Halil Altındere ile Serkan Özkaya'nın söyleşmelerini kita

Halil Altındere ile Serkan Özkaya'nın söyleşmelerini kitaplaştırdıkları ilginç taze bir örnek var bugün elimizde, oradan hareketle günümüzde çağdaş sanatların işleyişine yönelen tartışmalara bir göz atmak mümkün. Altındere ile Özkaya kitaplarına "Hayır, hayır, olmuyor, yapamıyorum!" adını vermişler. Sanatçının ağzından dillendirilmiş, 'yapamadığımı söyleyerek yapabilirim çünkü ben sanatçıyım' gibisinden bir tercih belli ki. Sanatçı-küra-tör Altındere, metinlerle içiçeliğiyle, kopya/öz kavramlarına getirdiği yorumlarla tanıdığımız sanatçı Özkaya ile onun sanatsal sürecinden ve genel olarak sanat ortamından bahseden, örneklere de dokunan bir söyleşi yapmış. Ancak nedense art-ist yayıncılık bu 'eser'i sanatçı katalogları dizisinin ikinci kitabı olarak adlandırmış ve gene nedense kitap Özkaya'nın işlerinin ve özellikle de kendisinin fotoğraflarıyla donatılmış. Doğrusu buna bir anlam veremedim, sanatçının çalışmalarını açımlamakla meşgul bir metin yok elimizde, daha çok sanatçının konumları ve sanat ortamı karşılıklı ele alınmış. Görsellerdeki ve spotlardaki seçimlerin, söyleşinin tartışmacı karakterini bir sunum ve arşivlemeye fon söyleşisine indirgemesi tehlikesi bariz. Öncelikle 1990'lardan, insanların kurumsal bağlarla değil tabandan bağlarla biraraya geldiği, kariyer kaygısını merkez almayan günlerden çıkılıp bugüne nasıl gelindiğinden kısaca bahsediliyor. O günlerin yerini alan başarı ve ilkesizlik dönemi tasvir ediliyor. Benim de aralarında olduğum pek çok insanı rahatsız eden piyasa çağının farklı semptomları kavranıyor. Fakat yavaş yavaş Altındere bakışı Özkaya'ya yöneltmeye başlıyor. Söyleşide gerçekten çok ağır eleştiriler ve değerlendirmeler var -gerçi Altındere eski arkadaşların bu söyleşisini dostça şakalaşarak ve kötü adamlar baş-kalarıymış gibi sürdürerek biraz Özkaya'yı gevşetmiş gibi de duruyor. Sonra birden İyi, Kötü ve Çirkin kadrolarını açıklıyor ve Özkaya'nın hem Kötü ile hem de Çirkin ile işbirliği halinde olduğu ortaya çıkıyor!

Burada Özkaya'nın Schönberg, Adorno ve Thomas Mann bağlantılarını araştırdığı "Sanatta Deha ve Yaratıcılık" kitabındaki kimi gerilimler aynen devam ediyor. Dehayı bir olgu gibi alan, deha karşıtı teorilerin dahi dehadan geldiğini ima eden, "Joseph Beuys herkesin sanatçı olduğunu söyledi ama dehasının karşısında duramadığı için üretmeye devam etti" yorumu, form değiştirerek karşımıza çıkıyor. Bu devirde bir söyleşide böyle sık görmeyi beklemeyeceğiniz "deha, dahi" sözcükleri uçuşurken Özkaya'nın sıkışınca zekaya yüklenen bir sanatçı portresi çizmesini buna bağlıyorum. Yer yer zekice cevap bulunamadığında da duymamazlıktan gelme devreye giriyor. "Anladım, sen tavırdan, duruştan bahsediyorsun, ben onlardan satmıyorum" havası ise pişkinlik olarak da yorumlanabilir, "sanatçı bunlardan mesul değildir, bunlar ekstradır, sanatçı esasta salt 'yaratır'" anlayışının bir devamı gibi de bakılabilir. İşte tam burada açıklama yapmayan çünkü aslında kendisinin dahi açıklayamadığı dehanın cisimleşmesi olan sanatçı kavramına geri geliyoruz. Tarihin bir döneminde ortaya çıktığı unutularak mutlaklaştırılan sanatçı kişi miti birden dinliyor. Öte yandan Altındere'nin eleştirilerin en ağırlaştığı yerlerde dahi ehveni serdir diyerek benzer şekilde problemli kimi kurumları ayrı tutması tartışılması gereken bir nokta. "O banka daha kötü orda kasap sergisi açıldı, bu banka daha iyi burda kasa boş" demek marjinal bir ayrışmayı fazla yakından bakıp büyük görmek olmasın? Sanat ortamındaki görece siyasiliklerden ne zaman kurtulup aktif bir faza, değerin kendisinden gelen bir değerlendirmeye geçeceğiz? Belki de, bu tür tartışmaların rölanti tanıtımların yerini alıp birbiriyle çarpışmaya başlamasıyla olacak bu.