Edebiyatta İsyan’ın ilk cümlesinin; “Haksızlığa başkaldırmayan, şair yazar olamaz” ile “Neye yarar edebiyat bir itiraz bir isyan barındırmıyorsa…” olması tesadüf değildir.

Sanat adına bir öz savunma

Hasan ÇAPİK

Bir telefon konuşmamızı hatırlıyorum Şerif Temurtaş’la… Şairlerin sanat ve poetikaları üzerine yazmaları gerektiğini söylemiştim. Özellikle toplumcu gerçekçi şairlerin! Zorlu ve görünmezden gelinen bir geleneğin sürdürücüsü olduklarını vurgulayarak! Sadece şiir yazmak tek kanatlı kuşun uçuşuna benziyordu. Poetik bilinç ve sanatın sınıfıyla buluşması bu şekilde gerçekleşebilirdi. Şerif abi; “Haklısın Hasan! Yalnız, okuyan var mı ki yazalım?” demişti. Devrimci bir insan ve şair olarak söylediğine kendisi de inanmıyordu elbette! Yazacaktı. Ülkenin kara bulutları onun da üzerinden geçerken geçici gölgesini bırakmıştı. Bir çeşit can sıkıntısı, diyelim buna! Ama mücadele aynı mücadeledir. Telefonu kapattıktan sonra, böyle bir kitabın geleceğini biliyordum ama zamanını kestiremiyordum. Kara bulutlar kovulacak ve beklediğimiz kitap çıkacaktı. Çünkü devrim, devrimcilerin huyudur. Bir gün kitabın tanıtımını gördüm. Edebiyatta İsyan. Bulutlar yerini yağmura bıraktı, dedim içimden. Bu kitap üzerine niçin konuşmalı?

Güzel zamanlardan geçmiyoruz. Kapitalizmin elindeki dünya her yönüyle içler acısı durumda. Daha da kötüsü bir çıkışsızlık ortamında debeleniyor. Kara gölgeler sanata da vuruyor. Sanat kendi yağında kavrulamayacak derekeye düştü. Şairlerin yankısı kendine çarpıp dağılıyor. Ama şairler yanılsama içinde: Yankılarının her tarafa yayıldığını düşünüyorlar. Oysa dünya başka bir yerde! Dante’nin Cehennem’indeki tasvirler gibi: Herkes acılarından dolayı kulakları sağır eden çığlıklar atıyor. Bu durumda kimse kimsenin yarasını göremiyor. Görse, yardım edecek. Acısı az olanlar bile ortamdan korktuğu için basıyor çığlığı! Yani diyebiliriz ki yara ortadan kalksa bile insanlar, sırf çığlık sesiyle hareket ettikleri için hep acı çekeceklerdir. Kapitalizm bu döngüyü iyi biliyor olmalı ki insanlar düşünmesin/ yaralarla yüzleşmesin diye durmaksızın çığlıklar üretir. Bu çığlık bazen bölgesel savaştır bazen covid bazen ekonomik krizdir. Ama her zulüm döneminde, birileri yarasına eğilir, onu tedavi eder. Çığlığını yabancılaşmaktan kurtarır. Doğru çığlık öğrenir. Bu yeni dille yanlarındakileri uyarmaya başlar. Korkunun, gerçek’ten daha küçük olduğunu anlatır. Yanılsama aşılırsa, aydınlanmış bilinçle diğer sorunlar daha kolay çözülür. Kim ne derse desin, bunu başaracak kesim olarak sanatçıları görüyorum. Dünyada zulüm varsa edebiyatta isyan vardır.

Olmalıdır. Hiç değilse kendimize saygı adına. Edebiyatta İsyan’ın ilk cümlesinin; “Haksızlığa başkaldırmayan, şair yazar olamaz” ile “Neye yarar edebiyat bir itiraz bir isyan barındırmıyorsa…” olması tesadüf değildir. Bu, ilk ve ciddi uyarıdır. Sarsıcıdır. Hemen bir akıl yürütme gerçekleştiriyorsunuz: Demek ki edebiyat bir isyanı barındırmalı. İyi de neye karşı, niçin? İsyan eden bir edebiyat arzulanıyorsa, demek ki uyumlu/uslu/uyutan bir edebiyat da var. Bu edebiyatın amacı nedir? Bu isyan hem kapitalist dünyaya hem de bu dünyayı türlü şekillerde sinesine çeken edebiyat dünyasına. Ama gelin bunun izini kitaptan sürelim.

