İlk filmi ile henüz 26 yaşında Altın Palmiye kazanan Steven Soderbergh erken emekliliğe doğru yol alıyor...

İlk filmi ile henüz 26 yaşında Altın Palmiye kazanan Steven Soderbergh erken emekliliğe doğru yol alıyor. Salgın da yönetmenin çektiği son filmlerden birisi gibi duruyor

Steven Soderbergh yaklaşık 22 yıl önce Seks Yalanları’nı (Sex, Lies and Videotape; 1989) çektiğinde dünya sinemasının zirvesine oturmuştu. Daha 26 yaşındaydı (Orson Welles’in Yurttaş Kane’i çektiği yaşı), daha ilk filmiydi ve Cannes’da Altın Palmiye kazanıyordu. İnanılır gibi değildi ve “bağımsız sinema” artık kenarda köşede kalmak çıkıp, sinema salonlarını ele geçirmeye başlayacaktı. Soderbergh bu başarısını sürdüremedi. Aslında hem sanat sineması hem de ticari sinemada at oynatmayı sürdürdü, bazı filmleri gişede çok başarılı da oldu (Ocean’s 11, 12, 13 vb.). Oscar da kazandı Trafik (2000) filmi ile. Erin Brokovich’le de Oscar’a aday oldu. Böylece iki ayrı filmle Oscar’a aday olmak gibi tarihi bir başarısı da var. Ama yine de Soderbergh, yönetmenler panteonunda yaptığı işlerin toplamına bakıldığında “fena değil”in ötesinde bir yer edinmiş değil kanımca. Birkaç film daha çektikten sonra Soderbergh kendisini yönetmenlikten emekli edecek ve resim yapacakmış. Sinema dünyası enteresan ama çok da heyecan verici olmayan bir karakterini kaybedecek.
'Salgın' dolayısıyla Soderbergh’den göreceğimiz son birkaç filmden biri. Eh, çok üzülmeye gerek yok doğrusu çünkü 'Salgın' şöyle böyle bir film. Adı üstünde, hayvanlardan insanlara geçen öldürücü bir virüs salgınını anlatıyor film. Çok sayıda insan ölüyor. Fırsatçılar, internet üzerinden büyük paralar kazanıyorlar uyduruk ilaçlar satarak. Üçüncü dünya ülkeleri, sıranın sonundan önlere geçmeye çalışıyorlar ölmemek için. Biliminsanları bir yandan çabalarken bir yandan da kendilerini ve ailelerini kurtarmaya çalışıyor. Askerler terörist saldırısı sanıyor olan biteni. Matt Damon, Gwyneth Paltrow, Marion Cotillard, Kate Winslet, Laurence Fishburne ve Jude Law gibi ünlü oyuncular perdeden geçip gidiyorlar ama hiçbirinin canlandırdığı karakter bir iz bırakmıyor. Nedense soğuk ve mesafeli bir film bu. Ne siyasal bir mesajı var net bir şekilde duyulan ve hissedilen, ne de bir insan dramı var seyirciyi etkileyecek olan. Yine de iyi eleştiriler aldı. Belki benim göremediğim bir şey vardır.
 
***
Belediye Festivalleri, Hrant Dink ve sol

“Altın Portakal’daki pespayeliği gördünüz. Mide bulandırıcı bir solculuk ayini. Öteki’nin, eşcinselin, kadının adeta ırzına geçtiler. Öyle bir sömürü ki, insanın düşün ya hu yakamızdan demesi geliyor.” (Markar Esayan; Taraf 17/11/2011)

Bu cümlelerde temelde yanlış olan şu: Antalya Altın Portakal Film Festivali solu temsil etmez. Altın Portakal bir solculuk ayini falan değildir. Antalya belediyelerinin 48 yıldır düzenlediği bir etkinliktir. AKP de düzenler, CHP de.
 Onun dışında yazar festivali pespaye görebilir, bu onun en doğal hakkıdır. Ben bu yıl gitmedim, görmedim. Ama eleştirilerin farkındayım. Ayşe Arman’lı sinema jürisi olur mu? Ahu Tuğba’ya ödül verdirilir mi? Üstelik de darbeyi protesto niteliği taşıyan ödüller bunlar! Filmlerin genel kalitesinden kimse memnun değil. Hele birinci seçilen filmi daha beğeneni duymadım. Belgeselciler her zamanki gibi isyandalar. İkinci sınıf konuk olmak kolay hazmedilecek bir şey değil tabii ki. Elbette bu festivalin varlığı başlı başına pozitif bir şeydir ama eleştirilmesi gereken çok şey var Antalya’da.

