Sanat Özgürlüğü İzleme Platformu, son iki haftanın sanatsal ifade özgürlüğü ihlallerini raporladı. Platformdan Mahmut Çınar, “Ünlü bir sanatçının bir anda hedef gösterildiği tarihe bakıp, o günlerde ekonomik olarak neler yaşandığını karşılaştırabilirler. Bu tür yapay gündem yaratma çabaları toplumun görmesini istemediği bir gelişmeyle eşzamanlı oluyor” diyor.

Sanatçıyı hedefe koymak bir taktik

Işıl ÇALIŞKAN

Konser, tiyatro, festival yasakları, sanatçılara yönelik gözaltılar, davalar, sansür gündemden düşmüyor. Sanatsal ifade özgürlüğüne dair ihlaller ülkede giderek daha görünür bir sorun haline geliyor. 

Sanat Özgürlüğü İzleme Platformu, yayımladığı raporlarla içinde bulunduğumuz döneme dair farkındalık yaratarak tarihe not düşüyor. Platform en son 16-31 Ekim tarihleri arasındaki sanat özgürlüğü ihlallerinin raporunu yayımladı. Türkiye’de sanatsal ifade özgürlüğü konser, tiyatro oyunu, festival gibi etkinliklerin çeşitli nedenler öne sürülerek iptal edilmesi nedeniyle sekteye uğradı. Son iki haftada davalar, gözaltılar ve hukuksal engeller de yine gündemdeydi. Rapor, öte yandan sanat alanında örgütlü mücadele ve buna bağlı kazanımların da arttığı ortaya koydu. Sanat Özgürlüğü İzleme Platformu’nun koordinatörü Mahmut Çınar ile platformun çalışmalarını, ihlalleri ve çözüm önerilerini konuştuk. 

Genel seçimden sonra sanatsal özgürlükleri nasıl etkilendi?
Hepimizin gözlemleyebileceği üzere maalesef olumsuz bir tablo ile karşı karşıyayız. Seçimden sonra oluşan “her koşulda galibiyet” havası özellikle muhafazakâr çevreler için yeni bir özgüven kaynağı oldu. Bu özgüven, daha iyi bir siyasal ve kültürel iklim yaratmak için de kullanılabilirdi tabii ki. Bu, toplumsal barış açısından çok da iyi bir adım olurdu. Ancak aksine, “galibiyet” havasıyla, özellikle belirli çevreler, tarikatlar, radikal gruplar; konserler, sergiler, tiyatro oyunları gibi etkinliklere çok marjinal bir yerden saldırmaya başladı. Bu bir yandan açıkça “benim inancımla uyuşmayan hiçbir şey özgür olamaz” motivasyonu ile yapılırken, diğer yandan ülkedeki kültürel ve sosyolojik kırılmaya körükle gitmek amacıyla bilinçli olarak sürdürülüyor zannımca. Çünkü mevcut siyasi iklimin bu kırılmadan, çatışmadan, gerilimden beslendiğinin farkında bu gruplar da.

Sanat özgürlüğü son dönemde en çok hangi alanlarda ihlal edildi?
Son dönemde sinema ve müzik dallarında, yasaklamalar ve etkinlik iptalleri en çok karşılaştığımız örnekler oldu. Film festivalleri, konserler gibi…

Sanatçıların hedef gösterilmesinin ülke gündemindeki zamanlamasına ilişkin tespitleriniz oldu mu?
Tabii. Bu zaten mevcut iktidar partisinin ve ona bağlı grupların artık standartlaşmış bir taktiği. Ülkede tüm toplumu ilgilendiren, özellikle dar gelirli ve orta sınıfı neredeyse yaşayamaz hale getiren, dünyada çok az örneği olan krizler yaşandığında, toplumun farklı kesimleri ortak bir şikâyeti dile getirecek gibi olduğunda söz konusu kültürel kırılmayı hatırlatmak iktidarın işine geliyor. Bir anda bir sanatçının söylediği bir laf sanki en önemli konuymuş gibi diğer tüm gündem maddelerinin önüne çıkarılıyor. Ne yazık ki toplum da her seferinde bu tuzağa düşüyor. Zaten “milli ve manevi değerler” gibi soyut bir kategoride uzun yıllardır teşvik edilen, amiyane tabirle pompalanan bir ideoloji, bu tür durumlarda hızla işe koşuluyor, görevini yerine getiriyor. Tek tek, takvim takvim açıklamaya da gerek yok aslında, okurlarımız çok kolay erişebilecekleri internet sayesinde örneğin ünlü bir sanatçının bir anda hedef gösterildiği bir tarihe bakıp, o günlerde ekonomik olarak neler yaşandığını karşılaştırabilirler. Hiç sekmiyor, kesinlikle bu tür yapay gündem yaratma çabaları toplumun görmesini istemediği bir gelişmeyle eşzamanlı oluyor.

