Mesela büyükşehir seçiminde eski milli futbolcuyu, belediye meclisinde instagram fenomenini, ilçe belediyesinde gençlik yıllarınıza damga vuran aşk şarkılarının bestecisini ya da unutulmaz rolleriyle replikleri aklınıza kazınan jönlerini oylayabilirsiniz.

Şeyleşen siyaset
Fotoğraf: DepoPhotos

Yusuf Tuna Koç - Araştırmacı

Türkiye’de “popüler” muhalefetin farklı kanatları, 28 Mayıs seçimleri sonrasında adeta bir travmaya girdi. Gelecek 4 yılda iktidarın değişmeyeceği gerçeği, tüm siyaset imkânları seçimlerden ibaret olan muhalefet blokunu dağıttı.  

Burada İYİ Parti, Zafer Partisi gibi milliyetçi partilerin tavır değişimini açıklamak için derin dehlizlere dalmaya gerek yok. 60 yıldır sağın pusula ibresi, Amerikan savaş gemileri dalgalandıkça yön değiştiriyor. 

Travma, AKP’nin inşa ettiği İslamcı faşist rejime karşı, eşitliği, laikliği, demokratikleşmeyi mecliste savunduğunu iddia eden partilerdedir. 10 yıldır, toplumda oluşan AKP karşıtı cepheleşmeyi temsil düzeyinde bir koltuk ittifakına dönüştüren parlamenter muhalefet, son seçimlerle birlikte varlık sebebini kaybetti. Cumhuriyetin dönüşümüne dair kritik bir eşikten yenilgiyle geçtik ve İslamcı faşist rejimin inşa sürecine parlamenter düzlemde bir karşı çıkış imkânı kapandı. Önümüzdeki 4 sene de genel seçim olmayacak. Yaklaşan yerel seçimler ise 2019’dakine benzer bir değişim ümidi ile gerçekleşmiyor. Geçen yerel seçimin en önemli politik mesajı, 2023’te iktidarı değiştirebilme umudunu yaratmasıydı. Bir ay sonraki yerel seçimlere ise bu umudun nafile olduğu psikolojisi ile giriliyor.  

Muhalefetin siyaseten ölümünü yaratan koşullar da ironik olarak giderek ağırlaşan ve karanlıklaşan bir rejim inşasından çok, seçimleri soğuk ve kurak bir siyaset düzlemi.  

Yasın Beş Evresi 

Şimdi bu ölümle cebelleşen muhalefetin travmasına tanıklık ediyoruz. İsviçreli psikolog Elisabeth Kübler-Ross, insanın ölüm karşısındaki tavrını beş aşamaya ayırmıştı: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme. Muhalefet inkâr aşamasını çoktan geçti, öfkeyi birbirine çevirerek harcadı, şimdi pazarlık aşamasındayız: Ölümden nasıl kurtulurum? Bu pazarlık sürecini her parti farklı şekilde sürdürüyor: Yüzünü iktidara çevirenler, kafasını kendi rantına gömenler, sağını solundan ayıramayanlar… 

Her ne kadar hiç uzmanı olmadığım için yazması çok cazip gelse de bu yazının derdi iflas eden parlamenter muhalefetin psikolojik analizini yapmak değil. Bir gemi yıkıntısının karaya vuran parçalarından kaza tespiti yapamayız. Aktörleri kendi yasları ile baş başa bırakıp, ölümü getiren “sıtma siyasetini” incelemek daha verimli sonuçlar verebilir. 

Siyasete Yabancılaşma 

Başlıktaki şeyleşme vurgusu György Lukács’ın bu isimdeki kavramına atıf. Lukács, Marx’ın yabancılaşma üzerine elyazmalarını incelerken, böyle bir kavramsallaştırmaya giriyor.  

