Gazetemize konuşan Mehmet Ö. Alkan "Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923'te bütün maddeleriyle TBMM'ye getirilmiş, müzakerelerden sonra olduğu gibi bir kanunla onaylanmıştır. Kısaca Türkiye’yi bağlayan tek anlaşma 23 Ağustos 1923 tarihi itibariyle TBMM'ye sunulan bu antlaşmadır. Bütün maddeleri de bellidir. Bunun ötesindeki bütün iddialar tedaviye muhtaç bir fantezidir" diyor.

Sevr'in yerine yeni antlaşma imzalatmak bile zaferdir
Fotoğraf: Mehmet Ö. Alkan

Y. Emre Ceren

Lozan Antlaşması’nın 100. yılına girdik. Yıllardır bilhassa da İslamcı yapılar tarafından hedef alınan Lozan Antlaşması’na dair türlü safsatalar yaratıldı. Gizli madde, hezimet vb gibi antlaşmayla alakası olmayan konular pek çok kişiye gerçekmiş gibi dayatıldı. Biz de hem Lozan Antlaşması’nı hem de bunun yansımalarını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasî Tarih Anabilim Dalı Başkanı ve Tarih Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan ile konuştuk.  

Lozan'ın artık resmen 100. yılındayız. Bu anlaşma için modern Türkiye’nin kurucu anlaşması diyebilir miyiz? 

Aslında Lozan Antlaşması, Türkiye açısından "Cihan Harbi" veya "Harb-i Umumî" adı verilen I. Dünya Savaşı'nı bitiren Sèvres (Sevr) Antlaşması yerine imzalanan antlaşmadır. Türkiye açısından Lozan öncesi Millî Mücadele dönemi bir mütarekeler parantezidir. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi hezimetiyle açılan parantez, 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasıyla çok zor bir süreçten ve yıllardan geçerek zaferle kapanmıştır. Düşünsenize 1918'de savaşın bitiminde içlerinde Osmanlı Devleti'nin de olduğu İttifak devletlerine adı "barış" olan ve bu ülkeleri ağır bir şekilde cezalandıran beş antlaşma imzalatılmıştı.  

Almanya ile Versay Antlaşması (28 Haziran 1919), Avusturya ile Saint-Germain Antlaşması (10 Eylül 1919), Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919), Macaristan ile Trianon Antlaşması (4 Haziran 1920) ve nihayet Türkiye ile koşulları en ağır olanlarından biri ve onur kırıcı olan Sèvres (Sevr) Antlaşması (10 Ağustos 1920'de) imzalandı.  

Atatürk Lozan Antlaşması’na dair "Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!" demiştir.

Türkiye 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nden itibaren fiilî işgale uğradı. 15 Mayıs 1919'da Yunanistan’ın İzmir'i işgaliyle başlayan Anadolu'daki savaş, devam etti. I. İnönü, II. İnönü zaferleri sonrasında (21 Şubat - 11 Mart 1921) sonuçsuz Londra Konferansı toplandı. Ardından Kütahya ve Eskişehir savaşlarında yenilgiler yaşandı... Sonra Sakarya Savaşı galibiyeti ve Büyük Taarruz ile son nokta konmuştu. 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi imzalandığında Türkiye için neredeyse aralıksız olarak 1912 Balkan Savaşlarından beri devam eden 10 yıllık savaş dönemi de kapanmış oldu. 

Mütareke öncesinde uluslararası anlamda tanınmayan TBMM Hükümeti meşruiyet kazanmış, Türkiye'nin siyaseten yetkili tek temsilcisi haline gelmişti. Mudanya Mütarekesi sonrasında Lozan'da görüşmelere bir düvel-i muazzama, bir İtilaf devletleri taktiği olarak hem İstanbul hem de Ankara Hükümetinin davet edilmesi, Ankara'da tepki doğurduğu gibi, İstanbul Hükümetinin de Ankara ile birlikte hareket etme isteğini TBMM'ye iletmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Saltanat'ın kaldırılmasının nedeni de budur. 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılınca, hukuki olarak hükümeti de ortadan kalkmış, dolayısıyla Lozan'a tek temsilci olarak TBMM Hükümeti gitti. Bu süreçte TBMM'de yapılan görüşmelere baktığımızda, TBMM'nin yeni bir devlet kurduğu yolunda konuşmalara rastlanır. Dolayısıyla Lozan, diplomatik yanıyla Cihan Harbi'ni bitiren, siyasal yanıyla da yeni Türkiye devletini kuran antlaşmadır. 