Mahmut Çınar

KOLEKTİF DOĞASI RAHATSIZ EDİYOR

Pandemiden bu yana iktidarın hedefinde müzisyenler var. Bu baskı ve engellemeler son dönemde daha da arttı. Aynı zamanda bir müzisyen olarak iktidarın sanatın bu alanıyla bu kadar uğraşmasını neye bağlıyorsunuz?
Birçok nedene bağlıyorum tabii. Bir kere belirli bir siyasi görüşün DNA’sında sanata duyulan nefret var ne yazık ki, en azından müziğe. Bunun etkisi olduğunu düşünüyorum. Tabii ki zamanla, kültürel bir değişimle bu nefret bir ölçüde kırıldı ve sadece belirli marjinal grupların açıkça ifade edebildiği bir şey haline geldi. Yine de bunun etkilerinin tamamen ortadan kalktığını söylemek güç. Müziğin bir “eğlence” aracı olarak görülmesi gibi saçma sapan bir ön kabul var zaten, e eğlencenin de özellikle muhafazakâr çevreler için pek hoşa giden bir eylem olmadığı açık. Sonuçta gülmenin, kahkaha atmanın bile kötü görüldüğü bir anlayıştan söz ediyoruz… Müzik insanlık tarihinin en önemli kültür öğelerinden, inanın en güçlü ve etkili yaratımlarından biri. Bir ifade ve iletişim yolu ve tabii ki sadece eğlence aracı değil. Ancak bunu söylerken bazen bizler de eğlenmenin kötü bir şey olabileceği alt anlamını ifade ediyormuşuz gibi geliyor, bu da tuhaf. Eğlenmek güzeldir, insanın yaşam coşkusunu yansıtma, hayatta olduğunu idrak etme anlarındandır.

Diğer bir neden ise müziğin kolektif doğası. Müzik etkinliği, konser, festival, insanların bir araya geldiği ve ortak duygularda buluştuğu ortamlardır. Bu ortaklık bir yerden sonra ortak şikâyetlerin de dile getirildiği yerlere dönüşür. Hele sahnedeki sanatçının bu konuda bir duyarlılığı varsa o zaman o buluşma ister istemez siyasi, sosyolojik bir eleştiri, bir dertleşme yerine dönüşür. Bu da tabii ki iktidarların pek sevdiği bir durum değil. Burada bir başka yasaklama nedeni olarak sanatçıların giderek daha fazla konuşmasını da not düşmek gerekiyor sanırım.

Sanat Özgürlüğü İzleme Platformu olarak özgürlüğün sağlanması adına çalışmalar da yapıyorsunuz. Öncelikli olarak çözülmesi gerekenler neler? Örgütlülük neden sağlanamıyor?
Türkiye’de sanatçıların örgütlülüğüne dair çok önemli örnekler var aslında. Örneğin bugün çok örgütlü olamayan müzisyenlerin bile 1960’lı ve 70’li yılların politik ortamında örgütlenebildiğine dair çok önemli bir tarihimiz var, unutulmuş olsa da. Bu konuda yazdığım “Müzisyen örgütlenir örgütlenmesine ama nasıl?” başlıklı yazıyı konuyla ilgili okurlarımıza önerebilirim. Bu tarih unutulduğu için de örgütlenemiyoruz aslında. Çünkü geçmiş örnekler, bunun yapılabilirliğini gösteriyor ancak o örnekleri bilmemek bizi daha büyük bir umutsuzluğa sevk ediyor.

Müzik dünyası özelinde çalışma koşullarının, düzensiz ve özlük haklarından yoksun iş yapma biçimlerinin, örgütlenmenin önündeki en büyük engel olduğunu söyleyerek sorunuza özetle bir yanıt vermiş olayım. Yani sokak ağzıyla, “herkes ekmeğinin peşinde koşmak zorunda.” Sanatçının gündelikçi olduğu bir sistemde, bir işin bile kaçması birçok insanı ciddi biçimde etkiliyor. Hal böyle olunca kimse örgütlülük adı altında bile olsa “iş kaçırma” lüksüne sahip olmadığına inanıyor. Tabii hepsinden önce, özellikle 1980’li yıllarla birlikte gelen apolitizasyon sürecinin de etkisi var.

RAPOR HER SEFERİNDE UZUYOR

Raporları hazırlarken sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Çok genel bir şaşkınlık halindeyiz sürekli, alışamıyoruz, alışmak da istenmiyor aslında. Durumun ne kadar farkında olursak olalım, haberleri ne kadar takip edersek edelim… Örneğin bir hafta içinde yaşanan tüm yasaklama, soruşturma, hedef gösterme, gözaltına alma vs gibi olayları arka arkaya bir rapora eklediğimizde her seferinde hayretler içinde kalıyoruz. Bir de umudumuz her bir sonraki raporun kısalması iken ne yazık ki her rapor bir öncekinden uzun oluyor.