Peki nasıl? Bir ürünün metaya dönüşümü, değişim değeri kazanması, emek sürecine dair her şeyin insan bilincinde yeni biçimlerde tanımlanmasını gerektirir. Bu yeniden tanımlama ve bu tanımlama çerçevesindeki ilişkilenme, emekle kurulan ilişkiyi yabancılaştıran, “saptıran” süreçtir. İnsan kendi emeğiyle yarattığı ürüne henüz üretim aşamasında yabancılaşmaya başlar. Bu yabancılaşma insanın ürüne, üretim sürecine ve hatta kendisine dahi tezahür eder.  

Şeyleşme de tam olarak bu yabancılaşmanın zihinsel tahayyülüne dairdir:  

“İnsanın yabancılaşması, insanın kendi emeğine yabancılaşması emeğin üreticiden tamamen bağımsızlaşması, nesnel bir karakter haline gelmesi ve insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkilere dönüşümüyle açıklanır… Bu ilişkilerin hayali bir nesnellik kazanımından sonra insan kendine yabancı, soyut bir parçaya dönüşmüştür” (Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci 1998). 

Seçmen ne ile yaşar? 

Peki, işçinin üretim sürecinden bağımsızlaşması ve üretimine yabancılaşmasına benzer bir “sapmayı”, yurttaşın siyasetle, siyasete katılımla, siyasetçiyle ilişkisinde gözlemleyebilir miyiz? 

Cevabını güncel siyasette arayalım. Bir yerel seçim arifesindeyiz. Seçimlerin belirleyeni de teknik olarak halkın iradesi. Teknik olarak diyorum çünkü –aynı üretim sürecindeki kapitalist faktör gibi– siyasetin gerçekleştiği düzen, bugün Türkiye’de belki geçmişte olduğundan bile daha güçlü bir yabancılaşmayı üretiyor. 

Yerel seçim atmosferine girildiğinden beri, seçimin asli sebebi olan; yerel siyasetin nasıl işleyeceğine dair tek bir tartışma yok. Oysa bugün ülkenin çok ağır sorunları var ve yerel yönetimler de hem bu sorunların hem de çözüm imkânlarının önemli bir muhatabı.  

Örneğin, Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan iki grup gençler ve yaşlılar, bugünün Türkiye’sinde yurttaştan sayılmıyor. Çünkü iktidarın piyasacı politikalarının sonucu olarak, faal olarak işgücüne dahil olmayan nüfusun erişebileceği neredeyse hiçbir hizmet ve imkân yok. Tek çözüm gençler için çocuk işçilik ve eğitimden koparılmak, yaşlılar içinse emekli olmamak. Öbür türlüsü, milyonlarca emekçi çocuğu ve işçi emeklisi için kamusal hizmetlerin yalnızca adı var, sosyal kültürel hayatta, kent yaşamında var olabilme imkânları ise bulunmuyor.  

Bu, yerel yönetimlerin de muhatabı olduğu tek bir örnek. Daha somut çözümler üretilebilecek yoksulluk, pahalılık, gıdaya erişim zorluğu gibi başlıklara girmiyorum bile.  

Peki, o zaman, tüm bu sorunlarla boğuşan bir yurttaşın seçimlere katılımı eğer siyasete katılımı ise yani nasıl yönetileceğini, hayatının nasıl yönleneceğini oy vererek belirliyorsa, önündeki seçeneklerin, bu irade temsiline aday olanların da en azından bu sorunlara ilgisi olması gerekir. Hele de tüm değişim imkânlarının yalnızca seçim siyasetine sıkıştırıldığı, diğer tüm siyasal alanların sağından soluna tüm düzen aktörlerince yok sayıldığı bir ülkede herhalde seçimlerin seçmene sunduğu imkânlar bu kadar “az” bile değildir. 

