Sınıf siyaseti hayata sınıf merceğinden bakarak, sermayeyi görünür kılmayı hedefler. Diğer bir deyişle, şeytanın “gör” dediğine yoğunlaşır

Sermayenin görünmezlik pelerini ve masaldaki çocuk

GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR

Hayatın her alanının ve her anının sermayenin kurallarına tabi olduğu günlerden geçiyoruz. Piyasa normları piyasa dışı alanlara nüfuz ediyor. Diğer bir deyişle, hayatın toplumsal, akademik ve kültürel boyutları piyasa haline geliyor. Bir yanda, yalnızca emek gücü değil; duygular, acılar, sevinçler de sermaye ve piyasa güçlerince teslim alınıyor. Diğer yanda ise, sermaye hiç olmadığı kadar görünmez olmuş durumda. Akademik analizlerde, siyasal tahlillerde, muhalefette ve siyasal mücadelede sermaye görünmüyor. 1970’li yılların Yeşilçam filmlerinde bazen sert bazen babacan olan ama mutlaka görünür olan fabrikatör artık görünmüyor. Yine o filmlerde, Yaşar Usta fabrikatöre şöyle sesleniyordu: “Ben yoksul Yaşar, sen fabrikatör. Bak Beyim, sana iki çift sözüm var.” Yaşar Ustanın “Bey, Bey” diye seslendiği sermaye artık görünmüyor. Ne filmlerde, ne hayatta, ne siyasette...

Günümüzde sermaye tam bir heyula haline gelmiştir. Varlığı ve etkisi hayatın tüm alanlarında hissedilen ama maddi varlığı ve sorumluluğu görülemeyen bir durumdadır. Daniel Bensaid’in sözleri ile, ilk yükseliş döneminde sadece robot resmi çizilir bir haldeyken, günümüzde tüm gezegeni kırıp geçiren yetişkin bir toplumsal katile dönüşen sermaye, görünmez oluyor. Peki, hayata bakınca sermayeyi neden göremiyoruz?

İlk olarak, sermayenin görünmezliğini, sermayenin bile hayal edemeyeceği oranda mümkün kılan yapılar var. Yeni iletişim teknolojileri sunduğu imkanlarla zamanı ve mekanı, sermayeyi gizleyecek biçimde yeniden biçimlendiriyor. Hırsız zamanlarda ve istilacı mekanlarda yaşıyoruz. Sermaye kendini gizlediği ölçüde, iktisadi, siyasi ve ideolojik alanlardaki çatışma ve gerilimi işçi sınıfının farklı katmanlarına yayıyor. Dolayısıyla, geçmiş dönemlerde sermaye ile karşı karşıya gelebileceğimiz tüm mekan ve zamanlarda işçi sınıfı birbiriyle çatışıyor. Bunun sonucu olarak, işçi sınıfı içinde rekabet ve şiddet artarken, sermaye, süreci dışarıdan izliyor. Sermaye, işyerinde kendini gizliyor. Güvencesizleştirme politikaları ile, işçi sınıfının kadrolu, sözleşmeli, taşeron ve işsiz katmanlarını geleceksizlik endişe ve korkusu ile birbiriyle çatıştırıyor. İşyeri servislerinde, taşeron işçi kadrolu işçiye yer veriyor.

Sermaye işyeri dışında, gündelik hayatta da kendini gizliyor. Örneğin, çağrı merkezine edilen bir telefonda toplumun bir üyesi sermayeye dönük öfkesini ve sorununu sermayeye değil çağrı merkezi çalışanına yöneltiyor. Emekçi sınıfların farklı katmanlarının yalnızlığını, bencilliğini, ahlaki, fiziksel ve manevi çöküşünü “bu toplum bitmiştir” olarak üzüntü, öfke ve bazen nefretle tanımlamak ise sermayenin kendisini görünmez kılmasının gücünü bir kez daha serimliyor.

İkinci olarak, sermayenin görünmezlik pelerininin önemli bir kısmı akademide dikiliyor. Burjuva sosyal bilimler, tam da sermayenin kendisini gizlediği alanların teorisini üretiyor. İşyeri ve gündelik hayat analizlerinde son dönemde dolaşımda olan kavramlar olarak “mobbing”, “prekarya” ve “tahakküm”, sermayenin görünmezlik pelerininin teğelleridir. Güvencesizleşmenin açtığı derin yaralar ile işyerinde işçi sınıfı birbirine şiddet uygularken, bunun adı “mobbing” oluyor. Mobbing analizi, sermayeyi dışarıda bırakıyor ve çalışanlar arası mobbingi “demokratik” işyeri talebi ile iyileştirmeyi amaçlıyor. Burjuva sosyal bilimler, proletaryanın yok olduğu tezini son dönemde dolaşıma sokarken ve yerine “prekarya” gibi kavramlar üretirken, burjuvazinin yok olup olmadığı kimsenin aklına gelmiyor. Proletarya değil, “prekarya” deyip, işçi sınıfının yeni “tahayyülleri” üzerine düşünürken, sermaye analizin dışında bırakılıyor. Sömürü yerine “tahakküm”ü teorize etmek de sermayenin görünmezlik pelerinine şık bir teğeldir. “Sınıf, insanın insana ettiği zulümlerin hepsini açıklamaya kadir bir alan değildir elbette” diye başlayan, esas itibarıyla sınıf, cinsiyet ve etnisiteyi adaletsizlik ve zulüm üreten mekanizmaların aksları olarak kavrayan ideolojik egzersizler, sermayenin arayıp da bulamadıklarıdır aslında. Burjuva sosyal bilimlerinin “hegemonik ama muhalif” dilinde, sermaye toplumda merkezi hedef olmaktan çıkarılmıştır. “Ayrımcılığa karşı” ve “ötekileştirilmeye karşı” bir ideolojiden beklenebileceği gibi sermaye de gelecekteki “demokratik toplum”un bir parçası oluvermiştir.

Üçüncü olarak, sermayenin görünmezliği, muhalefetin radikal demokrasi talebiyle de güçleniyor. Radikal demokrasi analizi, tahlili ve siyaset önerisi sermayenin görünmezliğini bir kez daha güçlendiriyor. Radikal demokrasinin temel argümanı, emek-sermaye çelişkisi üzerine kurulan mücadelenin reddi/etkisizleştirilmesi ve çoklu, parçalı, her yerde olan tahakküme karşı mücadeledir. Tahakkümü ortadan kaldırmak için geçerli olan ise tanınmadır. Tanınmanın özneleri etnisite, toplumsal cinsiyet ve kimliklerdir. Tanınmanın politikası ise burjuva sivil toplumu içinde kalır. Dolayısıyla, tahakküme yapılan vurgunun geldiği yer radikal demokrat program olur ve yine sermaye görünmez olur.

Sınıf siyaseti ise, hayata sınıf merceğinden bakarak, sermayeyi görünür kılmayı hedefler. Diğer bir deyişle, şeytanın “gör” dediğine yoğunlaşır. Sermayeyi görünür kılmak, anti-kapitalist, anti-emperyalist ve gericiliğe karşı bir siyasetin imkanını sağlar. Sermayeyi gören bir siyasal irade; tahakküm değil, sömürü ve artı-değer; siyasal katılımın merkezsizleşmesi ve yersiz-yurtsuzlaşması değil, halk egemenliği ve karşı hegemonya etrafında örülür.
Sınıf siyaseti, teori alanında sermayenin görünmezlik pelerinini yırtıp atanların, mücadele alanında ise “Kral Çıplak!” diye bağıran masaldaki çocukların, bu masalı çocuklarına okuyanların ortak yürüyüşüdür.