Güçlü liderler aşırı düşük gelirli seçmenlerde karşılık bulabiliyor çünkü çok spesifik ve hedef odaklı sosyal hizmetler sağlayarak aşırı yoksulları hoşnut tutup sadık seçmen tabanının parçası haline getirebiliyorlar.

Sağın küresel yükselişi nasıl açıklanabilir?*

Deepanshu Mohan

Basit şekilde açıklamak gerekirse, ideolojik popülizm kavramı ile bir ideolojinin kontrolsüz ve kesintiye uğramadan yükselişine, daha ılımlı versiyonlarının marjinalize edilmesine, kişi kültünün geliştirilerek popülizm tonlarının artırılmasını kastediliyor. Bu türden bir popülizm kavramsal olarak sol ile de sağ ile de bağdaştırılabilir. 

Sağ popülizmi soldan ayıran ve en azından bizim gözlemlediğimiz Hindistan, Türkiye, Rusya ve Brezilya gibi örneklerde farklı zaman ve mekânlarda ortaya çıkan kendine özgü özellikleri var.  

Sağın çoğunluk üzerindeki otoriter yükselişine katkı sağlayan üç faktör: 

1. Neoliberalizmin Başarısızlığı 

Tüm bu hareketlerin kökenleri, neoliberalizm ya da 1990’larda batıdaki konsensüsün etkisiyle savunulan arz yönlü ekonominin doğasına karşı gelişen hoşnutsuzluklara dayanıyor. 

Tüm bu liderlerin yükselişinde dinsel muhafazakârlığın ya da dinsel gelenekçiliğin (Hindutvadan geleneksel İslama, Evanjelik Katolikliğe kadar) ve ait oldukları, dinsel muhafazakârlığı güçlendiren siyasi partilerin, gelenekçi dinci örgütlenmelerin etkisi var.  

Modi’den Bolsonaro’ya tüm bu “güçlü lider” örneklerinin yararına gelişen, genelde de iç siyaseti sarsan yolsuzluklara ve skandal sızıntılarıyla ilgili kitlesel protestolar ise tetikleyici faktör. Çünkü iktidara ve lidere dair alternatif bir tahayyülün gelişmesine fırsat vererek, statüko dışından birinin iktidara gelmesi ve desteklenmesini sağlıyor.  

Hindistan’dan Brezilya’ya kitabımızda  konu edindiğimiz tüm ülkeler ya kamuda yozlaşma skandalları ya da yozlaşma iddialarıyla dolu bir siyasi atmosferden geçerek, buna “alternatif” olanın popülerleşmesini sağlamış (2016 ABD seçimlerinde Trump’a gelen protesto oylarında görülebileceği gibi). 

Yeni teknolojik enformasyon düzeninde sosyal medyanın silah haline gelmesi sağ popülistlerin alternatif, post-gerçek bir retorik anlatıyı beslemesine fayda sağlayarak (göçmenlere karşı yürütülen biz vs onlar ayrımı gibi) yalnızca kendilerine ve partilerine kutuplaşmış bir “çoğunluğun” desteğini almakla kalmadı, aynı zamanda “azınlıkların güvenliği pahasına güç konsolidasyonu ve tahkimi sağlamaları”na da yaradı. Sermaye ve devlet arasındaki yeni bir ilişki sayesinde gözetleme kapitalizmi, iktidardaki “güçlü lider” figürlerini sosyal medya ve dijital gözetim mekanizmaları ile destekleme imkânı yarattı. 

2. Özelleştirmeye Odaklanmak 

Mali politikaların doğası ve tüm bu “güçlü lider” figürlerinin (sağ popülistler) ekonomik tercihleri ve mali politikalarının doğası, güçlü liderlerin refah odaklı, sol eğilimli politikaları temel alan ekonomi ve reform teorilerine yatkın olduğu geçmişteki popülist hareketlerin iktidarlarına (Latin Amerika örneği) kıyasla büyük farklılık gösteriyor.  

