Seçimlere doğru: Halk kendi seçeneğini arıyor

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Ülkenin kaderini tayin eden Mayıs seçimlerinin ardından 31 Mart’ta yerel seçimlere gidiliyor. Her tür hile ve manipülasyona başvurularak; devletin tüm imkânları seferber edilerek gerçekleşen bir seçimde, muhalefetin de büyük hatalarının sonucu ülkenin yakın geleceği bu gerici iktidarın eline kaldı.

Emperyalist güç merkezlerinin de destekleri altında ülke artık parlamentonun ortadan kaldırıldığı bir tabloda seçimlerin de türlü hilelerle tayin edildiği bir ülke haline geldi. 31 Mart seçimleri açık ki ülkenin bu durumunu değiştirecek bir niteliğe sahip değil. Bu seçimlerde AKP için büyükşehirleri geri kazanma iddiası ön planda olurken, muhalefet de ağırlıkla kendi iktidarlarını korumaya yönelmiş durumda. 31 Mart seçimleri asıl olarak bir muhalefet krizinin ve kitlelerin muhalefet arayışlarının bir ifadesi olarak öne çıkıyor.

Türkiye AKP iktidarı döneminde bir seçimler ve referandumlar ülkesine dönüştü. Daha önemlisi seçimlerin adeta sonucu önceden kurgulanmış; iktidarı ve muhalefetiyle oynanan bir oyuna dönüştürülmüş olması. Her tür hile ve manipülasyonun hayata geçirildiği, muhalefetin ise hiçbir türlü yeterli tedbiri alamadığı bu tablo sandığa ve seçimlerden uzaklaşmaya neden oluyor. Bütün dünyada da artık demokratik bir seçimlerden söz etmek pek de mümkün değil. Böyle bir ortamda seçimler artık bir çıkış kapısı olarak görülmüyor. 31 Mart öncesinde seçimlere ilişkin bir kitle hareketinden ve motivasyondan söz edilememesi de bunun bir göstergesi.

II

Böyle bir kaçışın en önemli nedeni kuşkusuz ki düzen muhalefeti. Mayıs seçimleri kişisel ihtiraslar etrafında örülü bir sürecin sonunda; kiminin bakan, kiminin parlamenter olma heveslerinin yarattığı iç iktidar oyunlarıyla kaybedildi. Yerel seçimler bu burjuva siyaset sefaletinin adeta bir dip noktasına dönüştü. Parti içi kavgalar etrafındaki güç savaşlarıyla belirlenen adaylıklar, biraz ünlülerle ya da başka parti transferleriyle yapılan oy avcılıkları… Bu burjuva siyasetinin tipik çürümüşlüğüne soldan da eklenenler… Kişiler hatta onların isimleri üzerinden üretilen reklam kampanyaları; birbirinin benzeri videolarla pop-star yaratma çabaları eşliğindeki bir seçimde toplumsal sorunlara ve toplumun taleplerine bir zerre yer yok. Böyle bir siyaset ortamında toplumun videoların büyüsüne kapılması dışında bir şey beklenmiyor.  

Mayıs seçimleri sonrasında hızlanan, yerel seçimlerde de belirginleşen en önemli noktalardan birisi tam da burada kitlelerin düzen muhalefetinden kaçışıdır. Bir anlamda Türkiye’de bir muhalefet krizi karşısında ülkenin büyük ilerici direniş dinamikleri kendi muhalefetlerini arıyor. Bunu sandık sonuçları üzerinden tam olarak görebilmek belki mümkün olmayacak zira, alternatifin olmadığı koşullarda oylar bir tercih olmaktan öte, mevcut rejime bir protesto niteliğinde kullanılmaya devam ediyor. Düzen muhalefetinin kimi kazanımları olacaksa bu da onların başarısından ve “karizmalarından” çok bu protesto oylarının eseri olacak. Bunun ötesinde somut alternatiflerin ortaya çıktığı her noktada toplumun buraya yoğunlaşan ilgisi de parlamento muhalefetinin dışındaki seçenek arayışlarının en somut göstergesi.

