Sanki Her Şey Biraz Felaket de en büyük dramların peşi sıra göbek atılan bu Flash TV haletiruhiyesinden, bombalanan bir hastanenin görüntülerini kedi videosunun takip ettiği sosyal medya akışlarımızın yol açtığı yabancılaşma ve duyarsızlaşma halinden besleniyor.

“Sanki Her Şey(in) Biraz Felaket” olduğu senenin filmi

Ece Vitrinel - Doç. Dr.

Sanki Her Şey Biraz Felaket öyle bir film adı ki kelime oyunlarına başvurmadan, olduğu gibi yazdığınızda dahi kendine dair bir yazının başlığı olabiliyor. Sanki Her Şey Biraz Felaket dünya prömiyerini Rotterdam, Türkiye prömiyerini ise Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yaptıktan sonra 30. Altın Koza Film Festivali’nden “en iyi film”, “en iyi yönetmen”, “en iyi senaryo” ve SİYAD ödülleri ile dönerek dikkatleri üzerine çekti. Umut Subaşı’nın bu ilk uzun metrajı, Türkiye sinemasının “usta” kabul edilen iki yönetmeninin, Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’un uzun zamandır beklenen ve kariyerlerinin en çok izlenen filmleri ile vizyon gördüğü bir yılda aradan sıyrılarak 2023’ün en iyi yerli filmleri listelerine üst sıralardan girmeyi başardı.  

Subaşı’nın çıkış noktası belli ki küresel ve ulusal felaketler değil bireysel çıkışsızlıklar, yirmili yaşlarındaki gençlerin mikro sıkışmışlıklarıydı. Ama Sanki Her Şey Biraz Felaket tam da adının çağrıştırdığı gibi, 6 Şubat depremleri ile ülkenin üzerimize çöktüğü, seçim gündemiyle sarsıldığımız, ekonomik krizin boynumuzu büktüğü, sadece sosyal medya akışlarımızda yaşanıyormuş da gerçekte yokmuş gibi davrandığımız bir savaş ve kıyım gölgesinde sonlanan bir yılın filmi oldu. Üstelik sinemaya döndüğümüzde, kurmacaya sığınalım dediğimizde de yüzümüzün gülmediği, ülkenin en köklü film festivallerinden birinin skandal iptali, sansür krizleri, tutuklu sinemacılarla geçen bir yıldı 2023. Peki Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz bu yakıcı gündemden tamamen bağımsız bir söz düellosuyla filmlerinden çok daha fazla sayıda izleyici çekmişken, sinema salonlarında hiç gösterilmeden MUBI’ye gelen alçakgönüllü bir ilk uzun metraj nasıl oldu da –en azından yılsonu listelerini yapan çok sayıda sinema yazarının nezdinde– bu kadar ön plana çıkabildi? 

Bir jenerasyonun  

büyük çaresizliği 

Kısa film kısa filmdir, uzun metrajın budanmış hali ya da provası değil. Fakat bir kısa film festivalinin ön eleme jürisinde yer alıp her yıl yüzlerce kısa film izlemenin en güzel yanlarından biri bazı yönetmenlerin serüvenlerini en başından takip etme şansınızın olması. Her birini Sinepark Kısa Tür Filmi Festivali’nde ödül alan nefis kısaları ile keşfettiğim ve daha sonra festivallerde ilk uzun metrajlarını izleme fırsatına eriştiğim Ferit Karol, Tunç Şahin, Abdurrahman Öner, Serhat Karaaslan gibi, yönetmen Umut Subaşı ile de kısa filmi Sana İnanmıyorum ama Yerçekimi Var sayesinde tanıştım. 2018 tarihli bu filmde Subaşı aynı apartmanda yaşayan 18 kişi üzerinden bir Türkiye panoraması çiziyor, 10 hane arasında gezinirken tüm apartman halkını duygusal değil ancak fiziksel düzlemde bir araya getirebilen bir intihar vakasına, kara mizahı da elden bırakmayan bir tonda yaklaşmayı başarıyordu.  

