruanda’ya gönderme planı, tüm ulusal ve uluslararası hukuka, mahkeme kararlarına rağmen yürürlüğe girmek üzere. İngiliz hükümetinin hukuk tanımaması, ülkede demokrasiyi ve güçler ayrılığını tehlikeye sokan bir gelişme olarak anayasal krize yol açabilir.

Ruanda’nın ağır faturası
İngiltere ve Fransa’da hükümetlerin göçmen düşmanı planlarına karşı protesto gösterileri düzenlendi. (Fotoğraf: AA)

Levent ÖZÇAĞATAY / Londra

İngiltere’de hükümetin "büyük umutlarla" yirmi ay önce gündeme getirdiği, çoğunluğu Fransa’dan küçük teknelerle Güney İngiltere’ye ulaşan sığınmacıları iltica taleplerini işleme koymadan, sorgusuz sualsiz uçaklara doldurup Ruanda’ya göndermeyi öngören “Ruanda Planı” önündeki yasal engellerin birini daha aşarak yürürlüğe girme aşamasına yaklaştı.

Son yasal engel olan Yüksek Mahkeme, Ruanda'ya gönderilen sığınmacıların oradan da kendi ülkelerine geri gönderilme riski nedeniyle Ruanda'nın sığınmacılar için “güvenli” bir ülke olmadığına ve bu nedenle planın yasa dışı olduğuna hükmetmişti. Mahkeme aynı zamanda Ruanda’daki yargısız infaz, gözaltında işkence, gözaltında iken kaybolma iddialarına da dikkat çekiyordu. Üstelik plan yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Mülteci Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmaları, değil Birleşik Krallık’ın kendi İnsan Hakları, İltica ve Göçmenlik İtiraz Yasalarını da deliyordu. Muhalif basın ise Ruanda'nın lekeli insan hakları siciline işaret ediyor ve ülkeyi basının susturulduğu, insan hakları savunucularının ve muhalefet liderlerinin öldürüldüğü, hapse atıldığı veya basitçe ortadan kaybolduğu Afrika'daki en baskıcı ülkelerinden biri olarak tanımlıyordu.

Hükümetin buna yanıtı, yeni İçişleri Bakanı’nı apar topar Ruanda’ya gönderip daha önceki anlaşmanın üzerinde bazı değişiklikler yapmak oldu. Yeni anlaşma uyarınca Ruanda hükümeti, gönderilecek sığınmacıların güvenliği konusunda “açık taahhütler” veriyor ve reddedilen sığınma taleplerinin incelenebilmesi için bağımsız ve uluslararası bir temyiz mahkemesi kuruyordu. Londra, bu yeni anlaşmanın Ruanda’nın güvenli bir ülke olduğunun göstergesi olduğunu iddia ederek “Ruanda'nın Güvenliği (İltica ve Göçmenlik)” olarak isimlendirilmiş bir acil durum yasa tasarısını Parlamento’ya sundu.

Bu yasa tasarısı İnsan Hakları Yasası'nın bu tür sınır dışı etmelerle ilgili bazı bölümlerini geçersiz kılıyor, konu ile ilgili hukuki müdahaleleri sınırlıyor, tek taraflı olarak Ruanda'nın güvenli bir ülke olduğunu belirliyor ve bakanlara tedbir kararı alması durumunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni görmezden gelme hakkı veriyordu.

