Sağlıksız beslenme dünya genelinde giderek yaygınlaşıyor. Görülme sıklığı giderek artan obezite, diyabet, yüksek tansiyon gibi metabolik hastalıkların beslenme ile sıkı bir ilgisi var. Çok ciddi sağlık harcamaları yapılmasına neden olan bu sorunların çözümü için mevcut gıda üretimi ve beslenme sisteminde bir değişiklik yapmaktansa, bu sistemin neden olduğu hastalıkların tedavisine daha çok kaynak ayırıyoruz. Başka bir deyişle hastalığın gerçek nedenleri ile değil de açığa çıkardığı semptomlarla uğraşıyoruz.

Var olan sistemin bir alternatifinin olmadığı yıllardır öyle çok dile getirildi ki bu sistemin değiştirilebileceğine inanmıyoruz.
Başka türlü bir gıda üretimi yapmanın ya da sağlıklı bir beslenmenin bu saatten sonra pek de mümkün olmadığını düşünüyoruz. Oysa bir değişiklik sağlamak, açığa çıkan sorunları çözmek mümkün. Temel mesele bu çözümleri uygulamaya sokabilecek bir siyasal iradenin var olup olmadığı.

Gıda üretimi ve beslenme konusunda yaşadığımız sorunlar bilgi eksikliğine ve teknolojik yetersizliğe bağlı değil. En basitinden söylemek gerekirse dünyada bir yıl içinde üretilen tarımsal ürünler ile 13 milyar insanın beslenmesi mümkün. Oysa sabahtan akşama nüfusun ne kadar çok tarımsal üretimin ne kadar yetersiz olduğu masalını dinliyoruz. Sorunun üretmekle değil de bölüşmekle ilgili olabileceği akla gelmiyor, getirilmiyor.

BİR ÖRNEK
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi EKER geçen hafta katıldığı bir televizyon programında ülkemiz tarımındaki en büyük sorunun tarımsal arazi büyüklüklerinin miraslar yoluyla sürekli küçülmesi olduğunu dile getirdi. Giderek küçülen araziler tarımsal üretimdeki verimliliği düşürüyor Bakan’a göre. Verimliliği artırmak için arazi birleştirmelerine gerek olduğunu ve böylece entansif tarımın -yani şirket tarımının- mümkün hale geleceğini söyledi. Tohum sertifikasyonunun yararları, kimyasal kullanımının ve tarımda şirketleşmenin gerekliliği gibi bir çok konuda da açıklama yaptı.   

Açıklamada yer alan yanlışları bu kısa yazıda düzeltmek mümkün değil. Ama bu konularda kafa açıcı -ve doğru- bilgilere sahip olmak için Yeşil Gazete’de Durukan Dudu tarafından yazılan “Dünyayı Yemek Yiyerek Kurtarmak” başlıklı yazı dizisi okunabilir. Buna ek olarak, tarım bakanımız ne dediyse tersini yapmaya dayanan ve çok başarılı sonuçlar veren başka bir uygulamaya işaret etmek de yerinde olacak.

KÜBA'DA KENT TARIMI
1958’de Küba nüfusunun yüzde onu toprakların yüzde 74’üne sahipti. Bu topraklar devrim sonrası 200 binden fazla çiftçiye dağıtıldı ve geriye kalan büyük çiftlikler ise kamu malı sayıldı. Devrim öncesi ihracata yönelik bir kaç çeşit tarım ürünü yetiştiren, her yıl 200 bin insanın açlıktan öldüğü bir ülke iken bugün literatüre kent tarımı kavramını sokan ülkedir Küba. Kır ve kent ayrımını ortadan kaldırarak kentleşme sürecini gıda üretimi temelinde ele almaya yönelik uygulamaları örnek gösterilmektedir.

Türkiye’nin yedide biri büyüklüğündeki bu ülkenin Dünya Tarım Örgütü’nün sağlıklı bir beslenme için çeşitli gıda ürünlerinden günlük ne kadar yenmesi gerektiğine yönelik kriterlerini fazlasıyla karşılayan bir üretim kapasitesi var. 20 yıllık kent tarımı uygulaması sonucunda sebze üretimi 1100 kat artış göstermiştir Küba’da. Üstelik hiç bir toksik kimyasal madde kullanmadan. Bir dönümlük araziden 26 ton sebze hasadı yapılabilmekte. Bu değeri ülkemiz verileri ile kıyaslayarak on binlerce ton toksik tarım kimyasalı kullanmamıza rağmen nasıl da zavallı bir durumda olduğumuza bakılabilir.

Her şey bir yana Küba’da yapılan uygulamaların gösterdiği en önemli şey, tarımın uluslararası piyasaların  taleplerine göre değil halkın ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesinin hem “yeterli” ve hem de “ekolojik” bir üretim yapma anlamına geleceğini ispatlamış olmasıdır.