III 

Ülkenin yakın geleceğini şekillendirecek asıl gelişmeler ise seçimlerin sonrasında yaşanmaya başlanacak. CHP başta, parlamento muhalefetinin seçim sonrasında bugünkü krizleri yaşamaya devam edeceği görülüyor. Sadece Başkan’ın ya da kimi aktörlerin değiştiği CHP için kimi sol yönelimlerden de söz edilse de bunun emarelerini dahi görmek hiç mümkün değil. Öte yandan DEM’in seçim sürecinde iktidara ilişkin verdiği mesajlarla bir üçüncü yol siyaseti olarak ortaya koyduğu çizginin nereye evrileceği de bir başka tartışma konusu. Bütün bunlar önümüzdeki dönem siyasetinin ana boşluğunun muhalefet alanında yaşanacağını ortaya koyuyor.  

Diğer taraftan böyle bir boşluğun burjuva siyaset tarzıyla, medyanın yalancı rüzgârlarına dayanarak doldurulamayacağı da görülüyor. Asıl olarak kitlelerin muhalefet arayışına yanıt verebilmek, toplumsal sorunlar etrafında gelişecek mücadelelere bağlı olacaktır. Bugüne kadar olduğu üzere artık hiçbir işlevi kalmamış parlamentoda edilecek birkaç lafla ya da birkaç muhalif medya kanallarındaki konuşmalarla bu faşist rejime karşı durulamayacağını artık herkes görüyor. 

Seçimlerin ardından iktidar, ABD-NATO hattında dış politika koordinatlarını yeniden belirlerken, emperyalist güçlerin desteğini artırmaya yönelecek. Bunun ülke açısından en önemli sonucu ise IMF patentli ekonomi programının radikal bir biçimde uygulanmasının sonucu olarak yaşanan sefalet ve yoksulluğun derinleştirilmesi olacak. Türkiye bu yeni Ortadoğu politikası doğrultusunda da göçmen deposu olarak kullanılmaya devam ederken, aynı zamanda Amerika’nın yeni konseptinin yaratacağı yeni risklerle yüz yüze kalmaya devam edecek.

IV

Bu koşullar içinde artık gerici güçlerin ve emperyalizmin desteğiyle ayakta kalabilen siyasal İslamcı rejim için, ne yaparsa yapsın ayakta durmasının giderek daha da zorlaşacağı bir dönem olacaktır. Anayasa başta olmak üzere yeni bir konsept oluşturma çabaları da başka gündemlerin yanı sıra, asıl olarak bu güçsüzlükten çıkış arayışının bir ifadesi olarak görülmelidir. Bu rejim için şimdiye kadar olduğu gibi, bugün de en büyük şansının düzen muhalefeti olması süregeliyor. Ancak asıl önemli olan tam da bu rejime karşı yirmi yılı aşkın zamandır kesintisiz ve boyun eğmeden mücadele eden insanların, şimdi mahkûm edildikleri sefalet ve yoksulluktan bunalmış milyonların çıkış arayışını örgütleyecek devrimci bir inisiyatife ülkenin her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu gerçeğidir. Henüz seçimin sandık sonucu çıkmadıysa da 31 Mart seçimlerinin sonucu da çağrısı da budur. 

*** 

AKP’SİZ SEÇİM DÖNEMİ 

AKP’nin seçim döneminde ayağına en çok dolaşan sorun ise ekonomi ya da halkın sorunlarına çözümsüz kalmak değil. Tek adam rejimine giden süreçte tüm yol arkadaşlarını, rol çalma ihtimali olan tüm aktörleri tasfiye yoluna giden Erdoğan’ın partisinde, bugün yerel seçimlerde de başka gündemlerde de öne çıkarabilecek tek bir isim kalmadı. 

İktidar, galip çıktığı Mayıs seçimlerinin ardından, yerel seçimlere ise büyük bir motivasyonla girmiyor. 2019 seçimlerinde yaşanılan yenilgi, 2023 seçimlerinde Saray rejiminin kaybedeceğine dair en önemli umuttu. Seçimlerin ardından geçen 10 ay sonra ise rejimin kendini tahkim etme, İslamcı faşizmin kurumsal dönüşümünü ilerletme süreci içerisindeyiz. Ancak Sarayın, ülkedeki en gerici yapılarla ittifak halinde iktidarını sürdürmeye çalıştığı bu süreçte seçimler gelirken, siyaseten tükendiğine de tanık oluyoruz. 