Peki, Ali Şimşek ve Eyüphan Erkul’a ne oluyor da, Altın Portakal’ın avukatlığına soyunuyorlar? Altın Portakal’la solculuk özdeş değildir dersin Esayan’a… İyi şeyler de vardı dersin, 12 Eylül darbesinin protesto edilmesini ve diğer olumlu olayları örnek gösterirsin… Eleştirilerini de sıralarsın. Biter gider. AKP’nin ya da AKP yanlılarının düzenlediği Altın Koza farklı mıydı, diye de sorarsın! Orada da ona bakarsan solculuk ayini yapıldı kapanış töreninde. Özcan Alper ve başkaları gayet sol bir söylem içindeydiler. Yılmaz Güney adına ödül verilen bir festival Altın Koza! Daha sol ne olabilir? Hadi ona da solculuk ayini desene! Ama sağcıların, liberallerin tek derdi CHP olduğu için sadece görmek istediklerini görürler. Emir Kusturica’yı AKP’li Bursa Belediyesi çağırınca görmezler, CHP’li Antalya Belediyesi çağırınca görürler. Bu ikiyüzlülüklerini ifşa edersin ama CHP’li belediyenin bir temsilcisi gibi de savunmaya geçmezsin.

Hele hele yazarın, yani Markar Esayan’ın etnik kimliği Ermeni olduğu için Hrant Dink’in adını bu tartışmaya katmazsın durup dururken. Adama sen kim oluyorsun da Hrant Dink adına konuşuyorsun diye sorarlar. Ben Hrant Dink’in oğlunun, kızının bile babaları adına konuştuğunu duymadım. Duymadım çünkü hem kendilerine hem de babalarına saygıları var. Konuşuyorlarsa kendi adlarına konuşuyorlar. Babam olsa şöyle derdi, böyle yapardı demiyorlar. “Ben böyle düşünüyorum, böyle yapıyorum” diyorlar. Markar Esayan Ermeni olmasaydı Hrant Dink’le ölçülecek miydi yine? Bu ne demek bir saniye olsun düşünüyor mu Şimşek ve Erkul? “Madem ki Ermenisin, Hrant Dink’e hesap vermelisin” diye bir şey mi var?

Bir de şu var: Hrant Dink’in BirGün’de yazmış olması bütün BirGün yazarlarını onun adına konuşmaya yetkili kılar mı? Gazetede yazan, yazmış bulunan her yazar adına konuşma hakkına sahip miyiz? Ben bu hakkı Şimşek’e veya başka birisine vermiyorum, eğer başkaları adına konuşma hakkım varsa kendi hakkımı da kullanmıyorum. Erkul’un “adamı şöyle yaparlar, böyle yaparlar” üslubunu da çok yadırgadım, yakışıksız buldum.   

Markar Esayan sağcı bir yazarmış. Altın Portakal’ı solcu bir ayin sanırmış. Olmadığını  anlatmak bizim işimizdir. Ama işin acısı Ali Şimşek Ve Eyüphan Erkul da Altın Portakal’ı solcu bir ayin sanıyor. Oysa bu tarz festivallere asıl rengini veren popülizmdir. Ne kadın meselesi, ne 12 Eylül, ne de sinemanın kendisi belediye festivallerinin asıl meselesi değildir. Başka belediyelerin düzenlediği başka sanat festivalleri için de aynı şey rahatlıkla söylenebilir. Bize, bu festivallerde pozitif gördüğümüz şeyleri övmek, negatif gördüğümüz şeyleri eleştirmek görevi düşer. Festival avukatlığına savunmak, saçma sapan iddiaları ciddiye alıp, kabadayılık yapmak düşmez.