Kitap, yazarın farklı zamanlarda ve farklı dergilerde yayınlanmış yazılarından oluşuyor. Bir anlamda yazarın kendinden derlemesi! Şair Sorumludur başlıklı ilk yazıdaki sorumluluk savunduğum anlayış olduğundan dikkatimi çekti: “Şairin, her coğrafyada ve her dönemde hem bağlı bulunduğu topluma hem de insanlığa ilişkin sorumlulukları vardır. Sırtını yaşadığı toplumun sorunlarına dönerek, dünyada yaşanan olumsuzlukları görmezden gelerek şiir yazmak kabul edilebilir bir şiirsel duruş değildir.” (s. 9) Ama bu böyle işlemez. Şair ve okuru bu mantıktan uzaklaştıran bir alt yapı hazırlanmıştır çünkü! “Ne yazık ki günümüzde yazılan şiir çoğunlukla halktan uzak post modern anlamsızlığın şişirildiği, okunan metnin ne tarafa çekersen o tarafa uzatıldığı belli olmayan metinlerle doldu. Kapitalizm, bankalar ve sermaye yayınevleri, dergileri ile edebiyata ve şiire saldırdı. Bugün okumayan ve sanata ilgi göstermeyen bir toplum yaratıldıysa en az 12 Eylül faşizmi kadar, devletle ve burjuvaziyle işbirliği içinde olan egemenlerin zevki sanan insanlar ve gruplar da suçludur.” (s. 9) Hiçbir toplum keyfince sanattan uzaklaşmaz. Temurtaş, bozulana vurgu yaparken bunun aşılacağını da söylüyor: “Edebiyat er geç bu yozlaşmaları yenecek, yaşamın sesini gelecek kuşaklara aktarmaya devam edecektir. Çünkü edebiyatsız sanatsız bir hayat mümkün olmadı insanlık tarihi boyunca.” (s. 10) Poetikadan konuştuğuna göre sözü şairin tavrına getirmemek olmaz: “Şairin şiiri kadar tavrı ve yaşam biçimi de yazdıklarıyla örtüşmelidir diye düşünüyorum.” (s. 11) Temurtaş’ta duyguların bile başını uzattığı yer toplumdur. Şunun farkındadır; bilinçle buluşmamış duyguların varacağı nokta arabesktir. Pekiyi acı? İster birey ister toplumca, acı sakız gibi çiğneniyorsa bu kör kuyudan nasıl çıkılır? Sanatçı insan(lık)ın her haline aşina biri olarak sanatıyla çıkış gösterir. Bir anlamda duyguların heykelini yapar. Bu heykel yazarın şu cümlesiyle somutlaşır: “Bir şiir neye yarar bir aşk bir devrim değilse ruhumuzda depremler yaratan.” (s. 17)

Şiir genel anlamda bir harmandır. Her şair de buğday tanesi. Doğal olarak her şair, kendisinden önceki birikimden, sentezden çıkar. Çünkü has şairler başka şairlerden öğrenir. Onlarla kanat alıştırması yaparlar. Cesaretlerini topladıkları an kanat vururlar. Bu, diğer yaratıcıların emeğine saygı olduğu kadar geleneği de bilmektir. Muhafazakârlar gibi geleneğin içinde donmaktan söz etmiyorum. Geleneğimiz ve geleneğe bakışımız sağ anlayıştan tamamen ayrıdır. Şair sapanın içindeki taştır; ne kadar ileriye atılmak istiyorsa o kadar geriye çekilmelidir. Kendinden önceki sanatı ne kadar doğru özümserse o kadar yetkinleşir. Temurtaş’ın, Zemheriden Sonra Bahar (Mühür Yay. 2013), Güz Çığlığı (Mühür Yay. 2014) ve Ten ve Kül (İzan Yay. 2020) şiir kitaplarını okuduğumda gelenekten beslenen yönünü gören biri olarak, Edebiyatta İsyan kitabındaki yazılarda da bununla karşılaşmam şaşırtıcı değildir. Değerbilirliktir bunun adı. Bu yönüyle Temurtaş çok etkilendiği şair ve yazarlardan E. Gökçe, A. Kadir, G. Akın, H. H. Korkmazgil, R. Durbaş, V. Çolak, A. Erhan ve Mehmet Çetin’le ilgili görüşlerini de işlemiş Edebiyatta İsyan’da! Yineleyelim: Bu bir değerbilirlik olduğu kadar, toplumcu gerçekçi mirasın kuşaklara aktarılmasıdır. “En Çok Gurbettir Durbaş Şiiri” isimli denemesinde Temurtaş, Refik Durbaş’ın genç şairleri destekleyen tavrından söz ediyor. Kendisi de bu geleneği sürdürür. Bu yönüyle bana katkısı çoktur. İncelik ve duyarlıkla şiirinizin aksayan yanını gösterir, kenara çekilir. Son sözü size bırakır. Bir konuşmamızda öğrettikleri için teşekkür ettiğimde, karşılıklı öğreniyoruz demişti. Bu erdemdir!

Şerif Temurtaş’ın denemeleri bir kuşun birdenbire havalanmasına benzer. Ama o uçuşta uçmanın görkemini, gökyüzünü ve kuşun kanadına takıp götürdüğü yeryüzünden yaşanmışlıkları görürsünüz. Bu yüzden uçuş, bir anlık olsa da anlamlar derindir. Belki de bunun için diyordu Füruğ Fehrruhzad; “kuş ölümlüdür, sen uçmayı hatırla!” Edebiyatta İsyan’da hatırladığıklarımız yaşamdan ve yaşatmak içindir.