Sorunun cevabı ‘başka Türkiye’den ne anladığınıza bağlı kuşkusuz ama ben kendi cevabımı kestirmeden vereyim: Hiç sanmam....

Sorunun cevabı ‘başka Türkiye’den ne anladığınıza bağlı kuşkusuz ama ben kendi cevabımı kestirmeden vereyim: Hiç sanmam.
Lütfen bu cevabı ‘başka bir Türkiye mümkün değil’ gibi anlamayın. Başka bir Türkiye tabii ki mümkündür. Fakat seçimlerin bizi anladığımız anlamda başka bir Türkiye’ye yaklaştıracağına dair hiçbir somut veri yok ortada. Ankara’da Melih Gökçek’in yıkılmasının, ya da İstanbul’da AKP’nin oy oranının azalmasının Türkiye adına olumlu işaretler olacağını ben de kabul ederim. Bu türden gelişmelerin toplumsal muhalefeti cesaretlendireceği, haklı bir iyimserlik gerekçesi olacakları âşikar. Fakat kabul edelim ki bunların hiçbiri çeyrek asırdır içine kapatıldığımız cendereyi parçalayabilecek kapsam ve derinlikte sonuçlar doğuramaz. Buradan karamsarlık yaymayı hiç kimse gibi ben de istemem. Fakat, Türkiye’nin kaderi seçimlerle tayin edilmiyor.
Geriye dönüp bakalım: Türkiye’deki hâkim ekonomi politikası seçimlerle mi oluştu? Tam aksine! AKP 2002’deki seçim başarısını bir bakıma da Kemal Derviş imzalı bu politikalara dönük toplumsal tepkiye borçluydu. Oysa hiç böyle bir tepki yokmuş gibi aynı çizgide devam etti. Başka ekonomik ve sosyal faktörlerin de yardımıyla bu politikayı bugüne kadar da devam ettirdi.
Kürt meselesine bakarsanız, yine aynı tabloyu görürsünüz. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilmesi, ardından ABD’nin Irak’ı işgali ve güneyde Kürt Federe Devleti’inin oluşumu da seçimlerle olan işler değildi. Keza Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesine karşı geliştirilen kirli savaş konsepti de,  Kuzey Irak’a sürekli operasyon konsepti de seçimlerle kararlaştırılmadılar. Diğer yandan Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin Kürt Halkı nezdinde kazandığı itibar da seçimler sayesinde değil, yürütülen gerilla mücadelesi sayesinde olmuştu. HEP’le başlayıp DTP’ye kadar gelen çizgi bu bu itibarın yasal bir çehre kazanmasından başka bir şey değildi.
Laiklik meselesinde içinde bulunduğumuz durum da seçimlerle kararlaştırılmamıştı. Ilımlı İslam, Türk sermayesi ve Türk Devleti’nin 12 Eylül’den bu yana işçi sınıfını politik olarak, Kürt halkını ise politik ve askeri olarak silahsızlandırma politikalarının ulaştığı sosyal menzilden başka bir şey değil. Yıllar boyu gözaltına alınan, tutuklanan devrimcilerin önüne işkencehanelerde sadece Atatürk’ün gençliğe hitabesi değil, mızraklı ilmihaller de konuldu. Kürt köylerine yıllar boyu ‘Allahın ipine sarılın, zaten biz din kardeşiyiz’ mealli bildiriler TSK’nin helikopterleriyle ulaştırıldı.
Herkesin bütün bunların farkında olduğunu ben de biliyorum. Herkes, hepimiz bütün bunların farkındayız ama zihnimizin bir köşesinde belki kendimize de itiraf etmediğimiz başka beklentilerimiz de var. Acaba ile başlayan umutlar, o olmadı en azından acaba ile başlayan tahminler: “AKP şöyle oy alsa, CHP böyle oy alsa acaba … olur mu?”, “DTP şöyle oy alsa, AKP böyle oy alsa acaba … olur mu?” vb.
Sanırım bütün bu ‘acaba’lı soruların cevabı kocaman bir hayır olmak zorunda. Evet, seçimler de sınıf mücadelesinin bir evresidir. Evet, sınıf mücadelesi sadece politika düzeyinde sürüp gitmez. Politikleşmiş bir sınıf hareketinin, politikleşmiş bir halk hareketinin olmadığı koşullarda da sürer. Sürmesine sürer de, fakat seçimler son derece politik konjonktürlerdir. Bu konjonktürden girdisi olmayan bir çıktı beklemek fazla iyimserlik olmaz mı?
İtirazları duyar gibiyim: Ama yıllardır pek çok sektörde sendikal mücadeleler yürütülüyor, pek çok alanda hak mücadeleleri veriliyor, ciddi bir mücadele birikimi var. İşte KESK, DİSK, Türk-İş içindeki mücadeleci unsurlar, işte mahallelerdeki mücadeleler, işte TTB, işte TMMOB. Hepsine tamam da tamam olmayan nokta şu: Bahse konu toplumsal muhalefet hareketleri ya da örgütlerinin tamamı ekonomik-sendikal mücadele içine sıkışmış durumdalar. Temenni o ki, bu ekonomik-sendikal mücadeleler politik sonuçlar doğursun.
Sosyalizmin kadim iç tartışmasına atıfta bulunmak pahasına seçimlerin ertesinde başka bir Türkiye bulmayı uman zihnimizin o gizli saklı köşesine itiraz ediyorum:
-Ekonomik-sendikal mücadelelerden otomatik olarak politikaya giden bir yol yok.
-Evet, ekonomik-sendikal mücadeleler de politik sonuçlar doğurabilir ama bu sonuçlar düzen güçleri tarafından istismara ya da iradeye son derece açık sonuçlardır.
Yani demem o ki, ister sınıf hareketi deyin, ister halk hareketi. Bu hareketlerin ekonomik-sendikal mücadeleleri ne denli büyük, ne denli kitlesel olursa olsun, kendileri namına iktidar talep etmiyorlarsa seçimler gibi politik bir konjonktürde esamileri okunamıyor.
Çeyrek asırlık sorunumuz aynen bu gün de önümüzde duruyor: Politikleşmiş bir sınıf hareketimiz yok, politikleşmiş bir halk hareketimiz yok. Hal böyle olunca Melih Gökçek yıkılsa da, AKP İstanbul’u kaybetse de seçimlerden politik olarak sosyalizmin hanesine yazılabilecek bir sonuç umamayız. Umuyorsak da sadece fazla iyimser değiliz, politika kavrayışımız da fazlaca ekonomik-sendikal mücadeleyle sınırlı demektir. (Sosyalist adayların ciddi yüksek oylar alması ya da DTP’nin bölgesinde iyi bir oy oranı tutturarak mevcut mevzilerini koruduğunu göstermesini ayrı bir kenara koyuyorum.)
Seçimlerin bir şeyi değiştirmesi mümkün olsaydı çoktan yasaklanırdı falan demeyeceğim  önümüzdeki mevcut seçimlerle bağlantılı, orijinal bir yol, orijinal bir seçenek olmadığını söyleyeceğim.
Ta ki yaşamımızı sürdürmek için kendimizi sömürtmek zorunda olmadığımız gerçeği en azından sömürülenler tarafından görünür hale gelene kadar iğneyle kuyu kazmaya devam. Ama Gökçek’li ama Karayalçın’lı bir Ankara’da, ama Topbaş’lı ama Kılıçdaroğlu’lu bir İstanbul’da.