Hz. Muhammed, Mekkeliler’le yaptığı ikinci savaşta ağır bir yenilgi almış ve yaralanmıştı. Ölenler arasında olan kuzeni Ebu Seleme’ninse geride karısı Hind ile....

Hz. Muhammed, Mekkeliler’le yaptığı ikinci savaşta ağır bir yenilgi almış ve yaralanmıştı. Ölenler arasında olan kuzeni Ebu Seleme’ninse geride karısı Hind ile dört çocuğu kalmıştı. Orta yaşlı Hind, güzelliği, kültürü ve birikimiyle dikkat çeker ve ilk çocuğu Seleme’nin doğumundan beri Ümmü Seleme olarak bilinirdi. Hz. Muhammed onunla evlenmeye karar verdiğinde, ilk eşi Hatice’nin boşluğunu onun dolduracağını hissediyordu.
Medine’ye hicret ettikten sonra oradaki kadınların daha rahat ve özgür tavırlarına uymaya başlayan müslüman kadınlar Hz. Ömer gibi katı erkeklerin tepkisini çekiyor, ama tümüyle sessiz de kalmıyorlardı. “Neden Kuran’da bizden çok az söz ediliyor?” diye şikâyet eden kadınların memnuniyetsizliğini Hz. Muhammed’e iletmek Ümmü Seleme’nin işi oluyordu.

O zamandan beridir süregelen kadın-erkek sorunu bugün de İslam içinde önemli bir yer tutuyor. Bir yanda katı gelenekçiler, diğer yanda dini metinlere yeni yorumlar getirmeye çalışan kadınlar arasındaki tartışmalar geleneğin ağır havası altında boğulmaya çalışılsa da tümüyle yok edilemiyor. İslam’ı dışarıdan eleştirmek kolay iştir, ama hem İslamcı bir kadın olup, hem de adaletsiz dini uygulamalara karşı mücadele etmek ve yeni ufuklar açmak çok ağır bir yük. O kadınların iç tartışmalarını izleyince bir ikilem ve tereddüt içine düştükleri görülüyor. Kadın mücadelesini sadece devlete odaklıyor ve kadının “reel İslam” içindeki konumunu değiştirmek ve dindeki normlara yeni okuma biçimleri getirmek ihtiyacını bilinmez bir geleceğe erteliyorlar. Yeni Şafak gazetesinde 15 Mart günü muradını gayet güzel anlatan sevgili Özlem Albayrak da müslüman erkeklerin talebiyle sınırlanmış bir mücadele gündeminin sınırına gelip duruyor. Erkekler açısından İslam’ın her yere yayılmasının parçası olarak görülen türban, kadınlar içinse devlete karşı bir özgürlük ifadesi oluyor. Bu daraltılmış sonuçtan herkes memnun görünüyor. Çünkü İslamcı feministlerin mücadelesi, dinde yapısal reform taleplerinden almıyor gücünü, sadece devletle mücadeleye ve İslam’ın oralara da yayılmasına odaklanıyor, müslüman erkeklerin mücadelesi gibi (tesadüf mü, ilahi kader mi?)

Devletin iktidarı karşısında kendini mazlum hisseden kadın, ruhuna işleyen bir vicdani güçle direnirken, diğer meseleler ona ertelenebilir görünüyor. Savundukları şey geleneksel İslam’la da uyumlu, özgüvenleri ordan geliyor. Reel İslam’ı sorgulamayı “şimdilik” gereksiz sayıyorlar. Oysa 1400 yıldır başörtüsünün zorunluluk olduğunu söyleyen bütün yorumcuların erkek olması veya kadınlara imamlık yasağı gibi meseleleri tartışmamak demek, daha kötüsüne hazır olmak anlamına geliyor. İslam’a yönelik en meşhur eleştiriler, kadının şahitliğinin erkeğin yarısı değerinde sayılması ve erkeğe dört kadınla evlenme hakkı verilmesi ülkemizde aşılmış bir sorun olarak görülürken, bunu sağlayanın Cumhuriyet devrimi olduğu da unutuluyor. Ama yarın tamama erecek bir İslamlaşma sürecinin sonunda kadınların bu kazanılmış haklarının dinen yok edilmesinin önünde ne engel olabilir ki. Bizde İslam yorumu denince akla gelen tek şey “fıkıh”tır ve o iş de sayın Hayrettin Karaman gibi uzmanlara bırakılmıştır. On gün kadar önceki yazısında, idamın faydalı ve imanlı bir icraat olduğunu dinen anlatmaya çalışan bu fıkıhçı ”düşünme yönteminin” ne İslami anlayışa ne de feminist olduğunu söyleyen kadınların mücadelesine yeni bir ufuk sunmayacağı açık. (“İdama, sadece suçu önleme değil bir eğitim aracı olarak da bakılması gerektiğini” söyleyen sayın Karaman kalplere üzüntü ve bu tür fikirlere karşı İslamcıların sessizliği ise bir ümitsizlik veriyor. Bkz. Yeni Şafak, 16 Mart 2008)

“Bir dogmayı parçalamak atomu parçalamaktan zordur” demiş Einstein. 27-29 Ekim 2005 tarihinde Barselona’da toplanan ve 400 kişinin katıldığı Birinci Uluslararası İslamcı Feminizm Kongresi’nin sonuç bildirgesindeki çağrı, herkese yönelikti: “Müslüman olmayan feministlere, İslamın en cinsiyetçi ve gerici yorumlarını tek mümkün İslam yorumu olarak kabul etmemeleri çağrısında bulunuyoruz.” Dogmayı parçalamak için bütün kadınlardan yardım istiyorlardı.

Bir yetim olarak büyüdüğü için mi alışkandı bilinmez, Hz. Muhammed işlerini kendisi yapmayı sever, söküğünü diker, ayakkabısını tamir eder ve hayvanların bakımıyla ilgilenirdi. Kendisine gelen taleplere genelde hemen cevap vermez, biraz beklerdi ki büyük ilham meleği doğsun kalbine. Kadınların o şikâyetini aktarmasından birkaç gün sonra Ümmü Seleme odasında saçlarını tararken, camiden Peygamberin okumakta olduğu yeni ayetleri duydu. Sadece erkeklere hitap etmiyor, kadınları da anıyordu Ahzab suresi: “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, söz dinleyen erkekler ve söz dinleyen kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar…”