5 yıldır ağır etkilerini sürdüren ekonomik kriz, toplumun yarısından fazlasının rıza vermediği tek adam rejimi ve çoğunun huzursuzluğunun hedefindeki gerici politikaların belirleyici olduğu bu siyasi atmosferde, bugün iktidarın topluma söyleyebilecek sözü kalmadı. Erdoğan’ın miting alanlarında çıraklık sigortası talep eden gençleri azarladığı, emeklilere kalem kalem neden zam veremediğini açıklamaya çalıştığı bir seçim dönemi geçiriyoruz. Seçime bir hafta kala politika faizi yüzde 50’yi vururken, iktidar seçimden sonra gelecek bunalım dönemini halktan saklayamıyor. 

AKP’nin seçim döneminde ayağına en çok dolaşan sorun ise ekonomi ya da halkın sorunlarına çözümsüz kalmak değil. Tek adam rejimine giden süreçte tüm yol arkadaşlarını, rol çalma ihtimali olan tüm aktörleri tasfiye yoluna giden Erdoğan’ın partisinde, bugün yerel seçimlerde de başka gündemlerde de öne çıkarabilecek tek bir isim kalmadı. Ankara, İstanbul gibi şehirlerde gösterdikleri isimler; iki lafı gaf yapmadan bir araya getiremeyenler, malvarlığı neredeyse talip olduğu şehirden bile büyük olanlar. 

Hal böyle olunca, tüm seçim afişlerinde, araçlarında da adaydan daha büyük Erdoğan fotoğrafları yer alıyor, haşmetinin yetmediği yerde, seçim çalışmalarına tüm kabine tam kadro katılıyor. 

Fakat sefalet yalnızca isimlerde ve fotoğraflarda değil. AKP’nin bu dönem üretebildiği tek yerel seçim propagandası, devlet imkânlarının ellerinde olduğunu her fırsatta hatırlatmak üzerine kurulu. Henüz daha seçim sürecinin başlarında, Hatay’ın depremde kaderine terk edilmesini bile utanmadan, sıkılmadan, halkın siyasi tercihi gibi göstererek göz korkutmaya çalışmıştı. O günden bu yana da iktidar partisinin üretebildiği tek siyaset, açlıktan, depremden kırılan, yaratılan toplumsal bunalımın altında çöken milyonlara aynı parmağı sallamaya devam etmek.  

İktidar açısından yerel seçimler, bu şekilde yeniden Erdoğan’ın iktidarını onaylatma seçimine dönüşürken, sokakta ise bu hava etkili olmuşa benzemiyor. Özellikle Erdoğan’ın genel seçimlerde ittifakına kattığı ortaklarının bu seçimde ayrı davranması, tepki oylarını koalisyon içinde tutmaya alışık olan iktidar partisinin aleyhine oldu. Nefreti körüklemeye ve muhalefeti marjinalleştirmeye dayalı politikalar için de yerel seçim uygun bir zemin oluşturmuyor. Bu sebeple iktidarın elinde halka vaat olarak sunabildiği bir tek devletin kendisi kaldı. Fakat bolca pazarlanan devlet imkânları İliç’te açgözlülükten göçene kadar madenin kapasitesini yükselten sömürgeci sermayeye, halkın sefaletini iple çeken birçok tarikat ve işbirlikçi yandaşlara akmaya devam ediyor. 

*** 

ÖRGÜTLÜ SOL SEÇENEK OLAMAYINCA SAĞIN ALTERNATİFİ YİNE SAĞ 

Önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan yerel seçimlerde “sürpriz yapması beklenen” parti olarak anketlerde Yeniden Refah Partisi (YRP) ve Zafer Partisi isimleri öne çıkıyor. Bu partilerin ne kadar sürpriz yapacakları ayrı bir tartışma ancak AKP’ye ekonomik kriz, yolsuzluk, yoksulluk gibi konularda tepki gösteren kesimlerin bir kısmının YRP’yi tercih edecekleri sahada da görülüyor. Burada YRP’nin, klasik sağ bir refleksle son dakikada iktidarın çeşitli vaatlerine takılıp İstanbul gibi kritik yerlerden çekilmesi de olası. Solun tartışması gereken şey ise emekçilerin iktidarını hedefleyen sosyalist partilerin; bölüşüm, gelir dağılımı konularını esas alması beklenen sosyal demokratların, bu ekonomik tepkilerin adresi olamaması. Burada tekrar vurgulanması gereken şey, yoksulluğun ve ekonomik buhranın doğrudan sola bir katkısı olması için politik örgütlenmenin şart olduğudur. Örgütsüz ve bilinçsiz toplumlar, bu tarz bunalım dönemlerinde öfkesini daha sağ bir refleksle gösterme kolaycılığına kapılırlar. Sığınmacı konularında da iktidara çatmak yerine doğrudan sığınmacıları hedef alan söylemler de benzer bir toplum psikolojisine oynamaktadır. Örgütsüz bireyin her türlü manipülasyona, sağın çeşitli unsurlarının propagandasına açık olduğu unutulmamalıdır. Buradan çıkış yolu, daha meşakkatli gözüken ama gerçek olan bir örgütlenme faaliyetini mahallelerde, okullarda, işyerlerinde, kırsal bölgelerde gerçekleştirmektir. 

