Bakanlığın tercihi salgın sürecinde de özel okul sahiplerinden yana. Zaten özel okul sahibi birinin koltukta oturduğu bir bakanlıktan aksini beklemek abes olurdu. Ziya Selçuk da ödevini yerine getirerek aldığı kararlarla öğrenciden, veliden, öğretmenden yana değil; kendi sınıfının, özel okul sahibi dostlarının ihtiyaçlarını gözeterek hareket etti.

Salgında düşünülmeyen öğretmenler

COŞKUN KONCA
Ataması yapılmayan öğretmen

“Ben çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük." Bu sözlerle özetliyor Rıfat Ilgaz Hababam Sınıfı’nı. Baştan sona sorunlu bu sisteme bugün belki o kadar gülemiyoruz. İş bilmez bakanların, donuk suratlı bürokratların, iktidar yanlısı sendikalardan geçen yönetici atamalarının elinde her geçen gün daha da kötü bir noktaya savruluyoruz.

Salgınla geçen bir yılı tamamlarken; eğitimdeki sorunların, belirsizliklerin derinleştiği bir süreç devam ediyor. Okulların açılmasıyla ilgili alınan kararların son dakikada farklılaştığı, hangi sınıfların, kurumların açılacağı ile ilgili kafa karıştıran kararların alındığı, bir tartışma silsilesi içinde 2 Mart’ta bir gün ertelemeli olarak okulların açılmasına karar verildi.

Aslında okullar kimi öğretmenler için hiç kapanmamıştı ki açılsın. Ara tatilin başladığı 22 Ocak tarihinden beri telafi adı altında kimi özel okullarda ve dershanelerde gerek yüz yüze gerekse uzaktan eğitim yoluyla öğretmenler çalışmaya devam etti. Salgının sorumlusuymuş gibi muamele gören öğretmenler, salgının yarattığı olumsuz sonuçları gidermek adına öne sürüldü. Kaç öğretmenin aşılandığı dahi tartışma konusuyken; yüz yüz eğitim kararı birçok uyarıya rağmen alınmayan önlemlerle başladı.

Zaten güvencesiz çalışma koşullarında çalışan özel eğitim kurumlarındaki öğretmenlerin sorunları salgınla birlikte daha da artmış oldu. Uzun çalışma saatleri boyunca, soluksuz, yoğun bir şekilde çalışan öğretmenlerin salgın başladığından bugüne saat ve mesai kavramı silikleşti. Sabah erken saatlerden başlayıp gece yarılarında WhatsApp gibi uygulamalar üzerinden gelen soruları çözmesi beklenir hale getirildi. Her yerde her anda eğitim öğretmenlere dayatıldı. Sadece öğrencinin kendisiyle değil, aynı zamanda velisiyle, evindeki internet sorunuyla, uzaktan eğitime erişimiyle de ilgilenmek zorunda bırakıldılar. Peki karşılığı? Zamanında ve tam verilmeyen maaşlarla yaşamak zorunda kaldılar. Öyle ki alanında tekel olarak görülen kimi özel okullar dahi böyle haberlerle anılır oldu. Google; aylarca öğretmen maaşlarını vermeyen, öğretmenin tazminatına, eğitim ödeneğine göz diken özel okul haberleriyle dolu. Bunun en göze çarpanı ise geçtiğimiz yıl bünyesindeki öğretmenlerin eylemleriyle, boykotlarıyla gündeme gelen Doğa okulları. Bu şekilde gündeme gelen/gelmeyen, battı denilerek öğretmenlerinin işsiz kaldığı veya öğretmenlerin içerde kalan ücretlerini alamadıkları durumlar yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.

Salgınla geçirdiğimiz son bir yılda; 900’den fazla özel okul kapanmış durumda. Bu okullarda çalışan 27 bin öğretmen ise işsiz kalarak 500 bini aşkın atama bekleyen işsiz öğretmen arasına karıştı. Eğitimde yılların eskitemediği bir sorun olarak kalmaya devam eden ataması yapılmayan öğretmenler… Sıklıkla farklı alanlarda seslerini duyurmaya çalışan bir eğitim ordusu. Sayıştay raporuna göre bile 138 bin öğretmen açığı varken Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı son atama sayısı ise sadece 20 bin.

Okulu kapanmayan ve bir şekilde çalışmaya devam edebilen öğretmenler ise açlık koşullarında çalışmaya mahkûm edildi. Asgari ücretin 2 bin 825 lira olduğu Türkiye’de özel okul veya dershane çalışanı bir öğretmenseniz salgının başından bugüne alacağınız ücret kısa çalışma ödeneğinden aylık bin 600 liradır. Ayrıca sigortanız sadece sağlıkla sınırlı demektir. Biraz durumunuz iyi olduğunu düşünür, hak kaybına uğramamak için sigortanızı kendiniz tamamlamak isteseniz bile buna devlet izin vermiyor. Gelirinizdeki bu net düşüşe karşın uzaktan eğitim için vereceğiniz dersler için gerekli bilgisayar, akıllı telefon veya tableti kendiniz edinmeniz gereklidir. Ayrıca gece yarısı öğrencilerden veya velilerden gelebilecek soruları/sorunlarını çözmek için gerekli internetinizi her daim açık tutmalısınız. Faturanızı sarkıtma, internetinizi kapatma lüksünüz yoktur. Kısa çalışma ödeneği olarak aldığınız paradan asgari şartlarda insani koşullarınızı sağlayabilirseniz bu masraflar için de bütçe ayırmanız gerekmektedir.

