Space Invaders’ta, hatıraların bir ucundan tutan ve aynı dönemi kendi pencerelerinden bakarak anlatan çocuklar, Pinochet rejiminin ülkede başlattığı şiddet dalgasıyla oluşan sisli ortamda bir şekilde yaşamaya uğraşıp o zamanın gerçekliğini sonuna dek hissediyor.

Rüyalar, gerçekler sessizlik ve isyan

Ali BULUNMAZ

Augusto Pinochet, 11 Eylül 1973’te ABD destekli bir darbeyle Salvador Allende’yi devirip ülke yönetimine el koyduğunda halkı “sükûnete” davet etmiş, Allende’yle anlaşamadığı için iş yapamadığını söyleyen, çoğunlukla ülke madenlerini işleten ve uluslararası şirketlerle ortaklık kurmayı bekleyen patronların hazır olmasını istemişti.

“Sükûnet”, Pinochet’nin sözlüğünde, her türlü muhalefeti, solu, sosyalizmi, Allende’yi savunup anısını yaşatmaya çalışanları bastırma ve yok etme anlamına geliyordu. Pinochet, 1973’ten 1980’lerin sonuna dek Şili’yi bu anlayışla yönetti; kendisine yakın olmayan herkesi susturdu, muhalifleri öldürttü ve pek çok insanın kayıplara karışmasında başrol oynadı, bizzat bu yönde emirler verdi. Pinochet’nin görevde olduğu dönemde ve 1990 sonrası ülkede ortalık sakinlediğinde, bu kayıpların hikâyesi yazılmıştı.


Şili’nin karanlık günlerini yaşayan ve bu döneme ışık tutmaya çalışan isimlerden biri de oyuncu, senarist ve yazar Nona Fernández. Acı hatıraların unutulmaması ve unutturulmaması için gayret eden, Pinochet döneminde öldürülenlerin anısını yaşatırken geride kalanların hukuki mücadelesine destek olan ve kayıpların peşine düşenlerin yanında duran, bütün bu çabaları öyküleştirip romanlaştıran Fernández, ismini 1980’lerin ünlü video oyunundan alan Space Invaders başlıklı romanında, diktatörlüğün gölgesinde ve şiddet sarmalında büyüyen bir grup çocuğun, kayıp arkadaşları Estrella González’in hatırasıyla yaşama çabasını ve oyunların naifliğini, o dönemin gerçekleriyle birlikte anlatıyor. Başka bir deyişle Pinochet’nin yarattığı karanlığı ve çocukluğun renkli dünyasını trajik bir zeminde buluşturuyor.

‘SONU GELMEYEN BİR ÖLÜM SİLSİLESİ’

Fernández, 1971 doğumlu ve Pinochet rejiminin 1980’lerdeki uygulamalarına küçük yaşta tanık olmuş bir isim. Tıpkı romanda anlattığı çocuklar ve kitabı ithaf ettiği Estrella González gibi.

Romanın kayıp karakteri Estrella, arkadaşlarının rüyalarına girip hepsine farklı şeyler söylüyor. Bu durum, gittikçe gizemli bir hâl alırken işin bir de çocukluğun yalınlığından ayrı bir gerçeklik kısmı var; Pinochet’nin başında olduğu cunta, ülkede terör estiriyor ve insanlar, hem kaybedilen hem de öldürülenlerin acısıyla yaşamak zorunda kalıyor. Fernández, metinde bu iki durumun dengesini hayli başarılı şekilde kurmuş: Çocukça oyunların ve Şili’de süren, oyuna hiç benzemeyen gerçekliğin kesişiminde ise Estrella ve arkadaşları bulunuyor. Estrella’nın en sevdiği oyun Space Invaders’ta olduğu gibi Şili’de de “sonu gelmeyen bir ölüm silsilesi” bulunurken arkadaşları, küçük kızın izini düşlerde sürüyor.

Uzaylı avının esas olduğu Space Invaders’ı romanın merkezine yerleştiren yazar, Şili’deki travmatik ortamı çocukların yaşamının özünde konumlandırırken metaforları ve hakikatleri buluşturuyor: Binlerce kişi gibi Estrella da kayıp, askerî cunta ise uzaylı avına benzer şekilde insanları yok ediyor ve askerler âdeta bir oyun oynar gibi yönetiyor ülkeyi…

Öte yandan gazetelerdeki haberler, sokak ortasındaki infazlar ve hemen her gün ortadan kaybolan insanlar, Estralla’nın arkadaşlarını kirli siyasetle tanıştırıyor. Daha doğrusu, onları dolaylı biçimde bu politik ortama itiyor. Böylece kendilerini birer hayalet gibi hissediyorlar: “Derslikte ışık sönüyor, içerideki hava yoğunlaşıyor. Biz gece ya da ölüm gibi bir karanlığın ortasında her zamanki bizler, aynı bizler değiliz. Artık kimse olduğunu iddia ettiği kişi değil. Bir önlüğün ya da ceketin yakasına işlenmiş adlarımız yok. Başkalarıyız. Sessizce gezinen, bir şey bulmaya çalışarak kollarını, ellerini uzatmış gölgeler, suskun hayaletleriz.”

YALINLIĞIN VE KARANLIĞIN DÖNGÜSÜ

Yasakların, baskının ve insan avının, bir grup çocuğun yaşamında açtığı gediği anlatan Fernández, sessizlik ve isyan, rüyalar ve gerçekler, oyunlar ve hayat arasındaki sınıra götürüyor okuru. Ülke tarihinin bu karanlık döneminde Pinochet rejimine karşı çıkmanın, beraberinde getirdiği tehlikeleri satır aralarına ve çocukların oyunları içine yerleştiren yazar; okullardaki askerî düzeni, günlük yaşama sinen şiddeti ve her fırsatta kutsanan milliyetçiliği, hem Space Invaders oyununa hem de bizzat tanık olduğu 1980’lerdeki Şili’ye atıf yaparak anlatıyor: “Bir oyunun devasa taşıyız ama hangi oyunun, bilmiyoruz” cümlesi, hem Fernández’in 1980’lerde yaşadıklarının hem de roman karakterlerinin içinde bulunduğu durumun özeti âdeta. Fakat bundan daha çarpıcı; oyunların, rüyaların ve hakikatlerin birbirine karıştığını gösteren ifadeler de var: “Tam zamanını kimse hatırlayamıyor ama ortaya ansızın tabutlar, cenazeler, çelenkler çıktığını hepimiz biliyoruz; bundan bir daha kurtulamadık çünkü her şey âdeta bir kâbusa dönüşmüştü. Belki hep öyleydi de biz fark etmemiştik (...) daha önce küçüktük belki. Belki onca tarih ödeviyle, matematik sınavıyla, Perululara karşı savaş temsilleriyle serseme çevirmişlerdi bizi. Birden her şey başka türlü canlandı. Sınıf sokağa açıldı; bizler saf ve çaresiz, fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkûm ilk ve son çabamızı gösterip düşman güvertesine atladık.”

Space Invaders’ta, hatıraların bir ucundan tutan ve aynı dönemi kendi pencerelerinden bakarak anlatan çocuklar, Pinochet rejiminin ülkede başlattığı şiddet dalgasıyla oluşan sisli ortamda bir şekilde yaşamaya uğraşıp o zamanın gerçekliğini sonuna dek hissediyor. Madalyonun diğer yüzündeyse çocukların yaşama uğraşının bir oyuna benzetilmesi yer alırken bazen bu ikisi birbirine karışıyor. Dolayısıyla çocukluğun yalınlığı ve Pinochet rejiminin karanlığı bir döngü hâlini alıyor.