Sansürün yeni yüzü: RTÜK’ün fragman fobisi

Sadık ÇELİK*

İnsanlar artık geleneksel medya kanallarından ziyade, dijital platformlar aracılığıyla bilgi ediniyor, eğleniyor ve sosyalleşiyor.

Bir toplumda kabul edilebilir davranış biçimlerinin ve değerlerin ne olduğuna dair algılar, dijital platformlarda sunulan içeriklerle büyük oranda şekillendirilebiliyor. Bu anlamda medyanın ve özelikle de günümüzde dijitalin gücü fevkalade.

RTÜK’ün henüz yayınlanmaya bile başlamadan, hatta yayınlanıp yayınlanmayacağı bile belli olmadan, sadece ortalıkta gezinen kısa bir fragmana bakarak "Aşk Adası” adlı yapıma müdahalesi, bu tür içeriklerin toplumsal değerler ve normlar açısından potansiyel etkilerine dair bir “endişeye” dayanıyor.

Ancak, söz konusu müdahale biçimi, toplumun bu değer ve normları müzakere etme hakkına ve sürecine ket vurmak anlamına geliyor.

“Sansür” kavramı, günümüzde RTÜK'ün “önceden tedbir” formatında yaptığı müdahalelerle yeniden can buluyor…

Unutmayalım ki RTÜK’ün sansür konusundaki sicili oldukça kabarık…

"Kızıl Goncalar" dizisine iki kez getirilen yayın durdurma kararı ve para cezası, yine yurt dışına en çok satılan diziler arasında yer alan Yasak Elma’ya verilen yayın durdurma kararı ve daha niceleri, bu konuya dair çarpıcı örnekler arasında yer alıyor.

Ayrıca RTÜK'ün son beyanatına göre, mevzuattaki güncellemelerin tamamlanmasının ardından, başta YouTube olmak üzere sosyal medya platformları da RTÜK'ün denetim sürecine dâhil edilecek…

Dijital platformların sunduğu içeriklerin toplumsal değerlerle uyumlu olması, elbette önemli bir mesele; ancak bu uyumun, toplumun kendi iç dinamikleri aracılığıyla, açık bir diyalog ve eleştirel düşünme süreciyle sağlanması gerekiyor.

RTÜK gibi kurumların rolü, bu süreci desteklemek ve rehberlik etmek olmalı. Yapılması gereken; içeriğin önceden sansürlenmesi yerine, toplumun kendi değer yargılarını geliştirebilmesi için gerekli ortamın sağlanmasıdır. Bu, hem bireysel özgürlüklerin korunması hem de toplumsal değerlerin sağlıklı bir şekilde evrimleşmesi için elzemdir.

Hâlbuki bizim ülkemizde, RTÜK benzeri sansür ve kontrol mekanizmaları, toplumun dinamik yapısını dondurmaya çalışıyor.

RTÜK'ün, toplumsal ve kültürel değerlerimiz adına yaptığını iddia ettiği eylemler, aslında son derece subjektif ve tartışmaya açık…

Ayrıca bu olay ister istemez, "Dijital platformlarda neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağına kim karar veriyor?" sorusunu da akıllara getiriyor.

Günümüzde Türk dizileri, kültürel ihracatımızın en parlak yıldızları arasında yer alıyor. Güney Amerika'dan Uzak Doğu'ya, Doğu Avrupa'dan İtalya, Portekiz, İspanya ve Fransa'ya kadar geniş bir coğrafyada seviliyor ve izleniyorlar.

Türk dizilerinin yurt dışına bu seviyede satılıyor oluşu (ki yırt dışı satış rakamları bugün 1 milyar doları geçmiş durumda) bugün dizi ve film endüstrisinin ayakta kalmasını sağlayan en büyük etkenlerden bir tanesidir.

(Ayrıca radyo ve televizyon kanallarının, elde ettikleri reklam gelirinin yüzde 1.5’ini “RTÜK payı” olarak ödediğini de bu noktada hatırlatmak gerekir.)

Ancak bu başarı hikâyesinin gerçek anlamda bir parçası olmak için, dijital platformlarımızın da dünya çapında rekabet edebilir olması gerekiyor.

Söz konusu platformlar için üretilen içeriklere yönelik müdahaleci tutum, Türkiye'nin dijital platformlarda küresel bir oyuncu olma yolunda karşılaştığı en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

İyi bir dengeleme gerektiriyor tüm bu süreç. Zira sansür ve kontrol mekanizmalarının yanlış kullanımı, yaratıcılık ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskıyı artırıyor. Daha da önemlisi; kültürel ve ekonomik anlamda devasa bir sektörün geleceğini tehdit ediyor.

"Dijital platform bu, istemeyen abone olmasın" mantığıyla hareket edilmesi gerekirken, ortaya çıkan aşırı korumacı tutum, Amerikan platformları Türkiye'de rahatça faaliyet gösterirken(!), yerli platformların kısıtlanması anlamına geliyor.

Konu, “Aşk Adası” benzeri programlar özelinde değil, genel olarak dijital platform içerikleri üzerinden değerlendirilmeli. RTÜK'ün bu tavrı, genel olarak dijital platformlardaki yaratıcı içeriklere zarar veriyor.

Şimdi, yanlış anlaşılmasın; "Aşk Adası"nın kültürel bir başyapıt olabileceğini söylemiyoruz elbette. Yahut da genel olarak yapımlarda cinsellik ve şiddetin artırılmasını bir nevi “sanatsal yenilik” olarak da savunmuyoruz.

Ancak, herhangi bir yapıtı eleştirebilmenin en temel şartı, o eserin öncelikle var olması, izleyiciyle buluşmuş olması değil midir?!

Henüz dünyaya merhaba dememiş bir programı hedef tahtasına oturtarak zaten herhangi bir eleştiri yapma şansını kendimizden ve herkesten almış oluyoruz.

Daha da ironik olanı, RTÜK'ün bu ön yargılarıyla, aslında ne kadar da "ileri görüşlü" bir tutum sergilediğini düşünmesidir…

Yapımın içeriği hakkında saatlerce tartışabilir, onu her yönüyle eleştirebiliriz; fakat bunu yapabilmek için öncelikle o yapımın yayınlanmasına, gün yüzüne çıkmasına izin vermek gerekir.

Sonra oturup, çay eşliğinde, eleştirilerimizi en zarif ya da en keskin tonlarda yapabiliriz.

Eleştiri yapma hakkımızı, fragman aşamasında heba etmeyelim…

Sonuç itibarıyla, sanat ve yaratıcılığın sınırlarını belirleme yetkisi, sansürün soğuk ellerine değil, toplumun renkli ve çeşitli dokusuna bırakılmalıdır.

*sadikcelik.gorus@gmail.com