Pek tabii kısa çalışma ödeneğinden yararlanmışsanız kendinizi görece şanslı sayıyor olabilirsiniz. Çünkü salgının başında yasakların başladığı dönemde, özel okul ve dershane sahipleri tarafından işten çıkarılmış olabilirdiniz ya da bu ödenekten yararlanacak pozisyonda çalışan olmayabilirdiniz. Bugün okullarda sadece kadrolu-sözleşmeli diye bir ayrım olmadığını biliyoruz. Bunların dışında ücretli, gün hesabı veya ders saati başına anlaşarak çalışmak zorunda kalan öğretmenler var. Bu konumda çalışan öğretmenlerin aldığı para ise bin 600 liranın da altında bir sefalet ücretine karşılık geliyor.

Bakanlığın tercihi salgın sürecinde de özel okul sahiplerinden yana. Zaten özel okul sahibi birinin koltukta oturduğu bir bakanlıktan aksini beklemek abes olurdu. Bu durum; darbe ürünü olan, üniversiteleri ticarileştiren ve müstebit uygulamalara imza atan YÖK’ü, aynı zamanda Türkiye’de ilk vakıf üniversitesini İhsan Doğramacı’ya kurduran aklın devamıdır.

Ziya Selçuk da ödevini yerine getirerek aldığı kararlarla öğrenciden, veliden, öğretmenden yana değil; kendi sınıfının, özel okul sahibi dostlarının ihtiyaçlarını gözeterek hareket etti. 31 Mart-15 Haziran 2020 arasında özel okuldan kamu okullarına geçişi durdurarak, özel okullardan kaçışı engellemeye çalıştı. 15 Ağustos 2020’den sonra ve geçtiğimiz ara tatilde özel okulların telafi eğitimi yapabileceğini söyleyerek, bu kesimlerin taleplerini görmezden gelmedi ve onları ihya etti. Yalnız bakanlığın görmezden geldiği birileri vardı. Salgınla beraber derinleşen eşitsizlikler yüzünden aynı şartlarda eğitime erişemeyen ve bu yüzden sınavların iptal etmesini isteyen öğrencilere sırt çevirmeyi yeğledi. Özel okulda, dershanelerde güvencesiz açlık sınırının altında çalışan öğretmenlerin taleplerine karşı üç maymunu oynadı.

Atama bekleyen öğretmenleri dikkate almadığı gibi kamudaki okullarda da aldığı ve alamadığı kararlarla tartışmaların odağında olmaya devam ediyor. Öğretmenlerin çalışmadığını, yatarak para kazandığı yönündeki algıyı pekiştirdi. Anasınıfı öğretmenlerine çocuk bakıcılığı misyonu yüklemeye çalışarak okullara çağırmaya çalıştı. Neyse ki bu yanlıştan arkadaşlarımızın mücadelesiyle dönüldü. Okulların açılışı ile ilgili sürekli tarih verip ve bunu hayata geçiremediler. Bunun son örneğini 1 Mart kararında izledik. Okulların açılışı bir gün ertelenerek aslında her alanda olduğu gibi eğitimde de son sözün aslında kimde olduğunu görmüş olduk. Yerindelik kararı alacaklarını söylerlerken başta Karadeniz illeri olmak üzere artan vaka sayılarını görmezden gelmeye, 'yerinde' karar alamadıklarını görüyoruz.

Pek çok bakanlık gibi MEB de bazı tarikat cemaat ağlarının paylaşımında. Okulların koridorlarında, sınıflarında, müfredatında kol geziyorlar. Ziya Selçuk’un bu anlamda belki bakanlığın başında olduğu doğru ama eğitimin başında olmadığı kesin.

Saldırı bütünlüklü… Mücadelenin de bütünlüklü olması gerektiği bir gerçek. Öğretmenler arasında yapılan kadrolu, sözleşmeli, ücretli vs. gibi veya kamu çalışanı-özel okul çalışanı gibi ayrımlardan sıyrılmalı. Eğitimde kamusallığı, laikliği, eşitliği, bilimselliği savunan bir hatta birleşik mücadeleyi örmeliyiz, öğrencisiyle, velisiyle, öğretmeniyle, okullarda çalışan emekçilerle.

İlk olarak insanlığın "Kiraz zamanı" Paris Komünü'nde sağlanan; herkes için ücretsiz, zorunlu, kilise baskısından uzaklaştırılan laik eğitim mücadelesi 150'nci yılında omuzlarımızda yükseliyor.