Hoşgörü, eleştiriye açık olma, uzlaşma, farklı düşüncelere hiç olmazsa tahammül gösterme…
Bütün bunların, yaklaşık yüz yıllık cumhuriyetin değerler sisteminde elle tutulur bir yer bulamamış olması, bugünün ilkesiz, kalibresiz, özgürleşme ruhundan yoksun, hotzotçu siyasî figürlerini yarattı.
1925’te, Şeyh Sait davasının görüldüğü Takrir-i Sükûn devrinde ilk kapatılan dergilerden biri, mizah dergisi Kahkaha’ydı…
Geçenlerde ileri demokrasinin kahramanlarından biri çıkıp kadınların kahkaha atmasını garipsediğini söyleyince bu dergi aklıma gelmişti.
Siyasî akrabalık denen şey, böyle bir şey olsa gerek…
Diye düşünmüştüm…

• • •

Fakat en zor koşullarda bile ayakta kalan şey mizah oldu…
İktidara hiç gelmedi ama iktidarı hep rahatsız etti…
1925’te Şark İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan Ahmet Emin Yalman, birlikte yargılandığı gazetecilere en ağır gelen şeyin mahkeme başkanı Mazhar Müfit’in uydurma çapkınlık öykülerini dinleme mecburiyeti olduğunu söylediğinde, o başkanın da, o mahkemenin de karizması çoktan çizilmişti…
İsmet İnönü, aynı davanın savcı vekili Avni Doğan’a her gün şifreli mesajlar yolluyordu… Yargılanan gazetecilerin hükümete karşı olduklarını, haklarında ceza tatbik edilirse dava savcısı olarak kendisinin itibar kazanacağını söylüyordu…
Bu yönlendirmeyi bir yerlerden hatırlayacağız…
Ama nereden?
Sonuçta, geriye o çizilen karizma kaldı… Bir de bugünün, başından beri bir karizmaya, bir hikmete sahip olmayan zorbaları ve emir kulları…
Siyasî akrabalık denen şey, gerçekten böyle bir şey olsa gerek…

• • •

Belki her şey, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde şunları dediği gün bitmişti:
“Böyle bir mahkemede mahkûm olmayı, böyle bir mahkemenin hâkimi olmaya yeğlerim.’
Ya da her şey o gün başlamıştı…
Çatal dil, ironi, hiçbir zekâ pırıltısı taşımayan emir kulu devlet memurlarının karşısında heybet göstermişti…
Bugünün izan yoksullarına hayatın her alanında dişlerini gösteren özgürlükçülerin, Gezicilerin heybeti gibi…
Hüseyin Cahit, bu davada Çorum’da nefy-i ebedî cezasına çarptırıldı…
Yani ölene kadar sürgüne…
Acımasızların, hoş görüsüzlerin, çomak sokulacak çıkarı olanların siyasî akrabalığı işte böyle bir şey…

• • •

Bu sirk gösterisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmak, Cumhuriyet’in ilk çok partili deneyimine bir son vermek içindi…
Eleştiriyi, karşısındakini dinlemeyi, farklı düşünceleri, farklı yaşam biçimlerini sindirmek içindi…
Komünistlerin, solcuların, efkâr-ı iştirakiyunun hakkından zaten gelinmişti…
Sıra, onların defteri dürülürken susan, umursuz Terakkiperverlerdeydi…
Hükümet erkânından Ali Fuat Cebesoy, 29 Ekim 1925’te Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, gaza gelmiş, şöyle yazıyordu:
“Yakın bir mazide büyük bir buhran geçiren İtalya’nın, bugün takip ettiği idarî prensiplerine değil, ekseriya yeni vaziyetlerin icabatına uymayan malûm ve muayyen ve müdevven prensiplere kalsaydı, müthiş bir anarşi içinde boğulacağını en müfrit nazariyatçılar bile kabul ediyorlar…”
Mealen, İtalya Musolini’nin faşist ilkelerine değil de, özgür bir meclisin yasama ilkelerine, yani müdevvenata bağlanmış olaydı, kaosa sürüklenirdi diyordu…
Bunu da bir yerlerden hatırlayacağız…
Ne demişti bir bakan?
“Sen kanunsuz olarak tutukla, biz kanunu yetiştiririz…”
Velhasıl bu sirk gösterisi bugün de devam ediyor…
Akrabalık böyle bir şey…

• • •

Türkiye’de Atatürk’ün her yaptığının doğru ve tartışılmaz olduğuna inanan geniş bir kesim var ki, Atatürk’ün doğrularını bile yanlışlamak için çabalıyorlar…
Ama bundan da önemlisi, bu inancı on yıllarca örgütleyen, eksildiğinde baskıyla, otoriteyle yeşerteceğini sanan bir devlet var…
Şimdi o devlet pes ediyor…
El değiştiriyor…
Yoktan yaratılmış hırsızlar, yerlerini yoktan yaratılmış başka hırsızlara bırakıyor…
Yeni gelenlerin eskilerden pek bir farkı yok…
Onlar da her yaptıklarının doğru olduğuna inanmamızı bekliyorlar…
Eskiler, “Şapka takacaksın,” diyordu…
Bunlar, “şapka takmayacaksın, mini etek giymeyeceksin, içki zinhar,” diyor…
Eskiler, “o alfabeyi öğrenmeyeceksin,” diyordu…
Bunlar, “sıka sıka öğreneceksin,” diyor…
Eskiler hiç olmazsa diplomasi biliyorlardı…
Bunlar onu da bilmiyor…

• • •

Akrabalarınızı seçemezsiniz…
Meşrutiyetin dört sadrazamı, Hüseyin Hilmi, Sait, Kamil ve Tevfik Paşalar, Abdülhamit’in nazırları ve başnazırlarıydı…
Halk Fırkası, İttihat ve Terakki’den devşirildi…
Demokrat Parti, Halk Partisi’nden…
Özal dediğiniz tombul adam, 12 Eylül faşizminden devşirildi…
Erdoğan dediğiniz, baskıcı, özgürlüklere tahammülü olmayan cumhuriyetin böğründen…
Siyasî akrabalık böyle bir şey…