Harikalar Siyaseti 

Hakikaten de bugün Türkiye’de seçimlerin, özellikle de popüler siyasi partilerin seçmene sunduğu inanılmaz imkânlar var. Mesela büyükşehir seçiminde eski milli futbolcuyu, belediye meclisinde instagram fenomenini, ilçe belediyesinde gençlik yıllarınıza damga vuran aşk şarkılarının bestecisini ya da unutulmaz rolleriyle replikleri aklınıza kazınan jönlerini oylayabilirsiniz. Üstelik Survivor’ın aksine sms ücreti ödemeden, yurttaşlık göreviniz dahilinde. Bugün Türkiye’de siyaset, siyasete ilginiz yoksa –ve zaten olmasın diye– inanılmaz bir deneyim.  

Yalnızca argo olarak değil, kavramsal bir çabayla da siyasette “şeyleşmeden” bahsederken, gayem tam olarak böyle bir yabancılaşmayı açığa vurmak. Nasıl üretim sürecindeki insan emeğini, ürününü, hatta kendisini dahi olduğundan farklı, piyasaya dair kavramlarla anlamaya başlıyor, bugün siyaset düzleminde de seçmen de seçilen de ve hatta seçim sürecinin kendisi de siyasal olmayan bir yabancı öze kavuşuyor.  

Bunun tabii ki tek sebebi ünlülerin aday yapılması değil. Sorun, siyaset alanının artık halktan başka her şeyle doldurulması, bir tek siyasetin ana öznesi olan sıradan yurttaşın ve onun gündelik sorunlarının parçası olamaması. Yoksa rantın kalemini düzgün tutsun diye özenle belirlenen adaylar, tüm söylemi yapay düşmanlıklar üzerine kurulu siyasetçiler de en az Survivor ünlüleri kadar halktan, halkın sorunlarından uzak.  

Hiçbir seçeneğin gündelik yaşantımızla ve sorunlarımızla ilgisi olmadığı bir seçimde, oy vermek bir eylem midir? 

Demokrasi Kimindir? 

Bu soruyu, seçim karşıtı bir retoriğe vardırmak için değil, başka bir siyasetin imkânlarını tartışabilmek için soruyorum. Bugün siyasetteki halksız popüler aklının alternatifi, yalnızca “daha politik adaylar” bulmak mıdır? 

Siyaseti halka yabancılaştıran, tekil tekil partiler, isimler, programlar değil, bize siyaset olarak sunulan düzlemin sınırları. Gündelik hayatımızda ceremesini yine bizim çektiğimiz sorunları çözecek bir kahraman yok. Bugün sirke dönen politik atmosferi yaratan da zaten tam olarak siyasetin irademizi bir “kahramana” teslim etme pratiği haline gelmesi. Oysa demokrasi irade teslimi değil, iradenin hayata geçmesidir. Birimizin hepimiz için değil; söz, yetki, karar, iktidarın hepimiz için olduğu sistemdir. 

Demokrasi 1979’un Fatsa’sında meydana kurulmuş bir sahneden çamura karşı mücadele çağrısı yapan köylü kadınların, Yeniçeltek’te işgal ettiği fabrikanın ortasında, çıkardığı kömürün fiyatını belirleyen emekçilerin yönetim biçimidir. 

Yarın demokrasinin bu ülkede yeniden yeşereceği patika da hepimizin ortaklığıyla büyüyebilecek bir sol siyasettedir. 

Bir teşekkür 

Yazının ortasında bir anda teorik bir meseleye dönmek, yalnızca yazının argümanını pekiştirmek amacıyla değildi. Bunun yerel seçimler bitene kadar hepimize gerekecek bir egzersiz olduğunu düşünüyorum. Artık belediye adayının bile günahını kapatmak için Marksist literatürden harıl harıl kavram arandığı, bulunamadığında uydurulduğu günlerden geçiyoruz. Öyle ki yıllardır hararetle tartışılan Gramsci’nin hegemonyasındaki eksik parçanın, hava toplarında etkili bir stoper olduğunu öğrenebildiğimiz günlerdeyiz. Bu engin teorik çabaların, sosyalist tartışma kültürümüze ve literatürümüze kazandırdıklarına ne kadar teşekkür etsek azdır.