Kimi kesimlerce Lozan hezimettir tartışması sürüyor. Bu tartışmayı sürdürenlerin sizce esas gayeleri nedir? Burada temel hedef ismet İnönü’yü yıpratmak mıydı? 

Lozan'ın "hezimet" olduğu yolundaki iddialar tek-parti döneminin bitimine rastlar. Siyasal İslamcılar, saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı, hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması, türbelerin kapatılması, fesin yasaklanması, Medeni Kanun, Latin harflerinin kabulü... gibi radikal siyasal değişimlerin Lozan Antlaşması'nın da verdiği güçle yaptığını düşündüğü için Cumhuriyet'in kurucu liderleri Mustafa Kemal ve İsmet paşalara yönelik tepkiyi ve onlara karşı beslediği öfkeyi tek-parti döneminde dile getirememiş, onları eleştirememişti. 1946'da çok partili hayata geçtikten sonra da CHP'nin iktidarda olduğu 1950'ye kadar da temkinli yaklaştılar. 1950'den itibaren de Atatürk'ü doğrudan eleştiremedikleri için dolaylı, İnönü'yü ise 1950'de iktidardan düştüğü andan itibaren doğrudan eleştirip, Lozan Antlaşması'nı da itibarsızlaştırarak bir hezimet metni şeklinde işlediler. Böylece Lozan'ın hezimet olduğu konusunda bir kanaat yaygınlaşırsa, imzacıların da itibarsızlaşacağını düşündüler. Başta Necip Fazıl Kısakürek'in, tek-parti dönemi CHP milletvekili İbrahim Arvas'tan duyduklarını yazmasıyla başlayan bu iddialar Kadir Mısıroğlu ile devam etti. Lozan delegasyonunda yer alan ve yazdıklarının önemli bir bölümü Lozan Antlaşması'nı konu alan Rıza Nur'un hezeyanla kaleme aldığı ve dikkatli ve sınanarak okunması gereken hatıratı Kadir Mısıroğlu tarafından yayınlanmıştı. Lozan'ın gizli maddeleri iddiaları için pekiştirici bir belge veya kaynak gibi düşünüldü. Sonrasında da siyasal İslamcılar ve milliyetçi sağın bir kısmı hiç sorgulamadan ve anlamadan Lozan'ı bir hezimet olarak kabul ettiler. Bu iddialar 1980 sonrasında bir başka siyasal İslamcı Mehmet Şevket Eygi tarafından yeniden gündeme getirecek ANAP'ın lideri Özal da AKP'nin lideri Erdoğan da "sol"a, CHP'ye ve kurucu döneme dolaylı eleştiri olduğu için bu iddialara sempatiyle bakacak, benimseyeceklerdi (Bu konuda Yıldıray Oğur'un ve Resul Babaoğlu'nun yazıları okunmalıdır). 

Aynı kişilerce ortaya atılan "gizli madde" iddiası nasıl ortaya çıktı?  

En saçma konu da bu. Bu konuyu uyduranların kendileri bile buna inanmış durumda. Üstelik duyanların bir kısmı da buna hemen inanıyor. Lozan ile Türkiye'nin değerli petrol, gaz... gibi madenlerinin kapatıldığı, hilafetin gizli antlaşmaya uygun olarak kaldırıldığı gibi akıl ve diplomasi dışı bir inanç var. 1950'de DP'nin iktidara gelmesiyle rahatlayan dinci ve milliyetçi sağ, Lozan Antlaşması'na yönelik gizli maddeleri olan bir çeşit "Gizli Yahudi Protokolü" algısı oluşturmak için tek-parti dönemi milletvekillerinden İbrahim Arvas'ın mesnetsiz notlarını kaynak olarak kullandı. Gizli maddeler olduğunu ileri sürenlerin bir kısmının akademisyen ve üstelik onların bir kısmının da hukukçu olması tam bir zavallılık. Zira hemen hemen 1917'den beri gizli anlaşma imzalamak ve imzalasanız bile yürürlüğe girmesi neredeyse imkânsız. 