*** 

MUHALEFET ALTERNATİF OLAMIYOR 

Seçimlerin yegâne siyaset yapma alanı olarak dayatıldığı bir dönemde, yerel seçimler toplumda heyecan yaratamıyor. Son bir haftasına girdiğimiz yerel seçim sathında, bir iki ismin özelindeki tartışmalar dışında, seçimler halkın gündemine girmiyor. Oysa gündelik yaşamın her ânında siyasetin görünür olduğu bir ülkede, seçimlere dair bu ilgisizliğin en önemli sebeplerinden biri, geçtiğimiz seçimlerden beri süregiden muhalefetin hatalarından kaynaklanıyor.  

Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir dönemeç olan Mayıs seçimlerinin bir toplumsal mücadele süreci ile sürdürülmesi yerine koltuk-isim kavgasına sıkıştırılması, yenilginin en önemli sebeplerinden biri oldu. Milyonlarca insanın umudunun şahsi kariyerler için yerle bir edildiği bir sürecin ardından gelen seçimlere halkın ilgisiz kalması şaşırtıcı değil. Toplumda yalnızca iktidarın yenilgisine değil; kendi yaşamının, geleceğinin değişeceğine dair inanç zayıflamış durumda. Bu zararın en büyük sorumlusu olan burjuva siyaset biçimi ise terk edilmek bir yana, giderek daha rezil bir biçimde sürdürülmeye devam ediyor. 

Rant ve piyasacılığın hâkimiyetine mahkûm muyuz? 

Bugün seçimlerin bu kadar heyecansız geçmesinin bir diğer nedeni de halkın önüne gerçekten farklı yerel yönetim biçimlerine dair seçenekler değil, ancak iktidara-muhalefete tepkilerini sunabilecekleri, kültürel aidiyetlerini oylayabilecekleri bir seçimin sunulması.  

Muhalefet, kimisi on yıllardır olmak üzere birçok büyükşehir belediyesini yönetiyor. Yakın geçmişten beri gelen hiçbir yerel yönetim tecrübesi, iktidarın belediyecilik biçimine hakiki bir alternatif oluşturabilmiş değil.  

İktidarın ve muhalefetin belediyecilik uygulamaları, 21 yıllık AKP politikalarının aşama aşama eldeki tüm kamucu politikaları ve hizmetleri tasfiye ettiği, yerini piyasaya ve STK adı altında birçok tarikata, gerici yapılara bıraktığı süreçle uyumlu hareket ediyor. Dolayısıyla AKP’nin gerici ajandasını bir yana bıraktığımızda, kamuculuğu piyasa lehine tasfiye eden, rantçılığı, adamcılığı halk yararının önüne koyan bir belediyecilik biçiminde iktidar da muhalefet de ortak. Kimin daha büyük rant götürdüğü ya da hangi tehlikeli odaklarla paylaştığını tartışmak bir yana, muhalefet bugüne kadar neoliberal düzene alternatif olabildiği bir örnek yaratamadı. Bu da “Seçimler neden heyecan yaratamıyor?” sorusunun bir diğer yanıtı. 2019 seçimleri, Ankara ve İstanbul’u kazanabilmek bakımından toplumda bir heyecan yaratıyordu, geçen beş yılın ardından bu heyecanın somut bir karşılığının oluştuğunu söylemek zor. 

Bugün CHP’li belediye başkanları arasındaki en popüler isim bile onca polemik ve icraat içinde yalnızca ucuz belediye lokantaları ve süt dağıtımı ile anılıyorsa, bunun ardında yatan sebep yalnızca ekonomik kriz değil; halkın, piyasacı yönetimlerin alternatifine, kamucu politikalara olan ihtiyacı ve arzusudur. Bu ihtiyaç da yalnızca son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve toplumsal bunalımdan kaynaklanmıyor. On yıllardır yurttaşlık bağının temeli olan en temel haklar, parası olan için piyasanın, olmayan içinse tarikat ve benzeri gerici yapıların vicdanına bırakılmış durumda.  