Sanki Her Şey Biraz Felaket de en büyük dramların peşi sıra göbek atılan bu Flash TV haletiruhiyesinden, bombalanan bir hastanenin görüntülerini kedi videosunun takip ettiği sosyal medya akışlarımızın yol açtığı yabancılaşma ve duyarsızlaşma halinden besleniyor. Takip ettiğimiz karakter sayısı azalsa da bu film de Sana İnanmıyorum ama Yerçekimi Var gibi bir çoklu karakter sineması örneği. Farklı hayatları ve dertleri olan ama tek başlarına kaldıklarında hıçkıra hıçkıra ağlamakta ortaklaşan dört karakter taşraya değil İstanbul’a sıkışmış vaziyetteler. Üniversite öğrencisi Zeynep, yurtdışına gitmenin yollarını arayan ev arkadaşı Ayşe, sorunsuz görünen bir iş ve özel yaşama rağmen mutsuz Mehmet ve iş bulamayan ilkokul arkadaşı Ali; herkesin kendini tanımlamak zorunda olduğu bir çağda tutunacak bir kimlik, varoluşlarına bir gaye bulamamış, büyüyememiş, ne istediğini bile bilememekten mustarip bir biçimde yalnızlıkla örülü bir kapana kısılmış gibiler. Sessizleşmiş, anadilleri ile kendilerini ifade etmekten vazgeçmiş, yer yer iyi kötü konuştukları bir İngilizceye, yer yer ödünç alınmış şiirlere sığınmayı tercih etmişler. Yirmilerindeki bu dört yalnız gencin yolu tesadüfler, nesneler, yalanlar ve trajikomik durumlarla kesişse de filmin merkezinde çözülmesini beklediğimiz bir olay, sonunu merak ettiğimiz bir hikâyeden ziyade karakterlerin ruhlarına yayılmış, üzerlerine sinmiş bir çıkışsızlık hali var. Sanki Her Şey Biraz Felaket hem sinemamızda nadir görüldüğü biçimde kentli genç ve orta yaşlıların sorunlarına eğilmesi, hem de absürt sahneleri ile Kıvanç Sezer’in Küçük Şeyler’ini anımsatıyor.  

Kendisi de 1990 doğumlu yönetmen Subaşı’nın aktarmaya çalıştığı tanımlanması zor his, bu bitmeyen amaçsızlık ve yetersizlik durumu, karakterlerin tekrar eden ağlamaları gibi kimilerini güldürebilecek, bu nesle mensup olmayanlara burun kıvırtabilecek, “yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ardınızda, diliniz, eğitiminiz var, sizin derdiniz ne?” dedirtebilecek de bir hal. Annemin bana “Bizim zamanımızda depresyon yoktu, biz okulumuzu bitirir, işe girer, evlenirdik… Bu iş benim varoluşuma uygun mu, ben hayata plazada çalışmak için mi geldim, bu kişi benim ruhumu besliyor mu diye sorgulamazdık... Siz çok fazla düşünüyorsunuz” deyişini getiriyor aklıma. Ben de film karakterlerine göre yaşlanmış olacağım ki tekrarlanan buhran hali bana da tam olarak geçmiyor, filmin bağlantı noktaları benim için Subaşı’nın çok beğendiğim kısa filmindeki kadar iyi işlemiyor. Ama filmin bu yıl senaryo dalında verilen ödülü de aldığı Ayvalık Uluslararası Film Festivali’ndeki gösteriminin ardından yönetmene hıçkırıklar içinde böyle bir film yaptığı, oğlunun jenerasyonunu anlattığı ve onu anlamasını sağladığı için teşekkür eden izleyicinin sözleriyle ben de filmin meramını sanki daha iyi anlıyorum. Mutsuz olsalar da depresyona girmeyen, hayatlarının amacı değil “normal” bir akışı olan anne babalar tarafından yetiştirilmiş bir nesil şimdi soruyor: Ortada hiçbir sebep yokken bize özel muamelesi yaptınız, dünyayı bu hale getirip sonra da bizi ondan korumaya kalktınız, her koyun kendi bacağından asılır, herkes kendini kurtarır, olan sana olur dediniz, dayanışmayı, mücadeleyi öğretmediniz, sen kendi işine bak dediniz, siyasi bir bilinç vermediniz... Şimdi biz ağlıyorsak gülünecek halimize, sizin bunda hiç mi suçunuz yok?  

Vizyonun bu jenerasyonun kaygıları gibi es geçtiği Sanki Her Şey Biraz Felaket MUBI’de ve 11-25 Ocak arasında “Biz de Varız!” programı kapsamında İstanbul Modern Sinema’da görülebilir.