Zira 1917 Ekim Devrimi ile Sosyalistler iktidarı ele geçirince, Rus Çarı'nın müttefikleriyle imzaladığı bütün gizli anlaşmaları dünyaya duyurdular. Bu tam anlamıyla şoke edici bir durum oldu. Zira çarlar, krallar, imparatorlar, sultanlar... kendi halklarına haber bile vermeden gizli antlaşmalar imzalamışlar ve milyonlarca insanı savaş meydanlarına sürerek, bir hiç uğruna ölümlerine neden olmuşlardı. Ayrıca, örneğin, bir İtilaf devleti olan İtalya'nın da kendisini küçümseyen ve kendi aleyhine yapılan antlaşmaları Sosyalistler sayesinde öğrenmesi gurur kırıcıydı ki İtalyan faşizminin yükselme nedenlerinden biri, kırılan İtalyan onurunu eski itibarına kavuşturmak sloganıydı. Tıpkı Alman faşizminin yükselme nedenlerinden birinin Versay Antlaşması ile kırılan Alman onurunun itibarını yeniden sağlamak için olduğu gibi... 

Bu nedenle demokratik ülkelerin hepsinde liderler veya hükümetler kendi başlarına devletler veya uluslararası anlaşmalar imzalasalar bile yürürlüğe girmesi, parlamentolarının bir kanunla bunu uygun bulmasına bağlıdır. Bunun anlamı imzalanan antlaşmanın parlamentolara getirilme zorunluluğudur. Bir antlaşma parlamentoya getirildiği andan itibaren de alenileşir, yani bütün maddeleriyle başta milletvekilleri olmak üzere herkes, halk tarafından bilinir hale gelir. Zaten amaç da budur. Hiçbir gizli anlaşma veya madde olmasın... Dolayısıyla liderler veya hükümetlerin gizli antlaşma imzalamazlar, imzalayamazlar, hatta bu vatan hainliğine giden süreci başlatır. Lozan Antlaşması da 23 Ağustos 1923'te bütün maddeleriyle TBMM'ye getirilmiş, müzakerelerden sonra olduğu gibi bir kanunla onaylanmıştır. Kısaca Türkiye’yi bağlayan tek anlaşma 23 Ağustos 1923 tarihi itibariyle TBMM'ye sunulan bu antlaşmadır. Bütün maddeleri de bellidir. Bunun ötesindeki bütün iddialar tedaviye muhtaç bir fantezidir.  

Lozan heyetinin ülkeye dönüşü. İsmet İnönü ortada.

Lozan bir zaferden çok uzlaşıydı. Bu uzlaşıyı hezimet fikrini savunanların tam tersi biçimde yorumlayanlar da var. Sizce bu anlaşma bu şekilde ele alınabilir mi? 

Eğer bir anlaşma veya çözüm süreci "zafer" üzerine kuruluysa çok kısa süreli olur. İlk sorunuza verdiğim cevapta içlerinde Türkiye'nin de olduğu, savaşta yenilen İttifak devletlerine imzalattırılan sözde "barış" anlaşmalarını saymıştım. Bu antlaşmaların hiçbiri uzun süreli olmadı. Başta ve ilk olarak bunu kabul etmeyen ilk ve tek ülke Türkiye oldu. Diğerleri bu onur kırıcı ve küçümseyici antlaşmaları geçici olarak kabul etmek zorunda kaldılar. İttifak devletleri açısından bir "hezimet", İtilaf devletleri açısından bir "zafer" olan bu antlaşmalara yönelik artan tepki II. Dünya Savaşı'na ve dolayısıyla antlaşmaların ortadan kalkmasına neden oldu. Halbuki Lozan Antlaşması bir uzlaşma üzerine kuruludur. Öyle veya böyle karşılıklı tavizler verilerek varılan bir uzlaşma metni olduğu için 100 yıldır yaşayan ve dünya tarihinin nadir uzun antlaşmalarından biridir. Lozan'ı anlamak isteyenler Sevr'e bakmak zorundalar. Lozan'ı "hezimet" olarak niteleyenlerin İslamcı, hilafetçi Saltanatçı İstanbul Hükümetinin imzaladığı Sevr'i ne olarak niteledikleri ayrı bir merak konusu. 

