Asbest, tıpkı bir gizli tehlike gibi sessizce bekler, fakat sonradan dehşet verici etkilerini ortaya koyar. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) tarafından "kesin kanserojen" olarak tanımlanmış olan bu madde, insan sağlığına gölge düşüren bir lanet gibidir. Ancak asbestin sinsiliği, etkilerinin ortaya çıkmasıyla daha da karmaşık hale gelir.

Sessiz tehdit: Deprem sonrası asbest faciası ve ihmalkarlığın bedeli

Tarkan KILIÇ
TMMOB Çevre Mühendisleri İstanbul Şubesi

Depremler,  Türkiye gibi depreme “hazır” olmayan ülkelerde büyük bir yıkıma yol açıyor. Ancak bu zorlu dönemde, afet bölgelerinde yaşayan insanları bekleyen bir diğer büyük tehlikeye de dikkat çekmek istiyorum. Bu tehlike, deprem sonrası enkaz ve hafriyat alanlarında sıklıkla göz ardı edilen ve kamu yönetimleri tarafından ısrarla reddedilen serbest asbest liflerinin varlığıdır. Bu sorunun derinlemesine araştırılması ve bu tehlikenin çevre ile insan sağlığına etkilerini anlamak amacıyla Hatay bölgesindeki hafriyat ve enkaz bölgelerine yönelik bir araştırma projesi başlatmak üzere Gaziantep'te DW Türkçe ekibi ile buluştuk.

İnceleme gezimizin sonucunda rüzgar ile araç üzerinde birikmiş araç tozunda asbestin varlığını görebilmek için ilk iş olarak Gaziantep’te kiraladığımız aracı tozdan ve kirden arındırmak için benzin istasyonunda yıkadık. İnceleme gezisinin sonunda üstünde araç üzerinden toz numune alabilmek için etiketledik. Sonrasında Hatay bölgesine geçtik.

Deprem bölgesinde tanık olduğumuz manzara, kelimelerle ancak yetersiz bir şekilde ifade edilebilecek kadar yürek parçalayıcıydı. Adeta savaşın dehşetini yansıtan bir tabloyla karşı karşıyaydık. Şehir, adeta bir savaş alanını andırıyordu. Her sokak, deprem felaketinin izlerini taşıyan binaların yıkım çalışmalarıyla doluydu. Hafriyat atıkları ise hiçbir düzen veya önlem alınmadan trafik içinde taşınıyordu.

Şehrin her köşesinde rastgele bırakılmış hafriyat yığınları, insanların yaşam sinyallerini vermeye çalıştığı umutsuz bir manzara sunuyordu. Şehir, toz bulutları arasında hafriyat şirketlerinin kontrolsüz bir şekilde işgal ettiği bir görüntüye sahipti.

Serinsu'dan Defne'ye, Antakya şehir merkezinden Samandağ ilçelerine kadar, 2 gün boyunca yaptığımız incelemelerde dikkat çeken bazı sorunlar vardı. Öncelikle, insanların maske takmaması ve koruyucu ekipmanlarını kullanmaması büyük bir tehlike oluşturuyordu.

Deprem sonrası enkaz çalışmaları, toz ve asbestin tehlikeli kucağında, özellikle bahar ve yaz aylarında adeta bir fırtına gibi yayılmaktadır. Sıcak hava, inşaat faaliyetlerinde kullanılan kırıcıların, yükleyicilerin ve kamyonların hareketlerini daha da hızlandırarak toz bulutlarını gökyüzüne savurur. Bu durum, depremzedeleri, gönüllüleri, çalışanları ve kamu personelini toza ve asbese maruz bırakmaktadır.

Ancak bölgedeki gözlemler, maske kullanımının neredeyse hiç olmadığını ve herkesin toza doğrudan maruz kaldığını göstermektedir. Bu durum, yetkililerin maske kullanımının önemini vurgulayıcı veya teşvik edici herhangi bir çalışma yapmadığını ortaya koymaktadır. Bu, insanların sağlığını riske atan bir ihmali yansıtmaktadır. Artık harekete geçme zamanı gelmiştir; çünkü asbest ve toz, sessiz bir tehdit olarak etrafımızı sarmış durumda ve insanların sağlığına yönelik ciddi bir risk oluşturuyor. Aslında tozla mücadelede en önemli şey, tozun kaynağında engellenmesidir. Ancak ne yazık ki, bölgedeki çalışmalar bu konuda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, kişisel koruma önemli hale gelmiştir. Halkın, gönüllülerin, işçilerin ve kamu personelinin hayatlarını korumak için FFP3 koruyucu özelliklere sahip maskeler kullanmaları zorunlu hale getirmek zorundalar.

Sulama işlemleri ise ya hiç yapılmıyordu veya yetersiz bir şekilde gerçekleştiriliyordu. Tüm bu faaliyetler, insanların yaşam alanlarına çok yakın bir şekilde gerçekleştiriliyordu. Enkaz çalışmalarını izleyen çocuklar ve bu koşullarda yaşamaya çalışan insanlar, toz nedeniyle yaşadıkları rahatsızlıklardan şikayetçiydiler. Bu manzara, insana hem fiziksel hem de duygusal olarak ağırlığını hissettiren bir felaketin izlerini taşıyordu.

Çalışma boyunca, hafriyat döküm alanları, hala devam eden enkaz kaldırma işlemlerinin izlendiği bölgeler ve bu çalışmalardan etkilenebilecek yerleşim alanları gibi noktalardan toplam 45 numune aldık.

Laboratuvar sonuçları, 45 numunedeki 16 numunede asbest varlığını ortaya koydu. Asbestin tespit edildiği numuneler, yaşam alanlarından alınan numunelerden, bitkilerin yaprakları ve meyvelerinden, toprak yüzeyinden, araçların yüzeylerinden biriken tozdan ve izolasyon malzemelerinden elde edilen numunelerden oluşuyor. Bu sonuçlar, çevremizi etkileyen tehlikeli maddelerin ne kadar yaygın olduğunu gözler önüne seriyor.

Asbest, tıpkı bir gizli tehlike gibi sessizce bekler, fakat sonradan dehşet verici etkilerini ortaya koyar. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) tarafından "kesin kanserojen" olarak tanımlanmış olan bu madde, insan sağlığına gölge düşüren bir lanet gibidir. Ancak asbestin sinsiliği, etkilerinin ortaya çıkmasıyla daha da karmaşık hale gelir.

Bu tehlikeli maddeye karşı alınması gereken tedbirler, zamanında alınmazsa felakete yol açabilir. Özellikle deprem gibi doğal afetlerin vurduğu bölgelerde, binlerce depremzedede, kurtarma ekiplerinde, gönüllülerde ve kamu görevlilerinde asbeste maruz kalma riski oldukça yüksektir. Ancak ne yazık ki, bazı yetkililerin "havada asbest bulunmuyor" gibi açıklamaları, geçmişteki Çernobil felaketler sonrasında ekranlarda çay içen yöneticilerin açıklamalarını hatırlatır.

Gerçek, kanser vakalarındaki artışla kendini gösterir. Asbestin sessiz tehdidi, yıllar sonra sağlığımızı alt üst eden bir bomba gibi patlar. İlgili kamu kurumları ve yöneticiler, bu riskin farkında olmalı ve insan hayatını korumak için gereken tedbirleri almalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu tehlikenin sorumluluğu, asbestin gölgesinde kalan masum insanların hayatlarını riske atmaktan kaçınmamak için gereken adımları atmaya istekli olanlara aittir.

(Rapora ulaşmak için tıklayın)