HUKUK TANIMIYORLAR

Başbakan Rishi Sunak, Parlamento’da çoğunluğu olmasına rağmen partisinin içindeki değişik kanatların birbirleri ile Brexit dönemini anımsatan yeni bir çatışmaya girmesi ve değişik nedenlerle yasa tasarısını baltalamaya başlaması üzerine elindeki tek silah olan erken genel seçim tehdidini kullandı. Bütün kamuoyu yoklamaları ilk genel seçimde Muhafazakâr Parti’nin hezimete uğrayacağını ve milletvekillerinin yarısına yakınının tekrar seçilemeyeceğine işaret ediyor. ABD'deki mafyaya gönderme yaparak kendilerine "Beş Aile" adını veren ve partinin sağ kanadında yer alan beş ayrı guruptan isyancılar, yasanın yeteri kadar açık, sert ve acımasız olup olmadığı, mahkemeler tarafından tekrar engellenme riski taşıyıp taşımadığı ve uluslararası hukuku ihlal edip etmediği konularında kendi aralarında anlaşmaya varamıyorlardı. Aşırı sağcı gurubun liderlerinden birinin tasarının yeteri kadar sert olmaması nedeni ile hükümetten istifa etmeden önce ne kadar acımasız olduğunu ispat etmek için kimsesiz göçmen çocukların barındırıldığı bir merkezdeki Mickey Mouse figürlerinin üstünün boyanmasını emretmesi henüz unutulmuş değil. Bu gurubun üyeleri yalnızca politik sığınmacılara değil bütün göçmenlere karşı. Sonuçta beş aileye bağlı milletvekilleri, oylamada çekimser kalmaya karar veren aşırı sağcı grup dışında, yasa lehine oy kullandılar ve yasa Avam Kamarası'ndan geçti (Beş Aile tanımlaması 1930’lu yıllarda New York'ta faaliyet gösteren beş İtalyan/Amerikan Mafya suç ailelerine gönderme yapılarak kullanılmaya başlandı).

Hükümet bu zaferini şöyle duyurdu: “Bu gece Parlamento, Başbakan'ın Ruanda'yı güvenli sayması ve tekneleri durdurması yönündeki yasasına desteğini gösterdi. Bu yasa tasarısı bugüne kadar Parlamento’ya sunulan en sert yasadır. Uluslararası hukukun başka türlü yorumlanmasına rağmen Ruanda'nın güvenli olduğunu kabul ediyor ve herhangi bir yabancı mahkemenin değil, bizim Parlamento’muzun egemen olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Artık bu tasarının uygulamaya geçmesini sağlamak için çalışacağız, böylece Ruanda'ya uçuşlar başlayacak ve botlar engellenecek.”

DEMOKRASİ DE TEHLİKEDE

Ruanda’nın bu anlaşmayı imzalamasının ve Londra’nın her talebini kabul etmesinin nedeni ise yalnızca para. Hükümet anlaşmanın adına dikkati çekiyor: “Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklığı” Ruanda hükümeti Londra’nın bu akıl almaz planını kendi cebini doldurmak amacıyla kullanıyor. Nisan 2022’den bu yana tek bir sığınmacının bile gönderilemediği Ruanda’ya şimdiye kadar üç içişleri bakanı gönderildi. Her giden de Ruanda hükümetinin eline tutuşturduğu ağır bir fatura ile geri geldi.

Bir diğer fatura da demokrasiye kesilecek. Hukukçulara göre Ruanda'nın güvenli bir ülke olup olmadığının tespitinin mahkemelere değil de Parlamento’da çoğunluğu olan bir hükümete bırakılması, Parlamento’nun her türlü yasayı çıkarabileceği ve yasa yapma yetkisine itiraz edilemeyeceği anlamına gelir ve benzeri görülmemiş bir anayasal krize de neden olabilir. Ülkenin kendine özgü anayasası yasama, yürütme ve yargı güçlerini birbirinden ayırıp, her birinin bir diğerini denetleyebilmesini sağlıyor. Parlamento’nun mutlak egemenliği ilkesi geçerli olsa da hükümetlerin yasaları değiştirerek mahkemelerin elini kolunu bağlamasının olağanlaşması, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı açısından tehlikeli bir gelişme olarak görülüyor.

Bu arada yıllarca Göçmenlik Dairesi’nde çalışmış olan emekli bir güvenlik görevlisinin gazetecilere ilettiği endişeleri, yasanın gözden kaçırdığı bir sorunun altını çiziyor: “Güvenlik görevlilerinin uçağa binmeyi reddeden suçsuz bir sığınmacıyı suç işlemeden uçağa bindirmesi mümkün olmayabilir.” Gerçekten de Göçmenlik Dairesi’nin yurtdışına çıkarmaya çalıştığı göçmenlerin direnirken dövüldüğü, kelepçelendiği, yaralandığı, intihara sürüklendiği bilinmeyen bir gerçek değil.