2014’te 51. Altın Portakal Film Festivali’nde yarışma seçkisine alınan Gezi Direnişi’ni konu alan Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek adlı belgeselin festival yönetimince çıkarılmasından 9 yıl sonra, 2023’te seçkiye alınmış Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü belgeseli 60’ıncısı iptal edilen festivalde aynı kaderi paylaşıyor.

Sansür ve festivallere etkileri

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni 

Türkiye’de sanata, sanatçıya karşı sürekli baskı ve yıldırma politikaları olmuş ve olmaya da devam ediyor. Ancak son yıllarda giderek devlet eliyle ya da farklı mecralar üzerinden normalleştirilen açık ya da gizli yeni sansür biçimleri ile karşı karşıyayız. Bu durum sanatçıların kendilerine otosansür uygulamasından başlıyor, sanatın özgürlüğüne doğrudan müdahaleye kadar uzanıyor. Bir yandan belediyeler eliyle, öte yandan sosyal medyada troller aracılığı ile, resmî kurumlardan özel sektöre uzanan çok katmanlı yeni sansür uygulamaları karşısında sanatçılar ve meslek örgütlerinin tutumu nedir ve ne yapılmalıdır?

Bu soru çok önemli. Çünkü giderek konserlerde müzisyenlerin kıyafetlerinden özel yaşamlarına, çekilen filmlerin içeriğinden yönetmenin siyasi duruşuna, edebiyat etkinliklerinden festivallere müdahale edilmeyen alan kalmadı ve en son sosyal demokrat bir partinin belediye başkanlığını yürüttüğü ve Türkiye’nin en uzun soluklu film festivali olan Altın Portakal’da yarışma seçkisine alınan bir belgeselin seçkiden çıkarılmasına kadar süreç büyüdü. Bugün geldiğimiz noktada televizyon programlarından festival etkinliklerine, konserlerden üniversite şenliklerine kadar müdahale edilmedik alan kalmadı ve bu alanlar sanatçıların varlık alanlarıdır ve korunması elzemdir. 

Prof. Dr. Ali Karadoğan ve Prof. Dr. S. Ruken Öztürk Türkiye’de sinemada sansürün tarihini 1932-1988 yılları arasındaki Sansür Karar Defterleri’ni inceleyerek, iki yıl süren yoğun arşiv çalışmaları sonucunda Türkiye’de sinemanın ilk yıllarından itibaren sansürün resmî olarak nasıl yürütüldüğü, hangi filmlerin hangi gerekçelerle yasaklandığı ya da koşullu olarak gösterimlerine izin verildiğini ortaya koydular. Bu çalışma 2022 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üç ciltlik kitap olarak basıldı. Ortaya çıkan sansür dosyasına bakıldığında her dönem sansürün gerekçeleri değişmiyor ancak siyasal koşullara göre gerekçelerin önceliği değişebiliyor ve bu gerekçelerde insanların neyi seyredip neyi seyretmeyeceklerine karar veriliyor. Yasaklanan filmlerin birçoğu ise dünyada birçok prestijli festivallerde ödüller almış, Türkiye’de ise yasaklanmış ya da Danıştay kararıyla sonradan gösterime girebilmiş. Ne var ki bugün baktığımızda bir yandan yıllarca siyasal erkin sinemacılar üzerinde uyguladığı baskı ve yasaklar, arşivlenmiş dosyalar yine devlet eliyle açığa çıkarılıyor, kitaplaştırılıyor, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün web sayfasında erişime açılıyor, öte yandan Sinema Destekleme Kurulu, festivaller üzerinde kurdukları kontrol ve baskılarla filmlerin yasaklanması ya da sinema filmlerinin desteklenmesinin önüne geçmeye devam ediyor. 

Çetin Yetkin Siyasal İktidar Sanata Karşı adlı, Bilgi Yayınevi tarafından 1970 yılında basılan kitabında siyasal iktidarların Türkiye’nin sanat tarihinde Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Şükran Kurdakul, Fethi Naci, Fakir Baykurt, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Aşık İhsanî gibi şair ve yazarların, Nuri İyem, İbrahim Balaban gibi ressamların, tiyatroda Halk Oyuncularından sinemada Duygu Sağıroğlu (Bitmeyen Yol), Metin Erksan (Yılanların Öcü), Alp Zeki Heper (Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri), Artun Yeres (Çirkin Ares) gibi yönetmenlerin ve Turan Selçuk, Ferruh Doğan, Tahir Burak , Ali Ulvi gibi çizerlerin baskıcı yönetimlerce gözaltına alınmaları, cezaevlerine atılmaları, baskı ve işkenceye tabi olmalarını, eserlerinin yasaklanmasını ve yasaklanma gerekçeleri ile aslında sanatçıların yaşadıkları zorlukları belgeleriyle ortaya koyuyor. Bugün bu sanatçılar eserleriyle hâlâ yaşıyorken, onlara baskı ve zulüm uygulayan iktidarda gücü elinde tutanlar ve onlar adına bilirkişi raporları yazan, güce hizmet eden, sanata, sanatçıya düşman olanlar ise arşivlerin tozlu yaprakları arasındalar ve insanlığa, ülkeye verdikleri yıkıcı etkilerle anılmanın ötesine asla geçemiyorlar. Sonuç, Türkiye’de sinema ve sansür konusu birçok makaleye, lisansüstü tezlere, kitaplara, görsel ve işitsel medyaya konu oldu ve olmaya devam edecek gibi görünüyor. 