Lozan Türkiye açısından TBMM'nin yürüttüğü, siyasal, askerî ve diplomatik bir sürecin ve zaferin ardından imzalanan antlaşma. Bu bakımdan, Sevr'in yerine yeni bir antlaşma imzalatmak bile romantik anlamda bir zaferdir. Galip devletler Sevr'i esas alıp, değiştirmemek konusunda çok direttiler. Hatta siz Cihan Harbini kaybettiniz, Yunanistan ile olan savaşı kazandınız, dolayısıyla masaya böyle oturmak gerekir diye düşünüyorlardı. 

Lozan Antlaşması da, hiçbir lider de kutsal değildir. Eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Ancak bu eleştirilerin akıldışı ideolojik hezeyanlara değil, gerçekçi argümanlara dayanması gerekir. 

Bugün devlet nezdinde buna dair büyük ölçüde organizasyonlar vb düzenlenmedi. Yöneticiler ve toplum Lozan'ın kıymetini anlıyor mu? 

CHP'li bazı belediyeler dışında resmî olarak Lozan'ın anılmadığı görülüyor. İsviçre'de kutlama veya toplantı yapmak için bazı girişimler oldu, ancak takip edebildiğim kadarıyla İsviçre Hükümeti, bu tür kutlamalara demokrasi gereği Kürt örgütlerinin de dahil olacağını ifade edince bu tür resmî kutlamalardan vazgeçildi.  

Lozan, Kürtler açısından dahil olmak üzere üç konuda kırılma noktasıdır. İlk kırılma noktası TBMM'deki muhalefetin tasfiyesidir. Birinci (1920-1923) TBMM'de iki ana grup vardı. "Birinci Grup" ki diğer adı "Müdafaa-i Hukuk Grubu", öbürü ise muhalif grup olan "İkinci Grup"tu. İkinci Grup’un, müzakereleri devam etmekte olan Lozan Antlaşması'nı onaylamayacağı anlaşılınca, Mustafa Kemal Paşa tarafından erken seçime gidilerek TBMM feshedilmişti. Yeni seçimlerle oluşan TBMM'de muhalif İkinci Grup tamamen tasfiye edilmiş ve Lozan Antlaşması'nı Müdafaa-i Hukuk (sonra CHP) Grubu üyelerinden oluşan ve muhalif milletvekili bulunmayan İkinci TBMM (1923-1927) 23 Ağustos 1923'te bir kanunla onaylamıştı. 

İkinci kırılma Millî Mücadelenin lider kadrosu içinde yaşandı. Lozan, lider kadro içindeki ve arasındaki rekabet açısında da bir dönüm noktasıydı. Lozan'a İsmet Paşa’nın hem Hariciye Vekili hem de Baş Murahhas olarak gönderilmesiyle birlikte belirginleşen rekabette saflaşma daha bir görülür hale geldi. Bir yanda Mustafa Kemal, İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) paşalar, diğer yanda Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy), Kâzım Karabekir ve Refet (Bele) paşalar... Aslında Lozan'a o sırada İcra Vekilleri Heyeti Reis olan Rauf Bey gitmek istemişti. Bu hem Mondros Mütarekesi'ni imzalayan isimlerden biri olarak kendisini temize çıkarmak hem de liderlik mücadelesinde ön almak düşüncesinden olmalıydı. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'yı tercih etti. Böylece İsmet Paşa hem Hariciye Vekili hem de Baş Murahhas olarak Lozan'a gitti ve Lozan Kahramanı olarak döndü. 

Üçüncü kırılma noktası Kürtlerle Kemalist yönetim arasındaydı. Millî Mücadele boyunca destek vermiş olan Kürtler, Lozan Antlaşması'nda kurucu azınlık olarak tanımlanmayı bekliyorlardı. Ancak azınlıklar ve Mübadele konusundaki anlaşmalarda etnik/millî esas değil, din esası üzerinde anlaşma sağlandı. Mübadele de Müslüman ve Rum Ortodoks dini üzerinden tanımlanmıştı. Uluslararası hukuk açısından sonradan bu bir etnik azınlık hakkı gibi düşünülse de sonuçta Lozan'da esas olan gayrimüslim dinî azınlıklardı. Kürtler hayal kırıklığına uğramışlardı.