Güncel sağ popülizm, aşamalı olarak kamu varlıklarına yatırımın ve kaynaklar üzerindeki kamu idaresinin ortadan kaldırıldığı (istihdama, insan sermayesi geliştirmeye, sağlığa ve eğitime yönelik sosyal programlara kaynak ayrılmasının önüne geçen) bir özelleştirme güzellemesi içeriyor (devlet-özel sermaye elitleri arasındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesi). Bu çoğu güçlü lider figürünün ekonomik yönelimlerinde açıkça görülebilir (örnek: Modi’nin Hindistan’daki hükümet dönemi).  

Buna rağmen bu güçlü liderler aşırı düşük gelirli seçmenlerde karşılık bulabiliyor çünkü çok spesifik ve hedef odaklı sosyal hizmetler (ücretsiz gıda gibi) sağlayarak aşırı yoksulları hoşnut tutup sadık seçmen tabanının parçası haline getirebiliyorlar. 

Fakat yine de bu “sosyal” harcamaların, bundan fayda sağlayan düşük gelirlilere hiçbir şekilde sınıf atlama, yaşam standartlarını yükseltme imkânı sağlamadığı da gözlemlenebiliyor. 

3. Danışıklı Dövüş: Hiper Küreselleşme ve İdeolojik Popülizm 

Dani Rodrik’in yakın zamandaki çalışmaları, en azından bu tartışmaya açık kavramsal sorgulamalara dair işe yarar bazı kavrayışlar sunuyor: Neden 1990 sonrası küreselleşme bugün doğudan batıya tüm dünyaya yayılan belli bir popülizm biçimini körükledi? 

Rodrik’e göre “Küreselleşmenin popülizmi körüklediği mekanizmaları anlayabilmek önemli. Bu soruya cevap verebilmek için olgunlaşmış bir ekonomi politik model gerekiyor. 

İkincisi küreselleşme tek bir şey değil: Uluslararası ticaret, uluslararası finans ve uluslararası emek akışı arasındaki farkı anlayabiliyoruz. Küreselleşmenin farklı görünüşleri olarak bunların her biri nasıl bir siyasal sisteme dönüşebildi? 

Üçüncüsü, şurası kesin ki yeniden paylaşım ya da ekonomik kaygı üreten tek ekonomik şok küreselleşme değil ve hatta en önemlisi bile olmayabilir. Neden peki örneğin teknolojik değişim ya da konjonktür dalgalanmalarına kıyasla küreselleşme siyasette çok büyük bir etki yaratıyor?” 

Rodrik’in sunduğu çerçeveye dahil argümanlara bakacak olursak, ilk olarak, “ekonomik altüst olma seçmenlerin politika ve lider seçimlerini etkiliyor” iddiasını inceleyelim. İthalatın yükselişinden olumsuz etkilenen bir bölgedeki seçmenler, korumacılığı ve ithalat konusunda sınırlayıcılığı savunan siyasetçilere oy veriyor. 

İkincisi, ekonomik altüst oluş seçmenlerin oy tercihini, belirli kültürel değerlere aidiyet ya da öne çıkan özellikleri üzerinden dolaylı olarak etkiliyor. Somut olarak, ekonomik şoklar güvensizlik hissini artırıyor, seçmenleri içimizdekiler (biz) ve etnik ve dinsel ötekiler arasında daha keskin ayrımlar yapmaya itiyor. 

Bunlar seçmenlerin geçmişteki refah ve istikrar dönemlerine özlem duymasına sebep olarak, geleneksel kültürel değer ve hiyerarşilere siyasal bir değer atfetmelerine yol açıyor. Bir ülkedeki ekonomik ve sosyal uçurumu büyüten ekonomik şoklar, daha az kapsayıcı, daha sınırlı aidiyetleri pekiştiriyor. Bu etkilerin vardığı sınırlar, kültürel değerler üzerine geliştiği sanılan siyasi tercihlerin aslında derin ekonomik kökleri olduğunu ortaya koyuyor. 

*www.thewire.in web sitesinde yer alan What Explains the Political Right’s Ascendancy to Global Power? başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrilmiştir.  

Çevirmen: Yunus Emre Ceren