Film festivalleri, büyük dağıtım şirketlerinin dolaşım ağı dışında kalan filmlerin gösterildiği, sinemaseverler ve sinemacıların bir araya geldiği önemli kültürel etkileşim alanlarıdır. Ayrıca film dağıtımı, gösterimi, kültür politikası olarak hem kamu hem de endüstri boyutuyla olduğu gibi, ulusal ve uluslararası düzeyde medya endüstrileri üzerine genişleyen bir alandır ve Bill Nichols’un da vurguladığı gibi bizleri farklı kültürlerle karşı karşıya getirmekle kalmayıp, aynı zamanda, yeni filmler izleme, yeni sinemacıları tanıma, uluslararası sinemada çok da ilgi görmeyen, tanınmayan ulusların filmlerinin görünür kılınmasında önem taşır. 

Türkiye’nin en eski ve en uzun soluklu Antalya Altın Portakal Film Festivali ulusal sinemanın inşasında çok önemli bir yere sahip. Ancak her dönem değişen yöneticiler siyasi nedenlerle festivalin yapısında köklü değişikliklere gitmekte ve jürilerin kararlarına müdahale etmektedirler. 2014 yılında, 51. Altın Portakal Film Festivali’nde ön jürinin yarışma seçkisine aldığı Gezi Direnişi’ni konu alan Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek adlı belgeselin festival yönetimi tarafından listeden çıkarılması sonucu, jüri üyelerinin istifa etmelerinin ardından 9 yıl sonra, yine 2023 yılında ön jüri tarafından belgesel dalında yarışma seçkisine alınmış olan Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü belgeseli bu yıl altmışıncısı iptal edilen festivalde aynı kaderi paylaşıyor. Yasaklama nedenleri ne olursa olsun ön jüri değerlendirmesi ile seçkiye alınan filmlerin (ki Altın Portakal Film Festivali yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu’nun filmin ”yargı süreci bitene kadar festivalden çıkarıldığına” ilişkin beyanı ve gerekçeleri oldukça sorunludur ve kraldan çok kralcı olmanın da güzel bir örneğidir) yarışmadan çıkarılması aslında Demokles’in kılıcı gibi sinemacıların üzerinde sürekli dolaşan baskı ve tehditlerin her hükümetle birlikte devam ettiği ve sinemacıların sansürün her biçimiyle karşıya karşıya geleceklerinin de göstergesi. Peki, bu koşullarda ne yapmalı? Her şeye karşın bazı sanatçılar içinde yaşadıkları toplum ve dünyanın sorunlarına duyarlı karşı duruş sergilemeye devam edecek bazıları ise bu koşullardan istifade ederek “gemisini bu koşullarda yürüten kaptandır” anlayışı ile uylaşımcı bir tavır sergileyecek. Bu duruşlar ise bu süreci onuruyla yaşayanlar ya da kısa süreli başarılar, kazançlar için kendilerini yok edenler olarak sinema tarihinde yerlerini alacaktır. 

Altın Portakal Film Festivali yönetiminin 2014 ve 2023 yıllarında iki farklı temada belgesel filmlerin yarışma seçkisinden çıkarılmasına ilişkin almış oldukları sorunlu kararlara jürilerin verdiği ortak tepki çok önemli. Özellikle 60. Altın Portakal Film Festivali jürilerinin ortak açıklaması ve ardından sinema sektöründe yer alan farklı dernek ve sendikaların jürinin almış olduğu bu kararı desteklediklerini ilan ederken, en son uzun metrajda iki ve belgeselde bir yönetmen hariç, uzun, kısa ve belgesel dallarında filmleri seçkide yer alan yönetmenler ortak bir açıklama metni ile filmlerini çektiklerini açıkladılar ve dayanışma yaşatır anlayışı ile özgür sanatın önüne çeşitli bahanenelerle set çekenlere karşı birlik oldular. Ancak festival yönetimi ve Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Kanun Hükmü belgeselini yeniden seçkiye aldıkları yönündeki ikinci açıklamalarının ardından, festival jürisinin görevlerine dönmelerinin akabinde, Ahmet Boyacıoğlu’nun hem sinema sektörünü hem Kanun Hükmü belgesel ekibini eleştiren ve festival ekibine soruşturma açıldığı ve can güvenliğinin tehdit altında olduğu gerekçesiyle filmi yeniden seçkiden çıkardığını belirten açıklaması ve nihayetinde 29 Eylül, Cuma günü Antalya Büyük Şehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in festival yönetmeni ve ekibini krizi iyi yönetemedikleri gerekçesi ile görevden alarak, festivali iptal ettiğini söylemesi uzun soluklu kültürel bir etkinliği sansüre kurban etmiştir. Sonuç olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Sponsorların festivalden desteğini çekmesi, Kanun Hükmü filmine yönelik filmi izlemeden yapılan suçlamalara Adalet Bakanlığı’ndan da destek gelmesi, festival yönetiminin sürekli karar değişikliğine gitmesi, Belediye Başkanı’nın uzun süreli suskunluğu festivalin iptali ile sonuçlandı. Son yıllarda sistematik bir şekilde sanatın alanının daraltıldığı, kontrol altına alındığı, cemaat ve Diyanet fetvalarıyla yaşam biçimlerine müdahalenin normalleştirildiği, sanatın ve festivallerin nasıl olması gerektiğine karar veren bir yapılanmanın hızla güçlendirildiği bir dönemde Türkiye’nin en köklü festivalinin tüm baskılara karşın yapılmaması kolaya kaçmaktır. Her ne olursa olsun umutsuzluğa kapılmadan sinema alanındaki tüm örgütlerin güç birliği içinde mücadele ederek varlık alanları festivalleri, kültürel alanları daha fazla güçlendirmeleri şarttır, çünkü tek başına kurtuluş mümkün değildir.