Muhalefet ise bu açmaza bir yanıt üretemiyor. Geçtiğimiz yerel seçimlerde CHP başta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana olmak üzere 11’i büyükşehir 21 il, Çankaya, Kadıköy, Beşiktaş gibi Türkiye’nin en büyük nüfuslu ilçelerinin de aralarında bulunduğu 191 ilçe belediyelerini kazandı. Geçtiğimiz 5 yıla bakınca, bir ildeki öğrenci lokantaları ve süt dağıtımı gibi iyileştirme hamlelerinin dışında, “yönettikleri” milyonlarca insana, bu çoklu kriz ortamında başka bir seçenek sunabildikleri söylenemez. 

*** 

İKTİDAR KOPYASI BELEDİYECİLİK 

Türkiye nüfusunun dörtte üçünden fazlası kentlerde yaşıyor. Dolayısıyla ulaşım, su, enerji, gıda, sosyal-kültürel hayat, katılımcılık gibi meseleler, nüfusun çoğunluğu açısından kent yönetimi ile göbekten bağlı. Örneğin belediye başkanları, kendi iç siyasetlerini belirleyecek kadar popüler olan muhalefetin, yönetiminde olduğu herhangi bir kentte belediye meclislerini rant paylaşımından öte, temsiliyeti seçimlerle sınırlanmış milyonlar açısından bir katılımcılık, doğrudan demokrasi imkânı olarak kullanılabildiğini söylemek hayal olur. Veyahut en temel hak olması gereken suya, gıdaya ulaşım konusunda, çoğu muhalif belediyenin yaklaşımı, AKP’nin on yıllardır sürdürdüğü pratiklerin bir kopyası olabilir ancak. Yalnızca en yoksulu hedefleyen yardım politikaları, dayanışmayı değil sadaka-minnet kültürünü geliştiren, toplumun tümünün karşılaştığı sorunlara karşı ancak sistemin imajını düzelten bir işleve sahip. AKP bu politikalarla on yıllarca belediyeleri elinde tutabildiyse, bunu sağlayan da sosyal yardım politikalarının harikalığı değil, halkı bu yardıma mecbur eden neoliberal dönüşüm. Bugün eskiye nazaran çok daha fazla önleri açılan birçok tarikat da yine iktidar eliyle devletin boşalttığı alanlara –kimi zaman doğrudan devleti yağmalayarak– halkın çaresizliğinden faydalanarak bu şekilde yerleşiyor.  

Dolayısıyla AKP belediyeciliğine gerçek bir alternatif daha fazla “hizmetle” değil; halkın doğrudan katılımcısı olduğu, rantı değil kamu yararını önceleyen, sadakayı değil dayanışmayı öne çıkaran bir anlayışla mümkün. Yalnızca neoliberal dönüşümün yarattığı hasarı yumuşatmak için değil, bugün yaşadığımız toplumsal bunalım içerisinde, halkın bizatihi öznesi olduğu, yurttaşlık bağlarını somut şekilde kurabildiği kamucu ve demokratik bir yerel yönetim pratiği üretilemediği için, bugün bir seçeneği değil, tercihi, tepkiyi oyluyoruz. 

Burada bir dipnot da Hatay’da deprem suçlusu Lütfü Savaş’ın aday yapılmasına açmak gerek. Depremin en çok yıktığı, geçen bir yılın ardından halkın hâlâ konteynerlerde yaşamaya devam ettiği kentte “sola çeken CHP” Lütfü Savaş ve emanetindeki ranttan vazgeçemedi. Vatandaşın sahnede görmeye bile dayanamadığı bir ismi aday gösterme utanmazlığı yalnızca her şeyini kaybetmiş yüz binlere değil, tüm Türkiye’ye ihanettir. Hatay’ı, bu felaketin baş sorumlusu iktidar ile yerel sorumlusu Savaş arasında tercihe zorlamak, düzen muhalefetinin neden gerçek bir seçenek olamayacağının en acı örneği oldu. Bu seçeneksizliğe karşı başka türlü bir siyaseti örgütleme çabaları da sol içerisinde düzen rüzgârına kapılanlar tarafından sabote edildi.